20 Şubat 2023 Pazartesi

Taha Ayar şiirleri


LICENTIA POETICA

04.25.2009

Hafız-ı Şirazî’nin bir gazelinin lisan-ı türkîde terennümüdür

Kategori: Tercüme

“Rose,

oh reiner

Widerspruch,

Lust,

Niemandes

Schlaf

zu sein

unter soviel

Lidern..”


– Rilke –


Dolambaçlı bir ırmaktır o saçlar

Gürdür çapraşık gürül gürüldür

Kabuğunu tekmelemiş çift inci çift nar

O zarif pütürler o narin engebeler

Teninde ter taneleri boncuk boncuk

Şaraptan olsa gerek gülümsemiş esrimiş

Baştan çıkmış o mutlak baştan çıkarcak

Paralanmış gömlek düğmeler tek tek çözük

İzini sürerek sanki bir sarmaşığın

Döne döne ta en derin yukarlardan


“Turning and turning in the widening gyre

The falcon cannot hear the falconer

Things fall apart; the centre cannot hold;

Mere anarchy is loosed upon the world.”*


Tumturaklı şarkılar tutturarak bir yandan

Nasıl da kavramış içi geçmiş testiyi

Yetmezmiş gibi öpülesi yöreleri serin

Yetişir çevreyi çıngara çekişe hevesli gözden

Yetişir çıkışmaya yatkın nokta nokta dudaktan

Dündü gecemi enlemler gibi bölüp

Varıverdi ucuna yastıkta mayışmış başımın


Eğildi!

Eğilimliydi!

Gelişinden belliydi!


Of ki ne dokunaklı

Of ki ne hüzün ağırlıklı bir çığlıktı

Kopardı!

Ey dedi en baştan aşığım olacağı

Mukadder olan bana yazılacağı

Uyku mu o gözlerine yürüyen


Zolf aşofte vo xey kerde vo xendan leb o mest


زلف آشفته و خوي کرده و خندان لب و مست

پيرهن چاک و غزل خوان و صراحي در دست


نرگسـش عربده جوي و لبش افسوس کنان

نيم شب دوش به بالين من آمد بنشسـت


سر فرا گوش مـن آورد بـه آواز حزين

گفـت اي عاشق ديرينه من خوابت هست


عاشـقي را کـه چنين باده شبگير دهـند

کافر عـشـق بود گر نـشود باده پرسـت


برو اي زاهد و بر دردکـشان خرده مـگير

کـه ندادند جز اين تحفه به ما روز السـت


آن چـه او ريخت بـه پيمانـه ما نوشيديم

اگر از خمر بهشت است وگر باده مـسـت


خـنده جام مي و زلـف گره گير نـگار

اي بسا توبه که چون توبه حافظ بشکسـت


 


04.25.2009

Remix

Kategori: Tarz-ı Nev

Ahmet Haşim Bey’in “O belde ” şiiri için remix


Ve mehtaba sırt dönüp bir sırtlanla anlaştık

Bir kirli sarık marık bir fes ki fularla enfes

çeng ü çegane yetişir bir bozgun yanınsıra

Seni arraptan bozma türk şairi

Rap rap rap

Şarkılar söylerdik beraber

şarkılar tram tram tam tam

değmeye görsün saç telin kordan

çığlık ataraktan dört yandan

gram gram gram

dağdan iner tramvay

lambur lumbur lambur lumbur

kaç defa dedim nezahat

benle lanlu lunlu konuşma

ulan ulan ulan

elma yesek iyi gelir hummaya

iyi gelir gripin her türlü hülyaya

ya ya ya

göle maya çalam mı

ummana gark olam mı

sarkam mı aşağısına suratımdan sonra trompet

dam dam dam

gülü kevgire vur da seyret çıkan cümbüşü

haşa derime ten değmiş de zakkum örümceğe küf

hey gidinin kara kara evreni

kimden dul kalmış da kefareti bize düş

blump blump blumb

sanki gevur kaşuğuna biz bulgur doldurmaduk

sanki ekşi ayranı içip gezmedik hiç küs

gele gele geldik mi kıyısına bu var gidi varın

havar havar havar

çinko kölemen demirdöküm

kana kan dişe diş

üç al bir ödeş

anti depresanlarla geçti ömr-i azizim

aşk ile üç defa ahali

yaylalar yaylalar

alp er tunga mortu çekti mi

felek öcün aldı mi

ha hayfa ha Diyarbakır

ha Ankara ha Selanik

imdi yürek yırtılır

geçti bize gel deyip özü gölgelik gündüz

marş marş marş ileri

ne aşağ ne yukar ne orta ne vefa

ne dündendir içimde fırdır dönen silindir

hırlayan zaman bilmem ne nişanesi

adam mısın sen be

daha kağıt diyemeyon

kağıt kağnı kağan

dam üstünde revolver

dam üstünde saksağan

dam üstünde dam

onun üstünde dam

dam dam dam

elleşmeyin yakarım

kıpraşmayın gülerim

depreşmeyin gülerim

ben ne yapsanız gülerim

hah hah hah haaa

oysa kesinlikle hüzünlü

beni yolladı selam falan etmedi

önüne gelene ana avrat düz git

yedi vadiyi aş karanlık ve güz git

söğüt gölgesi mi belledin oğul sen dünyayı

dünyaya tarafımdan reverans eyle

dünyayı hor görgil

sorgıl nice daha cevrine eylicekmiş devam

gitgil gönlünü hoş tutmagıl

şart olsun ben de paraya pul dersem

sana taha dersem tahaya da kul dersem

iplik iplik olsun çürüsün de cesedi

kabrime çelenk bırank

bir de çaput bağla rengareng

medet um ruyanda seni bastıran ruyadan

um um um um

ama neden albayım

bize ter döktüren başkasının kolayındadır

bayım bayım albayım

neden sarpalaşan yol göze alınır

bir çocuk neresinden katledilse ölür değil mi albayım

big bang big gang ping pong yin yang

her şey biraz körkütük her şey birazdır yatık

biraz daha üstele mora falan çalar gök

ordan bize telgraf çek mektup yaz

okunaklı olsun gözlerinin civarı

şeriat tarikat marifet trafik

zaman diye bir şey uydurduktan beri

ya hep geç ya hep erken

ya zerdali ya fayton ya taksim ya vart

ya ben ya ben ya ben ya ben

ama zamanında uyanan bu memur taifesi

bu memur taifesi bu ifritli kalaba

nereye imza atcağını ezberlemiş kara kravat

ulan katip ulan hırt katip ulan gavat

ahvalımı İngilis maslahatgüzarına aynan böyle yaz

de ki ölüm güzeldi de ahrat olmayaydı

gibi şeyler yaz bir de dibinde kulağının

patlat bir gazel de bilsin biz de hani şeyiz

şey şey şey

dil-i naçarıma darbedilen bu iksle ben mukayyet

iks iks iks

yeni bir açmaz için kollarımı sarmala

bir eski sunağa değer bul beni

bir eski drahmi bir yeni sterlin

çivisini kim çakmış ki çıktı böyle destursuz

hey gidi ne günlerdi bıçağımızda koç başı

sun sun sun

ama albayım terhisimde kaç pare

kaç pare top atılsın

kaç defa demem gerek ki ahım

ki ahım yerde kalmasın

ah ah ah

bırak yerde kalsın

gözlerim bir de açık gideyim

bir son kerre şu denizi getirin

bakayım doya doya

son isteğimdir ha yerine getirile ivedi

belki kafama dang eder

dang dang dang

insan kırılganmış bir dalmış yok skandalmış

yok kanmış bir imkanmış

sıfır iki yüz on iki

yüz sıfır iki on tekrar iki

iki yüz on iki çift sıfır


sıfır sifer şifre şimendifer

ahan da bulduk kelimeyi gerisi şöyle olsun mısraın

şimendifer çuf şimendifer çuf

burda kadınlar ne ince ne saf ü leyli

şimendifer çuf şimendifer çuf

aradım gözlerinde hüznü of fakat hayfa

hayfa ki ne yeats buluverdi onu ne nefi

kıvırt be köçek kıvırt da gitsin melal

biz biz biz

metali anlamayan nesle aşina değiliz

oy heybesinde tavansız gökler taşıyan yar

bu muydu ahd ü peymanın

bu muydu paktın naton

beton karton jeton hatun

ay elinde mendille bize afra yapan yar

ah tafrası alengir ey saçları aşüfte

heykeli dikilesi karısın jerussalem


 


04.25.2009

SEMPER İDEM

Kategori: Tarz-ı Nev

Ve bir şair ve bir sahir


Ve sahib-i tedbir bir bilgin


Başıma gelene dair


Üç buçuk küsur gün


Köpüklü sular gibi uğultulu


Çekilerek sivricek kayalıklar arasına


İş bu nüktedân üç kişioğlu


Aldırmadan karıların alkarasına


İşitip sarpa saran bir öyküm var idiğin


Erdiler püf noktasına gördüğüm düşün


Bu muymuş kaderin alın çatına çiziktirdiğin


Öledur sen dendi sen de gömüver ve ödeşin


Yaşayaraktan uykularımda açtığın gedik


Ama bilinsin, gönlümde ne Edrinesi ne Karsı


Borsayı bilmeziz kuzum şiirden anlarız dedik


Bilinsindi ne Belgradı ne Tebrizi ne Mısır Çarşısı


Bilhassa yüzünden işmar edildiğim kız


Tez elden bacımı andırsınmış andırsın


Neymiş, cumhuriyet varmış efendim


Başım taşla ezilsinmiş


Yüksünsünmüş beni manidar bulmağa dostlarım


Yüksünsün!


 


04.25.2009

GÜZ İLE İLGİLİDİR II

Kategori: Tarz-ı Nev

II.


Bütün bahçelerden ey kovulmuş olan

Salkımlar sarkan giysilerinden

Meşinden kırban var idi bir zaman

Bir zamandı şarkılar ağırlardın hanende

Demdi şarlatan demdi falan filandın

Gittin öfke geldin öfke

Ama kınından hiç sıyırmadın kılıncını…

Onlarla dopdoluydun o zaman

Biri sus pustu biri ozan

Biri yaşlı biri ayyaş bir adam

Şamataydı hep hayatı

Haşat etmişti tekinin çehresini güz

Yıldızlar bir enkazdı

gökler enkaz

Üstüne çullanmıştı enkazdı güz

Biri bir kadını katletmekte ısrarkar

İşvebaz ve nazenin boynunda damar

Tanrının kasıklarına sokulmuşlardı

Biri ölmüyor ölemiyordu

Çırpınıp duruyordu med vakti sular gibi

Han sofrasında yerilen kullar gibi

Güz gele hele anlatırım hikayem uzun

Bende başlar bende biter uzun

Bir nergisi açıklamaktan aciz

Karanlıktan damıttılar yüzümü

Sevgili o karanlığınım ben

Oraya salın beni yine

Yoksa ödüm kopuyor açılan düğmelerden

Ödüm kopuyor bu akşam üstlerinden

Ne buralı oldum olmağa ne niyyetim var

Tarlalarım varmış soluk benizli otlara yatak

Bir adım var imiş onla çağrılırmışım

Bir halt etmişim de alnım böyle buruşuk

Düzelirmiş güz gelse kumral çatık kaşlarım

Sakarmışım da ondan gün günden muallakmış

Ürperten bir meseldir geç bunların üstünden

Anladım ki perçemlerine düşman

Kanları bulaşmış o canım cihangirler yok

Arzumuz kumruları ürkütecek kadar nahoş

Gittik öfke geldik öfke

Sanki ne anladık ki yaşamaklığımızdan

Ey sığacağım kın gireceğim et

Dökeceğim kan bizi affet


 


04.25.2009

GÜZ İLE İLGİLİDİR I

Kategori: Tarz-ı Nev

I.


Yine çağır tanıklığa dağı ki şu an

Dudaklarının taze suyu çekilmiş

Bir muhacir kız kadar tehlikesizim

Velveleye veremem belini bir oğlanın

Ne yapsam n’eylesem anlaşılır


Ya da güz gelsin de

Suçu başkasına atayım

Anlatayım kıssayı lafı uzun etmeden

Asasıyla düşürüp çürük yaprakları güz

Gelsin de cayayım şu leşi sürümekten

Sana yayları kırık cenk arabaları

Göğüsleri iri karılarıyla helak

Olmuş kepaze okçulardan dem vurayım

Dindar ve çar-darpla rüştlerini ispat

Etmiş çeriler çekinsinler bu cürmden

Bu bahsi kapat

Bu bahsi kapat

Ya yağmura sığın el çırp

Ya bahsi kapat

Madem sesim salavat getirirken titrek

Sevişirken hayvan

Altun derken çirkin

Meryemoğlu rağmına ey

Çarmıh çattıran bilek

Al bütün çalgılarım

Bak tefim bu lavtam işte çengim

Boynumdan bir şal gibi dökülen

Portakal çiçeklerini de al

Ve fesleğenlerle eğlenen kadınım

Bir beyazlık sürtünür yüzüne güzün

Onu çünkü soğuktan morarmış

Derin sularla kendim yıkadım

Kuşatıp geceyi dört bir yandan

Kuleler kurmakta usta babam

Aha şehveti bana patlayan avrat

Fakat bakış benle ve deyiver çabuk

Tadından önceleri nesiyle çağrılırdı tuz

De yoksa korkmaktan üstümde hallar

Var ki biri dünya dese ağlarım

Güz gelsin içerimdekiler yalvar yakar

Dört gram melek

Dört gram şeytan

Dört gram karanlık

Dört gram tan

Güz! ey geldiği an suratımda

Ağzımın bir yara gibi kapandığı


 


 


04.25.2009

Bahar Ayini

Kategori: Tarz-ı Nev

THE RİTE OF SPRİNG

(Igor Stravisnky’e)


O şu an

Esmekte olan hiçbir rüzgara

Saçlarını emanet

Edemeyecek kadar yorgundur

Bırakın bırakın uyusun


Oysa gelişi tümden bir çelişkidir baharın

Çünkü bahar neyin önsözüdür bilinmez

Renklenmeye yeltenen çiçek kanatlarının

Kapanmaya yakın taze bir yaranın mı

Yahut hummalı bir dizenin mi

Söylenmeye yüz tutmuş

Soralım

Neyin önsözüdür bahar

Baharın alıştığımız mevsimlerle alıp

Baharın yanağımıza bir sağrağı boşaltan

Kışlarla veremediği nedir

Ve neyi açıklamaktadır

Tüm yeşillikleri ardı sıra sürüyüp

Gün görmekten korkan

Korkusu arttıkça açılan

Gül diyegelinen bitkiyi mi

O zaman çan

Benim kahkahalara elverişsiz yüzümü

Peçesi yırtık bir rahibenin göğsüne açan

Çan çan

Sarnıca bir çocuk düştü

-yoksa bir yaprak mıydı-

çan çan

taraçaya okyanustan bir katre

ey okyanus okyanus

şehvetli bir kadın gibi bırak

göğün altında kıvranmayı

çek git başımdan okyanus

onun gözlerinde oyalan

ta ki bahar doğusunda

batısında en iyi süvariler her halktan

sırtlarında sapları gümüş kırbaçlar

dopdoru o kısraklarla

ardında umulan umulan heyelanlar

yazı bize mahrem kılan yağmurlarla

mecazını arayan

küskün bir tanrı gibi gelsin


 


04.25.2009

METİNLER II

Kategori: Tarz-ı Nev

Yağmura varmaya yeltenen bileklerimde çolaklık

O sağnağın kanattığı yanakta hep kesik bir damar

Aha döşümden akdenize yayılan bu yanık kokusu

Hangi dili kullansam hemen açığa çıkar

Ve tutup şimdi ben neden bahsetsem kardeşlerim

Acıklı bir kıssa sanacaklar


Gocundum adımla çağrılmadım diye

Gocundum toprağa bir mezar

Şehre dokunaklı bir sur

Kadar bile olsun yakışmadığıma

Hep bir şey diyecek gibi durdum

Tırstım fısıldandı sandım bana sır

Canıma aşkın tam tâk ettiği anda

Niçin inmedi melâik gönlümü teskine

Elohi elohi

Hangi din gelsindi de avutsundu beni

Beni şimdi var ve ortasında iğreti

Durduğum yazgıyı sarp gösteren ne

âşıklarını baştan çıkaran çıplak

Ben ki hiçbir cariyenin

sırtına iç çekmedim

lutfedip beni dinlediğinize göre

siz de anlamazsınız kemandan

hem kemandan hem kemanın

ciyaklayarak söz ettiği

o abartılı yalnızlıktan

iyi olsaydı da sesim

eğleneseniz diye tumturaklı

şarkılar söyleseydim size

acemaşiran ferahfeza sûzinâk

bir ağızdan okurduk nakaratı

hem ben de eğlenirdim böylece


Bakın ki tülleri açık denizlerden

esen yellerle titreyen ne evim

ne bacağımda göğsümü

kabartarak taşıdığım

bir iç harpten yâdigar yaram var

olsun bir yosun kökünü kemirsin su

parça parça sonra suyu dokuyan gelip

sadefi aça köpürtedura onu

bir ark gibi kullanan ey damarlarımı

ağzımdaki laçka uzvu kopart ilkin

yaka paça götür fırlat beni kabre

bulsam da yolu artık kâr etmez

kâr etmez ateşlere yakarsam Gâlip

çün niçindi yola çıktımdı unuttum

bıçağın şerrinden korkmuş bir kütür karpuz

biçiminde kaçmıştım

köşe bucak ölümlerden

mağram delik deşik

mağram altüst

ak dantelleri şehvetten kırış kırış

olmuş çarşafları uzak tutun benden

uçurum üstüm başım uçurum

tepeden tırnağa taş kes beni kanamam

bir yılan gibi kıvrılayım rabbim

rahmi alınmış kadınlar arasından

ruhumu kıskanmakla çınlayan

kuyuya alçalt beni alçalt artık

ne çatık çehreniz

ne adaklarınız

ilgimi çekmiyor sizi arza çeken

sanırım sırf ama sırf bu yüzden

içimde kırılışı uzun sürecek bu camın


Siz ki hayattan bir ilahtan

bahseder gibi bahsedersiniz

sizi açmıyor adendeki karışık

sarmaşıklara açılan kapılar

ha sır var

ha sır yok

kim umursar

kim umursar tanrıya uzuyor ağaç

bir delil bulun bari bir tomar kağıt

az kil bir bir sal öykünecek bir yalvaç

ya da yakacak dört kıtalık bir ağıt


Firavnun kıtâlinden esirgenen

Oğla akran olaydım keşke

Keşke günahkâr imparatorluklar

Gibi heyheyli dursaydım fotoğraflarda

Tüm aczim bütün rezilliğimle

Sarktım manastıra kapanan azizelere

Biz bir zaman yani Süryaniyken

Kırmızı topraktan bir damımız vardı orda

Biz deyrin arkasında taundan kaça kaça

Bir serin gölgelik bulmuştuk oralarda

Biz diyorum arkasında deyrin

Şayet şehre buyrulmasaydı ayet

Geberene dek sevişebilirdik


Kerimem şarabın üçte biriyle bir hoş

Tehlikeli bir ilahi söylüyordum ben

Bir süt dişi ışıklı bir yıldırım

Gibi nasıl sökülürse ağızdan

Etrafında karnaval

Çepeçevre izdiham

Johann sebastian bach

Kardeş kan


Oydu gelmesi geciktikçe gelişen

Alnı akıtmalı bir at gibi alımlı

Bir şah tuğu gibi muhteşem

Etine batmış bir dikeni

Ağır ağır çıkarır gibi

Biriniz beni doğursun

Şenlikleri hatırlatsın bana

Ve sunakları

Bir vakitler ben de güzelmişim dedirtsin

Çalkalasın ağzımı okunmuş şerbetlerle

Ve beni

Güneşin doğuşuna hazırlasın


 


04.25.2009

ŞÂM-I GARÎBÂN

Kategori: Tarz-ı Nev

(Dr.Osman Aslan’ın aziz anısına)


Elin melek yüzün melek üstün melek başın melek

Saatlerin toprağı gösterdiği odanda melek

Giderek artan bir uğultuyla çepeçevren melek

Yatakta uzanan ölümün ucundan dönmeyerek

Allah’ın bizzat kendisi geldi Kocamustâpaşa’ya

Sarmaşıklar rengindeki sesin yumşadı

Sesin ki ulu bir kahkahadır yazları koyverdiğin

Pencerenden görünen deniz şimdi daha uzak

Daha uzak ve melul şimdi samatya

Her akşam özenle suladığın balkon

Sesin ki reyhan

sesin ki begonya


Bir sır oldun çıktın bu nesneler ülkesinden

Bir O seslense bakarsın bizeyse sırtın dönük

Ve dost! Açık seçik yenildik burda mahzun

Ey gidi ruhuna kurban olduğum

Ve dost! Bir büyük yalnızlık ile karşı karşıyayız

Şimdi üstümüzde uyusak da geçmeyecek bir uykusuzluk

İçsek de salavatla suları içimizde dinmez bir susuzluk

Dünya dedikleri bu ağaçları kaatil çiçekleri kan

Bu bir şey deme bahanesiyle tenhada şahdamarımızı kapan

Önce besleyen nara attıran yiğit edip şımartan

Sonra işve edip pusu kurup öldüren

Adı alçak tıyneti kara bu diyarda amansızlık

Sonra gömüldüğün akşam

Osmansızlık

Osmansızlık


Düşün üstüne üstlük bir de gün doğacak

Doğan güne ad koyup Pazar mı diyeceğiz

Yıla tam ikibinyedi aya Haziran

İki çay söyleyeceğiz

Utanmadan

Sıkılmadan


 


04.25.2009

METİNLER I

Kategori: Tarz-ı Nev

“..dönmek,artık sadece bahsi güzel bir konudur..”


bir şeyden söz ediyorum kardeşlerim birşeylerden

çünkü kovulmuşluğum beni cesur kılıyor

çünkü yalnız azgınlar kulak kabartacaktır bana

bir büyük kadırganın Danzig’den geleceği haberini

bir şayia gibi yayan çocuklardan

şaraplardan şaraplardan

ıslaklığı tartışılan seraplardan

öğrendiklerim var

çünkü atlası bilirim

ve neden defineleri yılanların gözlediğini

niçin eskiler aynaları hep

yuvarlak düşlerdiler

bilirim afat gibi nasıl

yakınılır bir damladan

soluk alıp

soluk veren

kulpu kağşayan bir testi olarak

hazzı devindiren merhem olarak

ben

kılları durmaksızın uzayan

bir ademoğluyum sürüldüğüm yerde

atalarımın kaçar gibi geçtikleri nehirden

defalarca geçtim

içimde baş gösteren susuzluğu

âram dilinde dindirdim ben de

söyleyin

en alımlı zırhım iken şimdi zamanın dili

söyleyin

bana yan da olsa bakmadan

gayrı kim geçer bu koyaktan


ense kökümde büyük saatin

o tok vuruşlarından irken

yüzümle gövdem arasındaki ilgi nedir

ya farkım nedir

kendisini sıradan

bir sokak lambasına asan şairden

bodur bitki kalabalıklarına salsam ayaklarımı

orda ezdiğim yaprakların gürültüsüyle

ağzımı bir nefire çevirsem

ve çıfıt çarşılarına kentin

başka adamlar olarak

üç kez inebilsem

beklemeli mi yoksa

belki sulara bakaraktan

az daha sürürüm bu leşi

bir kadın aklında işledi kalbim pektir

çok zaman şirazesi dağılmış kitaptan ilham

alır da yastıklarda mayışmış başımı kaldırırım

diye konakladığım şarkta

uzun bir bekleyişten başkaca haller bulmadım

kadının ayrı bir sulpten

geldiği bilgisine erdim yalnız

aştığım onca şehirden çaldığım

sanduklar dolusu şekeri

ve lehçesinde kubur hışırtısı

olan o kapkara mushafı

bir bedevinin taşlandığı meydana taşıdım


suların bozulması

kadının doyurulması

gerektiğini öne sürerken herkes

ben

tozlarına belenip rahatça öleceğim

üç mızrak boyu toprak istedim

istemez olaydım

tekfir edildim

kara çalındı soyuma

ve yasaklandı canım çektiğinde ateş yakmam

geceden emin olana dek bekledim

gecenin bir fahişeyi savdığını gördüm üzerinden

baktım sakinleşeceği yok gecenin

o zaman geceden korkanları düşündüm

kendimin de oralarda kımıldayan ve ağrıyan

kımıldayan ve ağrıyan

kımıldayan ağrıyan bir şey olduğunu kavradım

gömgök topraktan bir çömlekti böğrümde kalp

kalp

kalp

kalp

bir iz bulmalıyım

benden önce de buralarda yaşandığına dair

örneğin gökten düşmüş

bir broşür

vesair

solunmuş biraz hava

yıldızların sadakatinden şüpheli bir müneccim

az daha oyalanmak için bir iz

yoksa değil buraya

ahrete nasıl katlanılır


ey beni yeryüzüne ilişkin kılan gaflet

bana ey yeryüzünde olduğumu hatırlatan yağmur

bir dövme oyun pazuma da cesaretim artsın

artsın da suların mihrabından umudumu keseyim

bana bir libas biç zamana dayanıklı

bana yemişler yedir midemi ekşitmeyen

yaşmağında beni bir figür gibi saklayan

kuşluk vaktine doğru üfleyen

hafifleyen bileklerimden tutan bir kadın

diledim

ve vardım hileli çarşılara

heybemde üzüm hevenkleri ey

ehl-i kitap dedim

aslında ben de sizin gibi günün

batışından mahzunum


 


RETORiK

21 Nisan, 2011 | Taha Ayar

Gümüş broş erguvani ruj

Göğün dibinde berduş insan

Kırık tabure gamalı haç

Seni dikizleyen rabb

Sesini kısarak

Sarkarak eğik yapraklar arasından

Nesi var nesi yok fısıldayan

Arşa lars diye çömelerek

Ortalığı karıştıran kerli ferli melek

Kanlı gece kırık toka

Ahı tutmuş kılıbık kavim

Kasılmış yüz mıncıklanmış fidan

Ha yaratılmak ha yara almak

İşte insan türüne has

İnlemek şiirlemek ırlamak

Her şeyin hacmince taşıdığı uğultu

Cirmince sancıdığı acı

Emilmiş dudak yoksanmış tarih

Kürek kemikleri toprağa nazır cin

Höykürmüş dev paralanmış toynak

Bize çıplak yerlerini uluorta

Gösterdi için çıktık için baştan

Bizi kuştüyü karanlık bir yastıkla

Boğdunuz da ne oldu odunlukta

Kart avrat yamuk üçgen

Lal ü ebkem heykel

Tirişkadan balo vanilyasız kek

Ahali ben değil miydim o

atarım kendimi dediğim her yerden atan

tadı henüz tecrübeyle sabit olmayan yemiş

damakta perimsirek bir titreme bırakan

kında kılıç santurda tel

evde peder sokakta işporta

doçlantta kultur çinde ipek

hutbede pot borsada ıskarta

enel hak diyor ordan entel hırt

devlet ebet müddet için

demokrasiye temennadan usandık


 

TEK SERMAYESİ ENDAMI OLAN KIZLAR İÇİN HİCİV

17 Mart, 2011 | Taha Ayar

Eşitlik taslar bir de bana kibr

ile cevr ile hile ile eyler beni tav

Afsûnkâr kalçası kütürlü bir sihr

Sen sen ol ey busesi aşka sav

Ketenden inceden bir göynekle sine gümüş

Bilincinde uğruna çekilen onca aha linç

Dindarı küllen mürted eyler devrimciyi liboş

On yılda bir sınıf atlar demir ağlarla dinç

Ezilmek altında o kahreden uzak saçlarının

Mezarlıktan geçerken teni toprakla bulaşık

Sunturlu bir bakışla kimbilir kurrasıdır kaçının

Bulaşıka uymaz uyak yazık oldu aşık

Ah alıp rahatlar parmak uçlarında haz

Saçları meçliyken fondatenliyken yanak

Sardunyalar dibinde suyla kurarak temas

Gece öyle demiyordun dün diyorum gece

Atlar gibi süslenip bir çırpıda ofis

Bir çırpıda aşk sonra Emailleri çek

O tadı damakta kalan aşüfteyle nefis

Bir yemiş paylaştık lan sabahlara dek

Bizi bizden eyleyen kıvrımlarına şahidiz

Uluorta o minyon vücudun hem kıvrımlı

İki salkım taşırsın bahçıvandan gizlice

Vur pençe-i alideki şemşir aşkına

Terin hatırlatırdı fena yorulduğumuzu

Fena olurduk görsek seni zaten hep yoksun

Eski matbaalar gibi ağır işleyen öpüşler

Hatimler indirirdik cumhuriyet bayramlarinda

Göte küsmüş bir ceket hadi hayırlısı

O bakış darbesiyle bizler süklüm püklümdük

62’den tavşan yapmayı öğretirdim sana

Terasıma bir gelsen beşiktaş’a nazırdır

Ambulans üsküdar ambivelans serotonin

Bunlar anahtar sözcükler unutmadan hijyen

Temizlik imandandır bre ecnebi sikmiş düşes

Aile var bilader ayıptır fena düştü seviyen

Adam olmaya diyorum bir standart

Kahpe kasığına pusup mertlikten dem

Vurmak kent ahalisi için gaaliba önşart

Gaaliba yine seviye düştü bayanlar önden

Kadınlar ne ince ne saf ne leyli artık

Bir yalnız çiftleşmek arzusu uyandırmakta

Bu yana ta 1839’dan o kadar tantananayla

İşte hürlük işte müsavat neydi lan diğeri


 

WALLFLOWER

9 Mart, 2011 | Taha Ayar

ÜSTELİK DENİZE NAZıRıM DA

BOĞAZ MANZARALıYıM SEVGİLİM

BİR DE TUTUP UZAKLARA BİR BAKMAM YOK MU

NASıL YAKıŞ YAKıŞ GÖZLERİMDEN BAKAN ŞEY

ONU SEN SABAH SULARıNDA

HENÜZ DAHA BOĞUP BOĞMAMAKTA İKİRCİK

BİR ELİ YOK YERE GÖĞE DOĞRU İRONİK

ÇOK SOKAKLıYıMDıR DA ÜSTELİK

ÜSTELİK DANSA KİMİ KALDıRDıYSA

BİN PİŞMAN BU EFSUNKAR VE HÜZNAVER MÜZİK

BU BENİ SEVGİLİM BİR BÖYLE Bİ KARAR Ü NAŞAD

BÖYLE ÇOK ÇOCUKLU BİR ANNE

ÇOK PEYGAMBERLİ BİR DİN

SABAH KATLE GİDERKEN BİR KATİLİN AĞZıNA

DADANMıŞ BİR ŞARKıDıR SESİNDEKİ SEVGİLİM

SENİ BEN KOTARıRKEN AY YAYıLAN YÜZÜNDEN

ÜSTELİK DENİZE NAZıRıM DA YıKANıRSıN BİR GÜZEL

ELLERİNİ YıKARSıN SÜTE ÇALAR ÖLÜMÜN

BİR PERİYİ GÖZÜNDEN TANıRSıN ÜSTÜNDE UÇUŞURKEN

UZAKLARA BAKARıZ ÇATLAR DÜNYA HıRSıNDAN

BİZE GEÇİRDİĞİ DİŞLE ZATEN HıRSıNı ALMıŞ

ZATEN BİZ ÇOKTAN ÖLDÜK BENİM RUHUM ŞAD OLSUN

TOPRAĞıMıZ NEMLİYKEN ELVERSİN İÇİN GÜL DİK

BİZİ O RUYAYA YOR DA İÇİMİZ BİR HOŞ OLSUN

DANSA KİMİ KALDıRDıYSA ÜSTELİK

BİN PİŞMAN BU EFSUNKAR VE HÜZNAVER MÜZİK

BU BENİ SEVGİLİM BİR BÖYLE Bİ-KARAR Ü NAŞAD

BÖYLE ÇOK ÇOCUKLU BİR ANNE

ÇOK PEYGAMBERLİ BİR DİN


 

NiKRiZ

30 Ocak, 2011 | Taha Ayar

Kasılırmış gülleri sinesinde

her şeyi tastamamcık beniz bet

Gül gibi geçinirmiş şayet havasındaysa

Aman cânâ beni şâd et

Gözümle gördümdü bir keresinde

Sütlaç tenine giden

kolyesi yana kaysa

Erinivermiş suya bansın boynunu

örtüsünü sıyırırken bir bakaydın

bir göreydin o periler soyunu

yârin yer yatağı serin

içerisi çifter gözlü kadın

içerisi yosun

bir ırmaktır tez elden girilsin

öte yandan her şey kahrolsun

umrumuzda değil artık

o kıpır tenhâlıkları

o bildiğimiz kızlardan olmayan kızların

bizi bazı yutkunduran o yatık

gümüş bir ırmaktır kolları

ah ki ne atları huylandıran

havadaki elektirik

ne gözlerindeki sis

ne Beyoğlu ne haseki

ne de gloria jeans

tabanı mermer evlerden kalan hüzün

akşam akşam bizi ağlamsı bırakan bu yenilgi

halimi hatrımı sormuş dün

iyi diyelim iyi olsun

öte yandan her şey kahrolsun

bir yandan dellenmiş bir çiçekle

çarpıştığımdan çenem mos çenem mor

kes daha sen beni gözüne zırt pırt

kinle sıvış

kinle göz kırp

kinle bekle

kestiğin meyva durmadan

ikiye ortasından kanayor

sabahın köründe incecik bir gömlekle,

öyle tersi dönmüş

öyle bikes

aman cânâ beni şok et

bin körpe kurbân olsun

toprağına kumuna

öte yandan her şey kahrolsun

kolayında olsun için beni hatırlamak

açılsın için gözlerin faltaşı gibi

aha buraya yazıyorum

saçların fazlaca kullanılmış

kirpiklerin kelepir

demedi deme sonra ahmak

ölüm aşkın işine gelir

kakma başıma sonra güzel havaları

başlatma şimdi avrupasına

başlatma ittihâdına anasına arvadına

al sonra başına çal shostakovich plağını

pardon ama basbayağı delilik be bu

yani sevişirken gözlerini açıyorsun kalaba

açıyorsun asmalarda üzüm

açıyorsun sokak

ama ey sen

yani benim güzel katilim

kanımı seyreylerken gözlerini kapama

galiba gene ağır konuştum

ve suya verilen ceza

bana da verilsindi

beni bir de toprağa bakarken gör

dünyaya ellerken gör

tuğla örerken gör

karıp sıcak şarapla beni

aç karna tadımlık bir yudum al

hem sonra bir saniye bir saniye

her yanın Çerkes olsa kaç yazar

bunları boş verin de siz anam

şehri çileden çıkaran

güzelliğimize

üşenmeden bakın bakın sevaptır

ve yüzümüzü gözümüzü çekinmeden

öpün öpün şifadır

vurduklarımız önümüzde

yaraladıklarımız te şurdalar

tepeledik hepsini çukurdalar

çıkarmazız zırhımızı yatarken dahi

gıcırdasın da kaçsın uykusu için yarin

korkmazız güllenirse şakağımızdaki yara

sızlanmazız burun kıvırdı için yaşamak

keskin bir kokudur berimizde

fink atsın gözlerimizi sürmeli kılan ölüm

yokmuş diyecek endamına

öve öve bitiremezlermiş seni

şöyleymiş cânım boyun

yok böyleymiş cici huyun

aman istemez kalsın

sahibine bağışlasın Allah kuzum

Öte yandan bu minvâl üzre

Her şey kahrolsun

Bak aklıma ne geldi

diyorum sende gıdım yürek varsa

Yıkıp beni yerime

Yağmuru koy

Bak bakayım olacak mı

çüş yani okur gibi

nikahta âyât-i talak

bana maval okuma

Göğü kaldır yerine

Kara bir muşamba çek

Bak bakayım olucak mı

Bir ikisini sallandır

Fıstık gibi olur memleket

Sonra acımayacaksan böylelerine

revaniye unutma vanilya bir ölçek

biraz keserle vur konserveler pıs

naftalin ek de haşeratın kökü kurusun

Onu bunu siktiret nazeninim

gözü kalan tâhâ kulun olsun

öte yandan biliyorsun

her şey

kahrolsun

tamam derdim dünya kirli

bulaşık ve leğen gibi ferci

ama hadi varsayalım

alındı öcümüz

yanına kâr komadılar

sen misin bunu yapan

sonra uzandık lavanta kokan çarşaflara

bastırdık bizi altetmeye kararlı ifriti

yetti gücümüz çullanan karabasana gece

düşmanımıza vay bee dedirttik

sonra olmuşken bir punduna getirip

işedik leşlerine gevur eniklerinin

ama ya bu yazı ansıtan rüzgar

bu hançeremizde boğulup boğulup duran harf

ya yüzümüzdeki bu akşam çürükleri

onları kime açıklasak

bize hak vermeyecek

bu diyorum sana ders olsun

öte yandan her şey kahrolsun

soğuk bir yanılgıdır

sular düpedüz bir kandırmaca

üstümüzde baskısı o saydam bakışların

o latif kollarını beni sarmalarken çemre

beni bir defasında unut da gebereyim

alıştık da ne oldu bunaltan inceliğine

kendinden söz ederken aman ha beni es geç

ben ki o hikayenin hep mi eksik kısmıyım

bir briketim ki çukurda daha kırık

elmacık kemiklerim çıkık

tırnaklarımı yerken hırslı

ama canım bu kadar da olmaz ki

yani elmalar biraz daha bulanık

biraz daha mayhoş tatları ısırırken

biraz daha manidar yatarken el şakaların

höt deyince pus

ö deyince iğren

şu haline bak efendim

midenizde ülser başınızda migren

felaket de sadesin

çiçeği burnunda sen bir gelinsin henüz

avcunda papatyalar patlamalıydı daha

tomur tomur olmalıydı

oranda

o sevgili şeylerin

kütür kütür olmalı her yanın yürürken

ah korkuttun gene

beni katleder gibi yapışına şakara

huyun kurusun

öte yandan

her şey kahrolsun

hassiktirsin ordan nazım

kısa sürermiş 20.yüzyılmış daha neler

onu gel sen külahıma anlat

ne ki herkeslerin yüzüyle arasında

kurduğu ünsiyetten bana ne

bana ne terli terli içilmeyen sulardan

destursuz bağa girmiş bulunduk bir kez

sor bakayım ne işi varmış burda

haberdar mıymış linyitin

nerede çıkartıldığından

sonra nasıl çıkarmış ketçap lekesi

bir de şehir görmüş adammış

yazları sıcak ve kurak

kışları ılık ve yağışlı

deyince her türk evlâdı

bilir hocanın akdenizi kastettiğini

sonra isimden isim yapan

yalama yapmış cı eki

gözlükten gözlükçü

nerden nereye

sonra düşürülür ama

neden mesire yerlerinde mendil

bir boy versin bakalım

dediği kadar var mıymış

ulan püf desek yıkılacak

ellemeyin allahından bulsun

oldu mu şimdi çok ayıp

hem haydin kurtuluşa

kurtuluşta aile

kurtuluşta rum

neyse nerde kalmıştık

öte yandan her şey kahrolsun


 

NEFES

31 Aralık, 2010 | Taha Ayar


NEFES

(Cem’ evinde okunmak niyyetiyle söylenmiştir)

Büyük acılar içre kırdığım ekmek

Bir mağra olsa da kapansak bari

Bir dudak eni konu ruj sürerken ağlamış

Ve doğrar gibi bozulmuş şol gülleri ortadan

Boyun büktüren kara çullar esvabında kir

Yalguz etimizde o cenkten kalmış temren

Gün ağarsa da görsek neye malolmuş aldığımız nefes

Neye böyle hasret iken yarısı yok endamının

Yarısı kimde kaldı onsuz eylenmez denen

Bağrımızda kan vücudumuz saplı bir korkuluk

bitmez insan başına bu kendimizi vurduğumuz yol

Bize be harfiyle başlayan şiirler oku

Acıktık sofranda yer aç aklımız haram

Sonra ağlaya ağlaya bin minnetle boğazımızda düğüm

Sonra meleklerin tepkisi uzun banka tirenlerine

Biz

şehirden kalırsak arta

bulursak bir fırsat

elimizdeki balta güle karşı koz

bizdik

kıt bütçeleri zora sokan ardışık kahkaha

bizle dünya çerçeve

bir de bizden sorun gördük mü diye kaç bucak

gördük gördük

yeridir tükürsek üstüne küllerinin

bize mi yar olucaktı kehkeşanı dünden güm

bizle mi mukimmiş yazgı denen ağ

bırağ bunları mirim bırağ Allah aşkına

Kim ki bir parça ekmek için

Ve için bir gıdım şehvet eve

Eve dönmek için çürük bir delil

Yataktaki ölü fıldır fıldır dönenen

Göze alsak aceba

Aceba toprak sonrası merhale

Sonraki aşamada dehliz

Dehlizde yetmiş kollu şamdan

ve çakır gözleriyle iri bir su

bir suysa bakır şarapsa yudum

ateşe yaslanıp ey deniz çalkalayıp

ey şehir darmalayan ay dünden hazır

inden mi cinden mi bu yükseklikte kar

biz de bilirdik elbet kattan sepet sarkıtmak

bir çocuğu oturtmak bir kadın galeridir

bir gün de güllük gülistan tireldik de yaz geldi

yaz gelmesi bir yana aliyel murteza geldi

hoş geldi de varlıktan bir noktaymış dinelen

biz de bilirdik iç çekmek bir gençten kız etine

kaymak gibi yufkacık ya tenine al düşsün

ya ben gibi garipten içerin bak muamma

ب


 

Fatih’e döktüğüm içimdir

4 Aralık, 2010 | Taha Ayar

Sana bir kötü bir de beter haberlerim var fa

Yetmezmiş gibi kızın burcu akrep olması

Bak buna ister inan ister mendilini çıkar hüngür

Sevdiği de olması cabası

Ağırdan alması ondan imiş

Bir düşünsünmüş

Şak diye aklına nasıl gelsinmiş

Nereye dökülür kızılırmak

Israr ettim çayı bitirsin de kalksın için

Yok babam

gözü garsonun papyonunda

Garsonla kaş göz edip kitlettim kapıları

Dedim ulan boşaltın türkiyeyi

Sevgilimle yalnız

Sevgilimle özel konuşacaklarım var

Açmadığım konu kalmadı kıza

Dedim sana erguvani tişörtler beğenirim

Ünaytıd kalırsdan ya da nayktan falan

Dedim konversten ayakkabı alırım sana

Dedim teleferiğe bindiririm seni maçkada

Yok babam

kızın gözü garsonda

Papyonunda mor papyonunda kadife

Sonra sevgili şeytan kap dedi kızı

Sinek kızı al çık hiltonun en tepesine

En aşikar yerine

en civcivli saatinde nişantaşında

Kendini boşluğa bırakmakla tehdit et

Olmadı kızı aşağı atmaya çalış

valla dişli çıktı taze

laflar etti boyundan büyük

neye yalan söyleyim ödüm bokuma karıştı

dedim kızım bak şair sevgilisi olucaksın

sana kasideler dizicem

uyaklı muyaklı mısralar döşeyeceğim

seni allı pullu bir imge yapcam daha ne

allandıracam seni ballandıracam

ı ı billahi yok fa

kızın dediği dedik

papyon da papyon

şeytan da sustu

tık yok şerefsizde

çelişkili konuşuyor

meçhul ve karanlık bir yerden

susuzluğunu gideren bir gül gibi kız

rastgele kapıp şimdi bir çalgı

kendiliksizce kopmuş sen san bir çağla

bana kalırsa

-ki bana kalacak belli-

bir de gözlerinin ağzı aranmalı hin

bakışı ey göğe möğe eşit

gök olmasa da olur ama sen

kaç gök edersin üst üste bil

zorlasak kaç isyan çıkar fikrinden

işte bundan ve bir sürü sudan bahaneden

seni kıskıvrak ele geçirmek gerek

bir çiçekle tehdit etmek gerek

arkam güçlü karanlık elimde koz

sen bulursan kendini

birden

bire

benlen sar

benlen maş

benlen do

benlen laş

gidi gecenin en yarısı bize

mavi tonda görünen peri

ne anasının gözüsün sen sıvış

kırpılı kalsın o en solundaki göz

üstüm başım leş gibi sen koksun

kim korkar o şen kahkahadan o şuh

bu arada şahsen ben korkarım

akrepsi adımlarında zehir

ne yap et bir yol aklımı çel

beni koynuna al nüfusuna geçir

ben allem eder kallem eder

saçlarını sabunlar sırtını keselerim

öyle dilrübasın öyle dil-sitansın

ki gör sana hangi eki getirsem

cuk diye oturur bak

desem ki bir afetsin

desem ki fitne fesatsın

göstere göstere yanlarımdan

içler çekerek geçtiğini tüm elalem biliyor

dedikodumuzla içiyorlar ikindi çaylarını

evde kalmış iktisatçı kızlar

evladına öğüt verirken baba

üşenmiyor bizi örnek vermeye

yeni çiçeklenen erik ağaçları

sonra fistanlarında kıyasıya

böğürtlen ezen gelinler de

bitiyor o iç burkan salnışına

sanki bir su testisi sol da sol omzunda yüklü

altında eziliyorsun sana göz koymuş göklerin

sanki bir limon yaprağı sana hükmedebilir

sanki içimden taze kemiklerine ilişmek geçiyor

sanki kanına girmek için bir bakır sofrasın da

annen sen henüz bir gülken iskenderun’da

gezme derdi her dikenlikte

sen de biliyorsun hadi ordan

ama ağzın sıkı laf çıkmaz senden

biliyorsun ki bahsedilince akar akmaz sulardan

konu dönüp dolaşıp

uzayan da uzayan saçlarına geliyor

saçların ki bu aralar ani bir kararla küt

sensin ey bize dargın kalmayı başaran ahu

sensin ey kıyısında tekneleri kararsız bırakan su

ay ay ay

ey serin yerlerini paylaşmakta cimri

ey ellerini avuçlamak için her zaman daha erken

ey hep bir gören olur yerlerde dolaşan

yaltaklanmamızı nazıyla boşa çıkaran körpe

dibini göster biz de bilelim kuzum

nedir seni böyle sırlandıran renk

seni bir içim su kılan kimya


 

NEFES- خرابی

10 Kasım, 2010 | Taha Ayar


Yoğ iken Âdem’le Havvâ âlemde

Hakk ile Hakk idik sırr-ı mübhemde

Bir gicecik mihmân kaldık Meryem’de

Hazreti îsâ’nın öz babasıyız

Bize peder dedi tıfl-ı Mesîhâ

“Rabbi Erini” diye çağırdı Mûsâ

“Len terâni” diyen biz idik ona

Biz Tûr-i Sîna’nın tecellâsıyız

“Küntü kenz” sırrının olduk âgâhi

Aynelyakîn gördük Cemâlullâhi

Ey hâce! bizdedir sırr-ı İlâhi

Biz Bektâş-ı Veli’nin fukarâsıyız

Zâhidâ! şânımız “İnna fetahnâ”

Harâbî kemteri serserî sanmâ

Bir kılı kırk yarar kâmiliz ammâ

Pîr Bâlım Sultân’ın büdelâsıyız


 

ÇİRKİN

9 Kasım, 2010 | Taha Ayar

II.

Düşse mapus damına

Hüsn-i halden çıkardı hemen

Kimse daha sormamış

Yapmış mı diye vatani görevini

Belki de yapmamıştır

Belki de yapmıştır

yapmış mı yapmamış mı

çürük raporu mu var

iyisi mi toplanıp konu komşu

Gidip kendisine soralım

Dalgın mıdır şimdi yoksa

Düşüncelere mi dalmış

Neydi ruyasında gördüğü

Yıkılmış o pasak karga

Böyle kendisi yan yana ben

üst üste ben oğlu ben

Böyle istif edilmiş ruhla

Yalakanın tekiymiş lise birde

Edebiyata meraklıymış

Törenden kaçarken bir kasım günü

Fizik hocası jaleli bir şey olan adı

Yaz çatınca o çiçekli elbiseler giyinen

çökmüş tepesine

O gün bu gündür

Bu gün o gündür

Gün bu gündür gün bugündür gün bu gün

Toplu fotolarda hep yanda

Hep bir suç işleyecekmiş gibi mücrim

Sökülün sösünü duysa

çözülür bağı dizlerinin

Yahudilere kalırsa alık

Ehl-i sünnet fikir beyanında çekimser

Protestanlar içinse İngilizce

Çat pat bildiğinden Allahlık

Eline bazen okunmuş da dürülmüş

İki gün öncesinin gasteleri geçiyor

Kim kimi vurmuş

Kimle kim yatmış

O da herkes gibi alelade

Yani bildiğiniz herkes gibi sıradan

Rüzgar sert estiğinde yakalarını kapatsa

Ne var o da herkes gibi

parkta

Ne var yani fani her memur gibi

Yani tekaüte ayrılmazdan bir ay evvel

Beylik tabancasını yağlarken kazara

Yakın mesafeden tam üç el

Fizik hocası jaleli bir şey olan adı

Yaz çatınca o çiçekli elbiseler giyinen

Ne oldu bana böyle de böyle

Gıkım çıkmazdı çiftleri çiftleşirken

Göğü böyle bem böyle kıp böyle masmavi görünce

Yaşamak küllen bir sendrom

Beni her şey cezbediyor lal la

Hayata yapılacak en iyi iyilik ölmek

Bu sözü tuttum

Göğü dür ve yuvarla lal la

Ne umduysan unut

Ey söz rica ederim

sen de beni tut

Ben erinince bakmağa pencereden

Kan gövdeyi götürüyormuş bana ne

Bana biri vektörlerin sırrını açıklasın

öyle kaçı kaçla çarp bükey mükey aynalar

Madem öyle göğü iki eşit parçaya böl

Höst

Varlık bölünmez bir bütündür

Hayda

Bir bok yediysek beraber yedik birader

Bahçelerden beraber turunç aşırdık

Beraber atlattık onca badire onca hastalık

E si yok sıra senin

Hey gidi seslendikçe içerleyen kuyu

Kavladıkça daha da değere binen ten

Biz göğü onardıkça ellerimiz daha yara

Sen biz ıkındıkça daha gür

Suratımız kartlar açıldıkça asık

Yün kumaşlara diş biliyoruz

Biliyoruz fena tufaya geldik

Ah bulsak da seni bir tenhada

Yüzüne gözüne dik dik baksak

Bir şeyler ima etsek yere bakarak

Okul aile birliğinin tertip etmiş olduğu

O hoş gelinen müsamerelerde mevsimleri temsilen

Herkes bir şey olmuştu ondan gayrısı bahar

Rolünü sular seller gibi okurdu ezberden

O geldiğinde sahne boşalırdı

kış kış


 

ÇİRKİN

3 Kasım, 2010 | Taha Ayar

ÇİRKİN

I.

Ne zındık ne putperest ne laik

Jenosit deyince içi giden tiplerden değil

Bağlı değil nerden baktığına

Nerden baksan mahzun

Nerden baksan çirkin

Pıhtılaşmaz kanasa parmağındaki kan

Kırılsa kaynamaz kemikleri

Biliyor yastık kimse koymaz sırtına

Biliyor ısrarla çağırmaz kahvaltıya dostları

Annesi değmez bulur emzirmeye ağzını

Çirkinliği bir menkıbedir çünkü

Sorsan kız oğlan kızlara

Ballandıra ballandıra anlatır anneleri

O da haberdardır mutlak

Kendisinden sırlanan bir bazı şeylerden

Mesela haberdardır

Yaşayarak vakit kaybettiğinden

Haberdardır elinde gevur ölüsü

Gibi durduğundan bir demet karanfilin

Yani demeseniz bilmeyecekti

İyi bok yediniz

Doğum gününde ona

ikinci el bir cep aynası almakla

Ama bir bildiği olsaydı

Ya da bir takım politik

Olaylara karışsaydı adı

öne dobralığını sürselerdi bari

Onu her fırsatta çekiştirenler

Yüzüne bakacak kadar dürüst olsaydı

Yatarken son öpücüğü kondururken yastığa

Vurmasalardı kafasına

Bölüşecekti ekmeğini zaten

Konuyu bir hatırlasaydı

Elbet o da bulurdu

Edecek okkalı bir çift laf

Onca sükut-ı hayal

Onca abuk sabuk armağan

Hırlar gibi sevgiliye yalvarışlar

Başı göğe ererdi

O veremli sesine

Bir kulak veren çıksa

Yüzünün bir küresinde heyelan

Bir kadının rahminde unuttuğu o cenin

El yordamıyla seçtiği elbiseler çul

Baştan almak için her şeyi çok geç

çünkü fena yaralanmış soğuktan

çünkü soğuk düşüncesi onu soğuktan

Daha fazla üşütüyordu

Bir zamanlar bir kitapta görmüştü

ölülerin başına gelenleri

Hani kardeşi gideceği gün askere

Anlamıştı düşmanın uyduruktan bir şey

Dünyanın osuruktan bir yer olduğunu

Varlığını özdeşleştirip

Bazen yokluğundan kuşkulanacak bir rabb

Ta gençliğinden bulamamıştı

Bildiği tüm dualar ters tepmiş

Hışm ile ara ara göğe bakışı ondan

çünkü bilir o kadarını ki

Yani varsa

Yani daire-i imkanattaysa

Kesin oralarda bir yerde olduğunu

Kimbilir belki gıptayla

Baktığı da oluyordur thomas aquinas’a

Canı güzel bir hatun çektiği de oluyordur

Neden olmasın hadım değildi ya

Desen ki sevgilisi

Zat-ı şahaneleri pek naz

Kaş göz burun sair hakgetire

Desen ki hamarat mı nerde

Yatakta dindar öpüşürken bağnaz

En çok da kışlardan mustarip

En az çünkü üç gün cenabet

En az çünkü üç gün güğümde su

ısıtmak ona ağır geliyor

Evi iki oda on salon

Tepsiye hep bir fincan fazla koyuyor

Yemen harbinden kalma bir huy

Duvarlarına sinen is

O cennet tasvirleri o büyük ressamların

Karışık gül seslerine kapalı gönlü

Bir kelebekten alıyor bazen hırsını

Sonuna kadar açık

Havalardan artık haz

Etmediğini saklamıyor

Cılkını çıkarıyor bir latife yaparsa

Sıkıysa gülmeyin suratı tam bir karış

Olmadı mahkemeye veriyor

Karınca duası gibi

Kargacık burgacık el yazısı

Dilekçeyle dolu çekmeceleri

Bir zaman senaristliğe heves etmiş

Bir zaman bağlamaya

Sonra sırasıyla

Perküsyon violin batari

Endüstriyel çalıyor

Pencereden görünen söğüt

Şimdi çok daha uzak

Ve uzak şimdi onu

Çok daha korkutuyor

SEVİŞTİKTEN SONRA

25 Temmuz, 2010 | Taha Ayar

Kanırtılmış bir etin tende sancıdığı dem

Bir sarsıntıyla hüzne bandırılmış yatak

Toz pembe şarkılarla sesimizi kısarak

Her canlı cimadan sonra sakardır madem

Öpüşmeler ve baygın ve işlek ve kostak

Gülüştükçe enginden yeşiliz sen ve ben

Ayrışırken buluyoruz bizi bir puta tapınırken

ben ve seni bir enlem gibi bölüyor o kıstak

çarşaf şimdi tenha ve ter ve muzlim ve beden

bir şeye saplanıyor bir şeyin akordunu bozarak

dünyaya sataştığımız o hey günlerli o ıslak

yaz günleri bir kız yüzükoyun siftahsız bir sütyen

ekşi elmalar yuvar yuvar ellerimiz yatalak

yavan bir yemişten arta kalan nem

gidemem mor kirpiklerinle sürgülü her yörem

oraların mütemadiyen engebe ve pıtrak

ne uzak fikri cazip ne yakınlar sevecen

her şey birbirinden kopuk birbirinden muallak

ki kumpaslarla inilen gövdede gergin tuzak

değdikçe birbirine değişen genşeyen gen

kara bir çalılıktır o dikenlerle gür ve dağınık

ezilen böğürtlenlerle bağırda bas bas tepinen

ölü bir dilde inleyen denizler heceleyen

çürüklerini toplar sonra yüzü eğik bir çocuk

gecenin bize güttüğü bu kindir güce giden

bir sevişmeden arta kalan o kaşlardır ki çatık

o tartışmalı omzun bükülü o dudak

bizi sütüyle besleyen azarlarla eğiten


 


4.25.2009

AT ÜSTÜNDE OKUNSUN

Kategori: Tarz-ı Kadim

Ha gülle ha kille ha camla ezilmiş memen

Dibekte döğülmüş ipekle döşenmiş tenin

Kız küs çiçeği oğlan evcimen mi evcimen

Farkında değiller mevsimde olup bitenin


Seğirttim ötemde periler berimde yeryut

Azığım yarımşar narlardı ağzım hep sarsak

Bana yön bana sır veriver tekin bir boyut

Saçlarım güneye taralı batı pek pasak


Danteller kırlentler şifonlar içinde kıvran

Beni ta o eski o uzak sancıya çağır

Bulaklar gibi gür gibi şuh gibi tez davran

Gözlerin eyvallah nadide boy pos tamtakır


Dudak dudağaydık yarıldık ağızdan yekten

Gürül gürül bölündü bir bütüne görüntü

Yıkımsar şarkılar okuduk inleyerekten

Ol nedenden manidar mahfiyen kenzen küntü


Ötüşten tanıdım güvercin neydi çığırdı

Bir hırsla dalarak yokladım nesi var ve yok

Körkütük belliydi ki ruhu epey sağırdı

Bir tizmiş ki sesi incecik görsen sanki yok


Yaz olsun zevklenip ürpersin böcek kanadı

Sarkarak taşsınlar bağlardan meyvalar tir tir

Solaktı o katip çolaktı harfi tınmadı

Kestiler ortadan sağ kolunu ikide bir


Kafadar bir ilahtı arzun tuttun yarattın

Çaçaron kesildin sandın ki yaşantın yaman

Lakaytsın oysa ki külüstür atın ahbabın

Öper ol omzunu şeytanın çıkmasın foyan


Dağlardan bir dağ sun en engebe en engerek

Ete bür kemğe bürdüğün şehirler curcuna

De ki çıt kırıldım tazeler nemize gerek

Madem ki sevişmek kahrolmak ucu ucuna


Ya güldür yeraltı ya ceset ya dört dönen tay

Bulaydık o suyu boğulup kurtulacaktık

İç içe daralan şu basık bu gökler yatay

Kuyuyu örtmesek ne yazar pas tutmuş çıkrık

Kimdüğüm önemsiz pörsüt sen anbean derimi

Zaman ve güzellik gerdekte netti fısılda

Dansa dur dansa kalk sarmaşıp sen sil terimi

Tıslayan yılanlar gib’oldum bu son fasılda


Bir derin dalgınlık değilse ya nedir ölüm

Titirek çenemiz düşmüş mü üpüryan mıyız

Ardımdan kareler giyesin sürmesin dölüm

Dayansın toprağın ırkına hep bir yanımız


‘ki doğu ‘ki batı efsus ki narana yaban

Çakırkeyf ruhunda şenşakrak hani o ritim

Kaç kerre dürtüldün uçkurda kurulu kapan

Alemin alayı gideli beri o yetim


 


REMIX

23 Haziran, 2010 | Taha Ayar

Ahmet Haşim Bey’in “O belde ” şiiri için remix

>

Ve mehtaba sırt dönüp bir sırtlanla anlaştık

Bir kirli sarık marık bir fes ki fularla enfes

çeng ü çegane yetişir bir bozgun yanınsıra

Seni arraptan bozma türk şairi

Rap rap rap

Şarkılar söylerdik beraber

şarkılar tram tram tam tam

değmeye görsün saç telin kordan

çığlık ataraktan dört yandan

gram gram gram

dağdan iner tramvay

lambur lumbur lambur lumbur

kaç defa dedim nezahat

benle lanlu lunlu konuşma

ulan ulan ulan

elma yesek iyi gelir hummaya

iyi gelir gripin her türlü hülyaya

ya ya ya

göle maya çalam mı

ummana gark olam mı

sarkam mı aşağısına suratımdan sonra trompet

dam dam dam

gülü kevgire vur da seyret çıkan cümbüşü

haşa derime ten değmiş de zakkum örümceğe küf

hey gidinin kara kara evreni

kimden dul kalmış da kefareti bize düş

blump blump blumb

sanki gevur kaşuğuna biz bulgur doldurmaduk

sanki ekşi ayranı içip gezmedik hiç küs

gele gele geldik mi kıyısına bu var gidi varın

havar havar havar

çinko kölemen demirdöküm

kana kan dişe diş

üç al bir ödeş

anti depresanlarla geçti ömr-i azizim

aşk ile üç defa ahali

yaylalar yaylalar

alp er tunga mortu çekti mi

felek öcün aldı mi

ha hayfa ha Diyarbakır

ha Ankara ha Selanik

imdi yürek yırtılır

geçti bize gel deyip özü gölgelik gündüz

marş marş marş ileri

ne aşağ ne yukar ne orta ne vefa

ne dündendir içimde fırdır dönen silindir

hırlayan zaman bilmem ne nişanesi

adam mısın sen be

daha kağıt diyemeyon

kağıt kağnı kağan

dam üstünde revolver

dam üstünde saksağan

dam üstünde dam

onun üstünde dam

dam dam dam

elleşmeyin yakarım

kıpraşmayın gülerim

depreşmeyin gülerim

ben ne yapsanız gülerim

hah hah hah haaa

oysa kesinlikle hüzünlü

beni yolladı selam falan etmedi

önüne gelene ana avrat düz git

yedi vadiyi aş karanlık ve güz git

söğüt gölgesi mi belledin oğul sen dünyayı

dünyaya tarafımdan reverans eyle

dünyayı hor görgil

sorgıl nice daha cevrine eylicekmiş devam

gitgil gönlünü hoş tutmagıl

şart olsun ben de paraya pul dersem

sana taha dersem tahaya da kul dersem

iplik iplik olsun çürüsün de cesedi

kabrime çelenk bırank

bir de çaput bağla rengareng

medet um ruyanda seni bastıran ruyadan

um um um um

ama neden albayım

bize ter döktüren başkasının kolayındadır

bayım bayım albayım

neden sarpalaşan yol göze alınır

bir çocuk neresinden katledilse ölür değil mi albayım

big bang big gang ping pong yin yang

her şey biraz körkütük her şey birazdır yatık

biraz daha üstele mora falan çalar gök

ordan bize telgraf çek mektup yaz

okunaklı olsun gözlerinin civarı

şeriat tarikat marifet trafik

zaman diye bir şey uydurduktan beri

ya hep geç ya hep erken

ya zerdali ya fayton ya taksim ya vart

ya ben ya ben ya ben ya ben

ama zamanında uyanan bu memur taifesi

bu memur taifesi bu ifritli kalaba

nereye imza atcağını ezberlemiş kara kravat

ulan katip ulan hırt katip ulan gavat

ahvalımı İngilis maslahatgüzarına aynan böyle yaz

de ki ölüm güzeldi de ahrat olmayaydı

gibi şeyler yaz bir de dibinde kulağının

patlat bir gazel de bilsin biz de hani şeyiz

şey şey şey

dil-i naçarıma darbedilen bu iksle ben mukayyet

iks iks iks

yeni bir açmaz için kollarımı sarmala

bir eski sunağa değer bul beni

bir eski drahmi bir yeni sterlin

çivisini kim çakmış ki çıktı böyle destursuz

hey gidi ne günlerdi bıçağımızda koç başı

sun sun sun

ama albayım terhisimde kaç pare

kaç pare top atılsın

kaç defa demem gerek ki ahım

ki ahım yerde kalmasın

ah ah ah

bırak yerde kalsın

gözlerim bir de açık gideyim

bir son kerre şu denizi getirin

bakayım doya doya

son isteğimdir ha yerine getirile ivedi

belki kafama dang eder

dang dang dang

insan kırılganmış bir dalmış yok skandalmış

yok kanmış bir imkanmış

sıfır iki yüz on iki

yüz sıfır iki on tekrar iki

iki yüz on iki çift sıfır

sıfır sifer şifre şimendifer

ahan da bulduk kelimeyi gerisi şöyle olsun mısraın

şimendifer çuf şimendifer çuf

burda kadınlar ne ince ne saf ü leyli

şimendifer çuf şimendifer çuf

aradım gözlerinde hüznü of fakat hayfa

hayfa ki ne yeats buluverdi onu ne nefi

kıvırt be köçek kıvırt da gitsin melal

biz biz biz

metali anlamayan nesle aşina değiliz

oy heybesinde tavansız gökler taşıyan yar

bu muydu ahd ü peymanın

bu muydu paktın naton

beton karton jeton hatun

ay elinde mendille bize afra yapan yar

ah tafrası alengir ey saçları aşüfte

heykeli dikilesi karısın jerussalem


 

HEKTOR’UN VARLIĞI AŞK SEKTÖRÜNÜN VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN

19 Haziran, 2010 | Taha Ayar


ey hektor

ey banka tirenini soyacağımıza ve sınırı geçip sert içkiler ve

latin kadınlarının bacaklarında sardığı püroları içeceğimize içimizde en inanmışımız

ey daha çetenin niçin ve hangi akla hizmetle kurulduğunu bilmeden ortaya atılan canım hektor

Öylesineydi konuşmalarımız hektor

yani o akşam ateşin başında rom içerken hani bir vurgun yapsak

ya da bir şarkı daha söylesek

her şeyin düzeleceğini falan konuşuyorduk

herkes aklına eseni ağzına geleni tartmadan ölçmeden biçmeden ortaya atıyordu.

kasabanın ileri ve geri gelenlerinden haz etmiyorduk

tamam buraya kadar el hakk doğru

buraya kadar hakikat payı taşıyordu az buz her şey

ama biz

akmakta olana kendimizi teslim etmiş ve yakamıza yapışandan paçamızı kurtarmak ile mükellef olduğumuzun abuk sabuk bilincindeydik

yerlilerden şu kadar at çalsak cukkayı doğrulturuzlar

kasabanın barını haraca bağlasak köşeyi dönerizler

şerifin karısını dağa kaldırsak şantajla turnayı gözünden vururuzlar

vadiye yapılacak yol ihalesine fesat karıştırıp paraya para demeyizler

sonra sadece kulağa hoş geldiği için lafa konu edilmiş onca herze

onca patavatsız kahkahalarla şunca köpürtülmüş biralarla geçen geceler

red kit kılığına bürünüp ortalığı velveleye veririzler

oraya buraya tehdit içerikli isimsiz telgraflar çekerizler

yedi kurşunlu tabancalar alıp sevmediğimiz o ilkokul öğretmenlerimizi

mermi manyağına çeviririzler

mississippi nehri tüccar kanlarına karışırlar

yaşlandığımızda “hey gidi ne günlerdi” diye başlayıp torunlarımıza anlatacak bir sürü palavramız olurlar

Herkese yeni bir takım elbise alırızlar

bir sürü sığırımız

rengareng kementlerimiz olurlar

daracık kot pantolonlarımızda çıss edip parlatacak kibritler temin ederizler

kara kara banka tirenlerinin hülyasıyla yanıp tutuşuruzlar

içimizde mapus damına düşenimizi kurtarmak için hücrenin korkularını atlarımıza kalın sicimlerle bağlayıp vınlarızlar

yok eğer dünya halidir hani, kaçıramazsak ya da kaçamazsak

mapusa arap sabunu temiz don sert tütün ve kaçak çay getiririzler

izimizi kaybederizler

Bold karakterle yazılmış gaste ilanlarıyla her yerde aranırızlar

Başımıza büyük ödüller konulurlar

Aranmanın ve gizemli olmanın baş döndüren adıyla türbesiz los angeles şehrini arşınlarızlar

Amma ve lakin

Yer yarılsa da yerin dibine girecek işler yapmayızlar

Çünkü bilirdik şehrin batı yakasında karanlık adamlar vardı

ve bu karanlık adamlar bir böyle karanlık gecelerde

taze kadın mezarlarına dadanıp

onların altın dişlerini levyeyle kırarlardı

ve gider o dişlerden kazandıkları parayı borsaya yatırırlardı

Ama biz hiçbir karanlık gecede

hiçbir taze kadın mezarına dadanıp

altın dişlerini levye ile kırmayacak

gidip borsaya para yatırmayacaktık

parayı istif eden puştlardan olmayacaktık

Belki evet “banka tireni göründü” narası koyverilince

pavlovun itleri gibi salyamız akmaya başlayacaktı

elimiz ayağımıza dolanacaktı sevinçten

ama ele geçirdiklerimizin hepsini o dakkada har vurup harman savuracaktık

istavroz çıkarana secdede olana ve yom kippurdaki kimseye bulaşmayacaktık

kimsenin diz kapağına nişan almayacak

faraza alsak bile şamatasına havaya ateş açacaktık

salona girdiğimizde

ispiyoncular görmesin diye bizi

o bizim de tuhafımıza giden ama racondandır hesabı giydiğimiz şapkamızı

burnumuza kadar indirecektik

yan masada bizden bahsedildiğini duyunca hafiften kasılacaktı koltuklarımız

ama hiç renk vermeyecektik

oralı olmazlanacak gerekirse biz de okkalı küfürler savuracaktık şu haydut sürüsüne

ve sanirsam gerekecekti

işler boyuna yolunda gidecekti

o banka senin bu banka benim şu banka o arkadaşın diğeri falanın

şeklinde devam edecekti hayatımız

anneler bizimle korkutacaktı sığır gütmekte inat eden veletlerini

literatüre geçecekti adımız

namımız yürüsün diye boy boy resimlerimiz asılacaktı meydanlara

ulusal güvenliği tehdit eden en şirret unsurların başında gelecektik

sosyologlar ve pisikologlar açtığımız yaraları sarmak için teşrik-i mesai harıl harıl çalışacaklardı

kara bir leke ağır bir vebal es geçilmesi olanaksız bir boyun borcu olarak anılmak istemeyecektik

bize faydası dokunmayan kilisenin papazından Pazar ayinlerinde lehimizde açıklamalar yapmasını sağlayacaktık

adımıza hutbe okutacaktık

göbekleri çıkmış kızlara silahların gölgesi altında fal baktıracaktık

eyalet valisinin kamusal alan addedilen odasında fütursuzca osuracaktık

pencereyi açmayı teklif ederse alınganlık yok ısrar ederse namlunun uçcağızını gösterecektik

Vali mali vız gelecek tırıs gidecekti

Biz şehre indiğimizde şehrin bütün kızları pısır pısır “bak bunlar onlar değil mi” diye aralarında fısıldaşacaktı

Başımıza büyük dertler açacaktık

Beyaz kıçımızdan başka nur topu gibi sorunlar edinecektik

şehirlerden tiksinecek şerifin şapkasına pisleyen kuşlara allah rızası için yem dağıtacaktık

biz dahil kimse ne yaptığımıza bir anlam veremeyecekti

kültürel bir tabana oturtamayacaktık belki yaptıklarımızı amma

amma

tarihi .ötünden anlayanların makatından damacanayla kan alacaktık

bilimsel bilmeyimsel tezlere konu olacaktık

bize ilmi metodlarla yaklaşanların kaşlarını alacaktık

akademik deformasyona uğrayan cücelerin geçtikleri yollara pusu atacaktık

elimize ikinci el bir pelerin geçirirsek at üstünde daha fiyakalı görüneceğimizi sanacaktık

özellikle bir yeri havaya uçurduktan sonra patlamaya sırtımızısuratımızı dönüp

alın dik kaş çatık göt kalkık el tetik göz çekik

bir vaziyette kameraya doğru ilerleyecektik

kamera yaklaşırsa bir iki gözyaşı döküp

çete ayağına ne acılar çektiğimizi bilmeden bizi izleyenlere duygusal anlar yaşatacaktık

öldürdüklerimizin leşlerine silah atmayı asla kendimize yakıştıramayacaktık

centilmen bulmayacaktık yan taburede oturan barmenin manitasına iş atmayı

metal yuvarlakların altın olup olmadığını dişlerimizle ısırıp test edecektik

şayet sahteyse, “bu sahte!” deyip hışımla uzağa fırlatacaktık

daha kuzeye gidecektik

olabildiğince kuzeye

sel yatakları boyunca at sırtında kilometrelerce yol tepecektik

apış aralarımız yanıp yanıp duracak ama bunu erkekliğin kahreden bir alamet-i farikası olarak metanetle kabullenecektik

sonra altın aramaya çıkacaktık belki

kesin bulamayacaktık

bulsak da içimizden biri bir punduna getirip bir çuval inciri bok edecekti

belki bir define haritası da ele geçirecek birkaç dolar için birbirimizi satacaktık

bankayı soyduğumuz gece vadinin kayalıklı bir yerinde

atlarımızı suvardıktan sonra uykuya dalıyormuş gibi yapacaktık

oysa hiçbirimizi uyku tutmayacaktı

herkes alesta

herkesin kulağı kirişte

herkes menfaatinin olduğu kapıda ne anasının gözü olacaktı

en ufak tıkırtıya gereksiz oranda tepkiler verecektik

yanımıza almışsak birkaç şıllık içip içtirip sonra duygularıyla oynayacaktık

içine toz toprak kaçan armonikamızla bizden uzaklarda çıkan iç savaşın rağmına evlere şenlik bir türkü tutturacaktık

ve evet hektor

içimizde kimse inanmıyordu bunlara

senin tek sorunun buna en çok inanan kişi olmandı ahbap!

ha belki ahrette yakamıza yapışıp diyeceksin ki “siz de konuştunuz!”

ama azizim!

canım hektor !

gece valla uzundu

ve rom etkisini göstermeye başlamıştı

ve şerifin vurulmasının bize hiçbir faydası yokken gittin vurdun şerifi

hektor sınırı geçtikten sonra da dalgın ve düşüncelidir

hektor silahını yağlarken uzaklara bakıp iç çekerken de yakışıklıdır

hektor geç kalmanın eve dönmüş halidir

Ve hektor sen ölsen biliyorsun filmini yaparlar berbat bir müzikle Ve çetede ilk ölen olduğun için halivudun yılışık seyircisi film daha bir zevklenecek diye beklerler inan sen vuruldun diye kimse beyaz perdeye saldırmaz hiçbir taze sen vuruldun diye ortopedik yatağına teatral bir hareketle kendini atmaz ve meksika sınırı çok uzak hek çok uzaktı ama sen tuttun sınırı geçebileceğimize inandın siz gidin ben onları onbeş yıl oyalarım dedin

Ve hektor ispanyol aksanıyla konuştuğun ingilizcenden hiçbir zaman hazzetmeyecek şerifin adamları şerifin adamları ki cumaya gideceğiz diye izin alırlardı şeriften sonra kasabanın dışına çıkıp içerlerdi ve sen bunlara bir anlam veremezdin

behey hektor

behey iki doğunun ve iki batının en hızlı ah çeken haydutu

behey içimizde ilk vurulan


 

rübai-ömer hayyam

9 Nisan, 2010 | Taha Ayar

TA EZELDE BÜYÜK AVCI

TUZAĞA TANEYİ KODU

BİR AV BELLEDİ KENDİ ÖZÜNE

ADINI DA ADEM KODU

HER NE VAR EVRENDE

EYLENEN İYİ YAHUT KÖTÜ

KENDİSİ EYLEMEKTE DE

SEN Ü BENİ BAHANE KODU


 


GüZELLiK SALONU

24 Mart, 2010 | Taha Ayar

GüZELLiK SALONU


Ki parfüm baygındır ki ıtır pişman

Havaya bulaşmış tomur tomur gül

Tertemiz fayansa yansıyan bayan

Birazdan kan tutar ölür ve virgül

Tüyleri yumşacık elleri narin

Saçları kabarık ora bura şiş

Bir şarkı dilinde ince baharin

Göz yuvarlağı dar dudaklar geniş

Kılı kırk yaran o bakıştaki kin

O süzüşler o o kulak memesi

Göğe sığnak sinen sinen pek engin

Sana ne güzel ey bühtan etmesi

Modaya pek uygun ısırdığın şey

Afferin nazına bravo sesine

Yanağın kamaşık her yanın güney

Ellerin rimelin ilk hecesine

Çelişkili bakış karnı tok aşka

Bize şarab içir tersimiz dönsün

Aşka sır bulamış ve basmış faka

Fer kalkmış gözlerde sarkık sağ göğsün

Gözlerinden sonra başlayan boşluk

Aşka denk geliyor hayat bahane

Beni ey durmadan yoklayan yokluk

Burdayım şairim ses ver daha ne

Pişmanlık ve yasa gereği üzre

Sen anneni iste bense hakkımı

Bakteri gibi sen çoğal art üre

aşkla bölünürüm ben böyle aşkı

Zaman aleyhine işliyor kadın

Aleyhine büyür baldırda varis

Orana solüsyon orana saten

Parizyen bir çorap ilk aşktan bir iz

Yüzünde velasr yok elbet evde kal

Muşmula suratlı son duyduğu şey

İlk kocası moron görümce çakal

Çocuğu çelimli aydın bir birey

Dedim avro nedir dedi kıblemdir

Dedim döviz düşdü dedi yalandır

Dedim aşka şike dedi hadi be

Dedim ver öpeyim söyledi ya şiir

(aslında tabi ki burda bir mısra daha gerek/bir mısra /kızın canyakan yerlerinden /şiddetle bahseden/ hem uyağın selameti açısından /hem bir nar kırılırken dağılan/taneler gibi)

oy gözünü devin bozuk elma kok

tene ten ezişek dize diz değin

kirpikler rokoko parmaklar barok

bize ey dil döktüren nerde eteğin

sabahın uyanıp gördüğüm sensin

ne zaman sokuldun koynuma körpe

yosundan saçların o kaypak lensin

içimi bir hoş et ey öpe öpe

titriyor görünce beni tam ortan

sırtın ter içinde derin bir perde

seğiriyor kaşın hele avurtun

sen de haklısın kızlık var serde

ruyalı gözleri her fikre açık

konken küt saç derken maymun iştahlı

şizofren kuzeni hep açık saçık

müzikler dinliyor capjazzlı bachlı

kaşında bir yay var ağzında mühür

fena kız değildir zevkleri matrak

kandilde pek dindar fikir vicdan hür

kışın çok yağışlı yazlayın kurak

ne giyse yakışır gevurun kızı

o şeffaf tenine zeytuni sabun

eskiden periymiş elde cımbızı

tanıyanlar dedi dişliymiş hatun

Releri yuvarlar aman da aman

Bir kendisi cicim gerisi rüküş

Bir kokusu var ki iç gıcıklayan

Firkatli bakayor alnı hep yokuş

Bir de nazla kırıt sev de sevmezlen

İşin gücün fiskos sonra magazin

Ya çocuk ne olcek ya halk ezilen

Ölümü gör sus der ah hazin hazin

Pencere dolusu saksıları boş

Son umudu oydu o da fiyasko

Ziyaret ettiği mezarlık salaş

Bir kadın leşine saklamış oku

Bir yemiş düşürür gülerken hatra

Sıkı dokunmuş saç gevelenmiş laf

Öpmekten katiyen mest arasıra

Konuşmak kirletir bulduğu son sav

Düşümü hayra yor beni aşka yor

Tenimi teğet geç beni gülle tart

Nasıl da sarsılmaz mağrur durayor

Bir kezden ne çıkar şu kulu şımart


 

PUTPERESTLiK KILAVUZU

22 Mart, 2010 | Taha Ayar

BAB-I EVVEL

[Esasında yazar bu yazıyı önce arap harfleriyle klavyeye almayı fikretmiştir. Ilkin çok parlak gelen bu fikir, yerini daha sonra bir takım siyasi kaygulardan ve ! korkusundan ötürü latin harfleriyle yazma fikrine bırakmıştır. Bu da böyle bir anımdır]

Kalas beyler, yaşında eşek kalmayan zırtapozlar, kabzımallar ve şehrimizin ter ü taze, etleri öpülesi koklanası cancıklar!

hele sizler..hele sizler..

Puta tapmak her ademizadin harcı değildir ha! Puttur, takla atar pandik atar taparız, taş değil mi anlamaz anasını satayım, “biz ellerimizle yoğurup yapmadık mı lan kefere seni” falanlarla bu iş yürümez.. Putlar insan elinin bezedigi perdahlanmış bir berzahtır: Maddeyi manadan en mustehçen biçimde ayıran en kesif perdedir. Beri yandan put ile kat’-ı merahil edip özge alemler temaşa eylemek arzusu ham bir hayaldir.

öyleyse ey kari,

Herkes biraz putperesttir. Biraz daha hatırlasak o varlık çarşısında seni kaybetmiştim. Suratlar dudaklar çeneler sonra bin türlü tebessüm bin türlü ağlama şekilleri asılı duvarların önünden başım eğik geçtim. Hiçbirisine sen diye bakmadım. Yüzünün kıvrımını bir kızın tam tramvay bileti alırken yüzünü çevirişinde buldumdu. Sonradan çıktı bu sıratlar, tatlar, damaklar, geç kalmaklar, latlar menatlar…

Putperestlikte kimse tanrılık iddia edemez. Zira tanrının her bir yeri belli. Desen ki tanri o büyük resmin ressamı. Diğeri der ki tanrı resmin ta kendisi..oysa putperestlikte tanrılık iddia eden taş olur taş! Diger yandan putperestlikte ateizm resmen abesle salak sulak işlerle iştigaldir. Düşünsenize herif tanrı yok diyor, bir solukta eve koşar putçağızı kaparız ve sozkonusu kişinin gözüne sokarız putu. Kadim Yunan’da zaten tanrıya inanmayanlar kafadan psikopat ilan edilirmiş. Yani o kadar tanrı arasından tapacak birini bulamadın mi be yegenim?

Puta beddua da bir tur putperestliktir. Binaenaleyh ki tav’an ev kerhen herkes bile isteye yahut bilmeye istemeye bir şekilde putperesttir. Putperestlik en az kadınlardaki baş ağrısı kadar bakidir. özellikle yatmadan önce başgösteren katastrofik baş ağrıları.

Ve put insanlık durumumuzun sınırlarını tayin etmekte olan en kaba kıstastır. Ve put maddenin koşa koşa olup olabileceği ve iltica edebilecegi yegane melce’dir. Işte oh be burada Marx çuvalladı. çünkü put buharlaşmadi. Aksine o putvar saydam peri yanımızdan geçtiğinde birleşik devletlerin letafetleri resmi makamlarca tescilli hatunlarının oturduğu masalarda hummalı bir tartışma başladı. Herkes güzelliğini sigara paketini çıkarıp masaya lars diye koyar gibi koydu. Bir bazısı ahududu aromalı café lattesini çiçekli elbisesine döktü. Garsondan çığlık çığlığa peçete istendi. Garson da katıldı tartışmaya. Bir iki tanesi masadan uzaklaştı. Ikindiye kadar hilaf u cedelle geçirdik zamanı. sonra devasa bir ihaleden eli boş dönen kodaman iş adamları gibi döndük evlerimize. Puta gelince, put sırra kadem bastı.

Bu sınıf mücadelesi, bu medeniyetler toslaması hep senin gül yüzünden çıktı ey put.

çünkü ey put. Seni överken boynumuza bileklerimize taktığın zincirlerden başka yok kazancımız.

Put bir süreçtir; kahve çekirdeklerinin espresso olmak için can attığı bir koşuşturmadır. Tabiri caizse put, gördüğümüz ve görmek istiyor olduğumuzun dudak dudağa geçmiş durumudur. Kendi kendini gösteren bir ayna. Azıcık bizi de göster desek hemen çatarsın kaşlarını ayrılıkçı IRA gerillarının ingiliz yapımı otomatik silahlarını çattığı gibi.

Put esasında maddenin en devingen halidir; insan telakkisiyle madde formunun yaptığı muvakkat bir mütarekedir. [modus vivendi] Put bizim de içinde bulunduğumuz dışımızdaki dünyayı algılayış modumuzun boynuna asılan bir baltadır. o yüzden daima sürekli şimdiki zamandadır. Yani put var oluyorluğunu öncesiz ve ertesiz bir noktada bina etmiştir.. bu an-ı ebedi dile dahi sinmiş zaman algısına yönelen gramatikal bir şiddettir aynı zamanda. Görüyoruz taştan. Duyuyoruz taştan. Dokunuyoruz taştan. Sanıp onu sen. Tapıyoruz taştan.

Putlar hakkında atıp tutan tek tanrılı din mensupları da biraz daha temkinli olmalıdırlar. Zira bu put neyimlerin çakma da olsa korsan da olsa böyle bir iki tane cehennemleri falan varsa adam kadın yaşlı çocuk demezler iflahını sökerler adamın! mızıkmanın alemi yok! bir yandan huşu içinde putcağızın önünde in kalk, sonra mabetten çıkar çıkmaz fındık kır! 

bir defa her şeyden once favete linguis! Dindarane bir sükunete müstağrak bir halde sürdürün kendinizi. Oysa benim dünyaya zırnık borcum yok iken tepemde fıldır fıldır dönmesinin anlamı nedir? Güç bela kendisini bana sevdiren üstümdeki mavi gök kubbeyi anladım. Eyvallah. Bir pagan gibi hoşlandım kırlara yalın ayak basmaktan. Tamam. Elime bir baltayı yakıştırana kadar döktüğüm terlere bir anlam yükledim. Indirildiğim gövdenin boynunu bir teberle geçmeliymişim. O kadar edepli olmalıymışım ki tek vuruşta mağdur etmeden avımı katletmeliymişim. Oysa dünyaya benim zırnık borcum yok. Baldırı çıplak putlar önünde dizlerimin bağı çözüldü. Dilim damağım kurudu. Yanlış nesneden yanlış bir şey umdumsa ve talebim yerine getirildiyse şimdi ironic bir el hareketiyle dünyaya orta parmak.

Ve kadınlar mabette erkeklerin sükunetinden daha manidar ve daha maddidar bir sessizliğe bürünebildikleri kadar bürünsünler. Ağızlarına bir çakıl taşı alıp mabede öyle adımlarını atsınlar. Kadınlar akıllı olsunlar. Tapınağa börek çörekle gelmesinler. Emzikli ve savaş malülü kadınlara yer ayrılmamıştır. Aksi yönde hareket eden kadınlara henüz yazının icad olunmadığı karanlık çağlarda yapılan muamele icra olunmalıdır. Kurban etmek. Haddi zatında kadınların mabede gelmesi zaten bidattir. çünkü kadın çoğalır. Bir kadın hiç bir zaman 1 kadın değildir. Bir kadın birkaç kadındır.

öyleyse ey kari!

puta tapmak ciddiyet ister. hele muhafazakar camialarda endazeli yürek ister! istediğimiz, somun bir ekmek kadar somut olarak dokunabileceğimiz, makara yapacağımız, dalgamıza bakacağımız, gerekirse asimetrik bir kafa atacağımız bir tanrı değil mi? değil mi lan!..al sana put. tapacağın vakitleri kendin belirle. sistemini kendin kur. tahrif et taltif et tezyif et tekfir et testis et teslis et temcit et terfi et tenzil et tekmil et terhis et tenbih et telkin et tetris et teshir et tenzih et teskin et tescil et teşhir et teksir et siktir et!


 

KAN DÖKMEYE ÇAĞRI

16 Mart, 2010 | Taha Ayar


KAN DÖKMEYE ÇAĞRI

Senin kan dökme tutkun canımıza can katan

tabancaya taptıran secdettiren baruta

bu ağırdan alışın kaatile gül derdiren

meleğe taş çıkartan haruta ve maruta

sana bir lakap taktım narlardan daha ekşi

daha gürlek ve torlak katmerli küfürlerden

ağlak gözünden aksın yaşların dördü beşi

yağmur güya sıvışmış alaman tentelerden

ne yaran kapanası ne öykün kanasıdır

ben olmasam kim açsın o telli duvağını

sen hiç türk olmadın ki bu ne yaygarasıdır

o sırrı sen aşırdın kolla solun sağını

tene gün değmeden bilemezsin kırba ne

bu kartadak ısrılan al şeyin kurtlusunu

arkasından bel bel baktığın gölgesine

bir görksüz cenazeydi bırak şusu busunu

içimizde bir ses var küseğen bir ses sesi

bir çocukken kalleş bir pusuda sus olmuş

kulağında cıyak bir kapı menteşesi

bir kapı menteşesi gürültülerden oluşmuş

tırlatmış herhal şair ölümü şey zannediyor

bize arka çıksa ne güle köstek olsa ne

tut sen çiçek gibi kızı orasından cart ayır

ölüm yaramadı sana bir de aç karna dene

çekeceksek çekelim serbest şiirin ipini

tiyatronun balenin şeytan görsün yüzünü

yare soyut yaklaşan o ressamın tipini

çıktık erik dalına da nerde bunun üzümü

Kaçarı yok avımsın öyle ordan kaş göz et

Bıçak üşür üstüme o kuşu yerle bir et

Varlığım varlığına tuz olsun biber olsun

Bir seni çeker canım gerisini siktiret

Neye değse fos çıkmış yerinde bir yılan leş

Yükte yeğin olanlar geçti yanından vahla

Şeytan tüylü redingot papaz kılıklı gebeş

Artık devam edemez insansı bu günahla

Batıya ordu sürdük hehey ne şahane gün

Elimizdeki yayla neye değsek öldürdük

O toynağı rengarenk o anlı şanlı düğün

Ertesi pek yaslıydık ah ellemeyin güzdük

Bir taşı düşünürdüm bir hal gelip çıldıran

Bir kızı da yazlayın yüzü koyun uyurdu

Bir yüze aittin sen kargılar barındıran

Sonra da üşüdüğünü dev bir melek duyurdu

Şimdi orda her şey kor her şey biraz ateşin

Tutkal gibi bir şey var ölümle aramızda

Ölümle aramızda bir görgüsüz bir haşin

Yaşamak diye bir suç hiçlik olan sonunda

ey daha yaz gelmeden bizi neden terk ettin

neden gömdündü bizi öyle nefes nefese

anadan doğma üryan nedir senin hikmetin

nedir bu güttüğün kin uluorta herkese

bir sen kaldın bıkmayan böyle kan şorlatmaktan

ah leylaklar ağlardı bahçe görünce seni

ey yoku da yaratan o biçimsiz hiç yoktan

kan yalaşmış varlıktan ver kıssadan hissemi

bizde adet böyledir çığlıklı bu çarşıda

günlerimiz teleftir gözümüz kan çanağı

işimize gelmezse sallarız hem arşı da

yırtarız bir çırpıda mis kokan bir yanağı

tav olduğum doğrudur saf gümüşten bir tene”y

bakışları pek yırtı pek arsız ayartıcı

ey gönül bileyleyen burnu aşka sürtene’y

damara diş geçiren ölüm biricik harcı


 

HİKAYET-İ HERASİDEN-İ DUHTERİ EZ SADA-YI YAREŞ VE GÜRİHTEN-İ HEMAN DUHTEREK EZ AŞIKEŞ VE PENAH BÜRDEN-İ U BE TARAF-I RAKİBAN

10 Mart, 2010 | Taha Ayar

HİKAYET-İ HERASİDEN-İ DUHTERİ EZ SADA-YI YAREŞ VE GÜRİHTEN-İ HEMAN DUHTEREK EZ AŞIKEŞ

VE PENAH BÜRDEN-İ U BE TARAF-I RAKİBAN

Sırf sevdiğim kız ayrıldığı için benden

Bir iftar sofrası biraz sonrasında

Trakyada ki özellikle tekfur dağında

Soğusun diye içlerine buz konmuş

Minyon minyon rakı bardaklarında

Serinletsin şimdi boğazlarını göçmenler

Sırf sevdiğim kız ayrıldığı için benden

Şayet sevdiğim kız ayrılmasaydı benden

Ta beytüşşebaptan duyardık ezanı hala

Ve şehvetli bir adam gibi gelişini yazın

Anlamazdık çıtırların işli dantellerinden

Muhakkak bir şeylerin olacağı tutar

en az üç gün çalardık felekten

ve belki yaşaya yaşaya aşındırdığım

O kadının küçümen gözleri sen

şayet sevdiğim kız ayrılmasaydı benden

gel gör ki sevdiğim kız göze

aldığı için ayrılmayı benden

ağır gelecek kanatlılara

o canım boyuncağızlarını taşımak

ağrına gidecek akşamın çökmek

ağrına gidecek atın çatlamak

ağrına gidecek ruyalanmak ergenin

ufacık tıkırtıya uyanacak çoğumuz

çoluk çocuğunu kahir çoğunluğumuz

aşktan şiddetle men edecek

sevdiğim kız göze

aldığı için ayrılmayı benden

eğer sevdiğim kız ayrılmasaydı benden

dünyaya bir şans daha allahın anısına

ben bir yandan uzaklara yakışıklı bakar

daha derli görünürdüm aynaların oralarda

yoracak biri vardı var iken o yorgunluğumu

şimdi ne yalınızlık ne şarab ile dolar yeri

eni konu izah ederdim siz ulu’l elbaba

bir gülün bana bir gürz kadar ağır geldiğini

eğer sevdiğim kız ayrılmasaydı benden

hayfa ki sevdiğim kız ayrıldığı için benden

belimizden aşağlarda gezinen hayvan

besmelesiz ve destursuz boğazlanacak

sonra çirkin kızların kuvvetle muhtemel

alayı cehenneme vesair gidecek

tüm bir yaz bütün tatil beldelerinde heyhat

sayfiyelerde ve hamaklarda heyhat

fingirdeşsin aşüfteler işadamlarıyla

kına yaksın diğer yandan .ötlerine

zen-meşrep şairleri bu şehr-i stanbulun

hayfa ki sevdiğim kız ayrıldığı için benden


 

GAZELLEME

4 Mart, 2010 | Taha Ayar

GAZELLEME

der ta’rîf-i sehî kaddeş ve çeşmhâ-yı dürüşteş ve bûy-ı anberîneş

درتعریف سهی قدش وچشمهای درشتش وبوی عنبرینش

Denizi arkasına aldığından olucak

Kahveyi göğüs hizasında tutuyor

Saçından zırt pırt azar işitmiş belli

Ellerine dokunsan kalbi çıt kırılıcak

Nasıl beyaz her yeri özellikle her yeri

Bir tüle çağrışımlı bir göle eğilimli

Kanırtılmaktan memnun ayartılmaya hay hay

Tam öpmelik ağzıyla ağzıma değinmeli

Öyle değil mi ama ey topumuza toptan küs

Kıskançlıktan çatlicam günahımı savun

Ey cildi kadifeden dişleri ey ak ak

Kokusu gül içerikli yürüyüşte rahvan

Sana ben yılışmadan bu hendeği geçersem

Beni bir hortlakla an bir periyle değil

Senin üstünde titremeli çalmalı bam telinden

Haspamlı konuşmalı canım cicimli değil

Hakkını yemiyeyim var sen beni hor gör

Tırnağın etmez senden üç önceki sevgilim

Bakanlarda bir iş yok hışmına uğrayana sor

Bir de dindar geçinir mumu sönünceye değin

Rüzgar bir arbededir gastelerle güreşen

Körpelerle süslenmiş sahifelere tos

Eteklere ilişir ve okur kadın denen

O en kutsal kitabın en ayıp ayetinden

Tâhâ’ya ne dedin de böyle afra tafralı

Son asırdır pek şair pek havalı duruyor

Bir ziyafet vaat etmiş şöyle geniş sofralı

Adama o değil de yaşaması koyuyor


 


 


BİR ETEK RÜZGAR BEKLİYOR

pelin batu’ya


Ne şuh ne tüh sadece yağmurlu havalardan

Bir zaman çok çekmiş de yüzündeki kuraklık

Bir kumrunun su içmesi o derin kurnalardan

O boğuk rüzgarlarla saçların gayetle ne şık

*

Bir internet sayfasına dadanmış kitap kurdu

orda bir yanlışlık var bir kıtlık söz konusu

Ey zebercetten kürsü lal ü epkem puttan gül

Tut tapın sen kendine günahın boynumuza

*

Ellerimiz biz onlarla seni bahçelerde avuttuk

Bir pergeldir kavradık seni ta en belinden

ta başından aşikardı puf desen tepetaklağız

Bizi gözlerinle destekle gözlerin ki güverte

*

Damalı bir eteklik bir de rüzgar esmiş hoş

Ey her uzvunda dertten yekpare ince bir gam

Akıl dolu bir endam bir endam ki bize hep yan

Bizle hep alay geçen dudakların kanasın

*

Karartarak yüzünü öyle fütursuzca gel

Bak diyorum kızartarak yüzümü burası çok önemli

Yüzüne şöyle mutantan politik bir işve takın

Bak diyorum sarartarak ama dinlemiyorsun ki

*

Bizi memelerinle avut zaman yoksa geçer mi

Gina geldi erguvani kablolar arasında

Saçlarından söz etsek aha girdik mi küfre

dinime aşk bulaşmış iflah olsam şaşarım

*

Herkes çok iyi burda rabbim havalar da pek pus

Pek şanlı bir tarihle günlerimiz geçiyor

Bir yalnız bazen sancı devrik liderler hep küs

dünyaya çemkiriyor firsant buldukça şairlerimiz

*

hani ben büyük şairim yelelerim bile var

Güvensizleşir sevdiceği yanında eri görünce beni

Ben ne büyük şairim pelin şuna bir şey de

Bir şey de dünyaya da üstüme çok gelmesin

*

Nerden baksan tahadır elinde çatal sapan

Dünyanızdan hazzetmez melek kıyım gözleri

Bir periye söz verir geç kalmak boyun borcu

Bir gazel okusam da hesaptan düş be tanrım

*

Ey debdebeyle dik uçmak ey hurilik yatalak

Bizi orta yerinde şehrin öpe dur çimdikler at

Öğrettiğin şarkılar burda ağıta döndü bak

Ağzından içtiğim alkolün etkisiyle sütliman

*

Oysa bağrım kan içinde markasız giydiklerim

Bu halimle şahı gelse hak vermez çektiğim acılara

Angaryaya yorulur haminto ah vahlarım

Rakımım da yüksek ya dolu rüzgarla başım

*

Devrim dedin azizim ama bunlar marş çıktı

rosa lüxemburg’u saymazsak elde var elsa

Hayırlısıynan anasını bir ک س şunların

Tavanlı gök altında pelinle çardakta öpüşürüz

*

Sana değip esriyen omuzlarım kalaba

Ruhundaki havaya dünyaları değişmem

Bibedelsin ya ondan bana gönül koyarsın

bana nazlar yaparsın kimseye yapmadığın

*

ben oysa bir meleğin kendinden geçmiş hali

bir tesadüfüm ki allah ta gönlüme göz koymuş

bana neden kalmasın seninle sabahlamak

neden yar olmasın bana denize kıyım bile var

*

laf aramızda koyun gütmekten anlarım

biraz da psychedelic türk sanat musıkisi

çeneleri gelişmiş ciklet çiğnemekten kızların

kalın bileklerine bilsen ne umutlar bağladım

*

güvercinler yarışır o ter ü taze boynuna ramak

kala ben gecikirsem her şeyi zamandan bil

zamandan bil katlimi dünyaya sataşmadan

fosforlu bir kalemle çiz altımı üstümde pek dur

*

Bir mülayim yel yalnız kopsa gelse güneyden

Kopartarak gülleri o durgun saksılardan

Güğümlerden sütleri dökse bir melek hurra

Burası ben kaynıyor bir kıtlık söz konusu

*

demek ki kendimizi atacak ne bir irtifa

ne de fiyakalı duracak intiharımız haber bültenlerinde

uzmanlara kalırsa aman ha ki kalmasın

gün gibi ortadalığı dünyanın bize göre olmadığı


 


 


ASPİRİN YAHUT KALAŞNİKOF

tut ki tuttu ağrım

arazide kaybolduk

içtiğim şaraplardan ağzım buruş

avurtlarım çökük

içim içerim bihuş

geciktin eyvah eyvah !

ensende şamar topuklarında palaska

içimde sızım sızımken böyle jerusalem

bilesin dönmem yüzümü kabene intikam!

ah senin başın ne güzel ağrırdı istanbulda

bir nehre dur derdin dururdu

sıkıysa durmasın

alnının çatından vururdun

ne vardı öyle bodoslama abanacak aşka

aşka sır bulaştırmadan edemez misin

huyun kurusun

etrafın sarılmış

bir damın orta yerine pusmuşken hele

ellerin kurusun

sırası mıydı yeşil elmaları hatırlamanın

ah senin başın ne güzel dönerdi öyle oralarda

büyük irlanda hulyasıyla koyun koyuna

yatan ira’lı kızlar gıcır gıcır bir makas

gibi açmışken sana bacaklarını

sen gidip bir arapla sabahladın

namütenahi ahlamaların şuramda düğüm

yetişir günde on kerre küfre girdiğim

öyküm bölük pörçük

yarım yamalak uykum

üstüm açılmış

taze yaralarımdan anlaşılıyor

yok yere vurulduğum

üstemden gelemez artık adın

yadımda kaldığınca sana dert yanacağım

belki yanarken sana yazılacağım

derdini zaten yandığımıza yazıldığımızı

tez gidenler anlamış olacaklar ki

herşey bu yüzden biraz iğfal edili kalmış

herşeyi birazdan bir titreme alacak

türlü rüyalar gösterilecek zorla bize

her şey bir peygamberdir bir yerden sonra

ve biz şu görgüsüz gecenin bir yarısından sonra

kimden bahsetsek sensin!

mademdi her şey bir yanlış anlamağa

bir su-i tefahüme idi kurban

yani sosyalist boşuna ise sosyalist

mesihi boşuna ise mesihi

şimdi bundan kime ne

DeProfundisClamaviAdTeDomine

ah senin başın ne biçim zonklardı öyle

kıskanıp sana yol veren o gül sürüsünü hatırla

ve dalgınlığın bir özür değil anla

seni fıttıracak bu ağrı

çala kalem yazdıklarından namus

gözlerinden fer

alınmış başından o murassa miğfer

komşu kavmin kızları pek alımlı pek hanım

ama nane tırka le ser çoka waye dedi anan

korkma kanın kaynamaz bana

kanımı kaşıklamak istediğin besbelli

kanım aksa rahatlarım belki

belki bir william burroughs vursak rahatlarız

oh be deriz dünya varmış

deriz ne o öyle cübbenizde müstehçen ayetler

ağzınızda sarımsak kokusu falan

ah senin başın ne güzel ağrırdı öyle

ne olurdu kitabında meryem’e değinmişken

bana da değinseydin

yoklasaydın benim de çiviyle ayalarımı

içime düşen kurdu gebertseydin

içimde kendime ilişkin kuşku gırla

bu yüzden dönüp yüzümü o

melek entarisi yapıya

salya sümük ağlamak istiyorum

bu yüzden bütün kadınlara

onlarca çocuk yaymak istiyorum

bütün orospular uzunsiyah elbiseler giysin

çünkü düyorum

hepsinin ayak bilekleri halhaldan

ve suratları hüzünden geçilmesin

sonra benim şu hüznüm

ve durup durup nükseden ağrım

benim ağrım es geçilmesin

ah senin başın ne güçlü ağrırdı öyle

başın ağrıdığında bir şey görmezdi gözün

başın evet ama dönmedi gözün asla

hep bir şey buldun affetmek için

oysa devi haklasan

o derin güvercini bir koyağa fırlatsan

iz sürsen tütün sarsan

bir bıraksan su nasıl güzel kandırır seni

bakma suyun da içinden birşeyler geçer

yer yer o da utanır sıkılır derinliğinden

su dönerse girdap

başın dönerse bir hap

biliyorum sonra herkes

dallarını çırpacağı ağaca gidecek

bazısı boynunun vurulacağı kütüğe

sonra gez sonra göz sonra arpacık

ıskalarsak domaltırlar adamı

yanar çarşı iznin

sırıtma şakası yok bunun

çingeneye çektirirler ipini

çünkü yaralar vardır

kabuk tutmaz namussuzdur

kuyular vardır

içilmeğe içilmeğe

suyu kendinden geçmiş

keşke mütamadiyen düşünüp içlendiğim

bana da vaad edilen topraklar olaydı

özellikle ağlayınca anladın mı şimdi

gözlerim niçin durup durup

yeşile de yeşile çalıyor

ne yani şimdi tutup kendimi

en dokunaklı yerimden vurmayayım mı

oysa ne güzel dönerdi başın

oysa aşka bulaşmamakta inat

eden kızlar geçti sonra sokaktan

dokunsan kırılcak meme uçları

erkekleri çıldırtan boyunlarda çıngırak

yüzlerde makyaj tenlerde pudra

gözleri rimel gözbebeği lens

güneşte pişmiş kallavi bir kaysı yanak

geliriz yamacına kaysının

gümüş kupçeleri seyrekçe

kimse bilmez bir kızı yalnız kalınca

kızla birlik kupçeleri usulca

kaysıya incitmeden çakarız

aynen böyle yaparız

tut ki tuttu ağrım

arazide kaybolduk

şimdi ben kıyısından yanaşmağa

gidiyorum yangına

kanımı bari kurtarmağa

çünkü ateşlere bakıp yorgunluk atan

bir soydan geldiğim aşikardır

vız gelir bana

o yanımın tutuşmuş kalması

başımdan gökleri savdığım zamanlardı

bir kızı kendi öz saçlarıyla boğduğum

ben artık bilesin ne bir eski tüfengim

ne kabzaya kakışlı bir zalim desen

kolonya kokmiycak tenin artık sevin

ölü mahzun şakrak ya da sağ

ele geçsem bile bir heyelan gibi

domuzuna iğreti duracağım oralarda

ah senin başın ne güzel ağrırdı öyle

çat kapı girilir miymiş avluya öyle

pattadak sevişilir miymiş taha

tanımıyoruz ki yekdigerimizi daha

hem sonra takat yetirir misin

kaldırır mı miden

diye bir sor

bir yaşamak için gelmedin ya dünyaya

yırtınsan da dövünsen de şu yağan

bildiği gibi ıslatacak seni bil

ha bunu bildin gerisi bok püsür

dedim ellerim boğuluyor habire doktor

sonra sanrılar

gaipten guşuma aheste bir avaz gelir

şimdi sen bu kanamayı durdurmadan

nah bir cıgara daha tellendirirsin

asarlar adamı be

kalıbına tükürürler hem sonra ayıp

dedim adam bu hüzünle hani öleceği tutsa

cennete göndermezler mi doktor

ah senin başın niçin güzel ağrırdı öyle

uykulardan tükenmiş gözümüzün önünden

şimdi kucağında bir çocukla sarışın

her geçene meryem mi diyeceğiz

iyi ok atamam iyi at binemem

şarabı içmeği beceremem ben

belki yalnız gözlerimi kısıp

uzaklara yakışıklı bakarım

şimdi beni kim anar ki

acayip üşünmüş bir geceden sonra

gidi dünya gidi dünya

tuzdu sıcaktı temmuzdu

ağzım bir mağara gibi uğul uğul

ve boğazlanmış bir hayvanın

derisini yüzer gibi ağır ağır

açtın gözkapaklarını

tut ki tuttu ağrım

sargısı hadi açıldı yaramın

ağzım hadi köpürdü

seğirdi yüzüm birden

ve ben mütehayyir

geniş dudaklarını nicedir somurduğum

bir haspanın koynunda

yüzümden düşen bin parça

oysa senin ne güzel dönerdi başın

yıkıldı yıkılacak bulacaksın beni

yıldızlar arka çıkmıyor olacak bana

yakışıyor diye hüzünlü

görmek isteyenler beni

yüzüm tanınmaz halde

sesimdeki kuraklık

genzimdeki hırıltı

geçer diye bekleme

yalnızlığa şimdiden

alıştır bütün uzuvlarını

bahusus gözlerini

kısa parmaklıklı

kadınlara bakmaktan

şiddetle men et

her ses bir uçurumdur

her bakış bir gözdağı

fütursuzca şarkılar da söylermiş

ruyalar da görürmüş erotik içerikli

güzele güzel demezmiş

kendinin olmayınca

atarmış da kendini

ta o yüksekliklerden

var mıymış öyle damdan

düşermiş gibi

kıza yaşın kaç demek

bütün sular içildi

maşrapamız delik

ateşler de yakıldı

odunumuz sırsıklam

yaşandı yaşanılan

mevsimlerin diyorum

en azından birinde

sadra diyorum şifa

bir merhem bulunsaydı

zorumuz neydi de

yüzümüzü tutmayalım yağmura


 


UNZIPPED MAN

23 Şubat, 2010 | Taha Ayar


Hani şu hala beni niye terk ettiğini anlamadığım sevgilimin muffin yerkenki gözlerine benzeyen siyah deri ceketimi giyip soluğu LAX’te almıştım. Uzaktan bakınca Trinity’yi andırıyordum belki de. Ben ki bir zamanlar uzaktan bakınca allah bilir kimleri andırmışımdır. Neyse…uzak doğuluları yekdigerinden temyiz temrinleri yaparken gözüme açık bir fermuar ilişti. Tuvaletten yeni çıkmış bir redneck… tuvaletten demincek çıkmış bir kişiyle göz göze gelmek de amma gariptir ha. bir tür flagrante delicto. Adam az önce bir çuval inciri bok etmiş. Bazen mesela ayak yolu sırasında insanların yüzündeki o utanç ifadesini izlerim. Adama baktıkça aklıma “Catching The Big Fish”den pasajlar geliyordu durduk yere.

Viski kokan ses:

“The deeper you go to this source the bigger fish you can catch.”

yaklaşıp hafifçe selam verdim. Bir hatunla konuşuyordu. Usulen sözünü bölmek istemedim, bir dakika lütfen diyerek işaret etti. İmza falan istemeyecektim. Sadece şey diyecektim:

– Fermuarınızı açık unutmuşsunuz Mr. Lynch!

Ulan eleman stunt actorlüğe mi soyunmuş yoksa zipsofist mi olmuş oldum. hatunla konuşmaları iyiden uzamıştı. Bu arada sevgilinin inmesine az kalmıştı. Sonra birden David’in başka bir sözünü hatırladım:

“If you want to catch little fish you can stay in the shallow water; but if you want to catch the big fish you’ve got to go to deeper.”

küçük bir baş selamıyla sevgiliyi beklemek için yerime döndüm.

Daha derine inmek için.

Düşük Yoğunluklu Çatışma

20 Şubat, 2010 | Taha Ayar

Düşük Yoğunluklu Çatışma


eriyorken bakırdan teninde ince kolyen

öptürmek için kendini sudan bahanelerle

gıdım gıdım inceden tattırırsın tattırırsan

gözlerin bırakırken yerini o derin yağmurlara

dönersin ikrarından annem kızacak akşam olmakta

gibi eften püften erken uyumalıyım

bilmem daha nelerle

*

dünyaya düşmüşken yolun n’olur uğrasan bize

onarsan bakışlarla kirlenmiş gözümüzü

yanakların bir alla bir iddiayla seveğen

farkı ne bir kelebeği ezmenin seninle sevişmekten

*

şekeri fazla akmış bir kızın rüzgardan kopan ödü

göresiye bakıyor sanki saçlarındaki renk ürpenç

belli ki takas etmiş boynunu bir güvercin boynuyla

öpsem geçer baş ağrın uzan ve anlat sen kimsin

*

senden bahseden kitabın dokuzuncu sayfasında

arsızca seksek oynar kara dutların gövermiş gölgesinde

osmanlıca kitaplar gibi kokarsın koynuma sokulunca

öyleyse beni öpmeye niyyet eden dudakların ne fena

ne fena duruyorum toprak dünya altımsıra

her şey değerek bana bir mana kazanırken

sen nasıl değmeden hiçbir şeye göklerin oralarda

*

birden dünya oluyor birden birden oluyor

dokunmasını bekliyorum güllerden gelirse bana sıra


 

Gazel

19 Şubat, 2010 | Taha Ayar

Hafız-ı Şirazî’nin bir gazelinin lisan-ı türkîde terennümüdür:


“Rose,

oh reiner

Widerspruch,

Lust,

Niemandes

Schlaf

zu sein

unter soviel

Lidern..”


– Rilke –

Dolambaçlı bir ırmaktır o saçlar

Gürdür çapraşık gürül gürüldür

Kabuğunu tekmelemiş çift inci çift nar

O zarif pütürler o narin engebeler

Teninde ter taneleri boncuk boncuk

Şaraptan olsa gerek gülümsemiş esrimiş

Baştan çıkmış o mutlak baştan çıkarcak

Paralanmış gömlek düğmeler tek tek çözük

İzini sürerek sanki bir sarmaşığın

Döne döne ta en derin yukarlardan

“Turning and turning in the widening gyre

The falcon cannot hear the falconer

Things fall apart; the centre cannot hold;

Mere anarchy is loosed upon the world.”*

Tumturaklı şarkılar tutturarak bir yandan

Nasıl da kavramış içi geçmiş testiyi

Yetmezmiş gibi öpülesi yöreleri serin

Yetişir çevreyi çıngara çekişe hevesli gözden

Yetişir çıkışmaya yatkın nokta nokta dudaktan

Dündü gecemi enlemler gibi bölüp

Varıverdi ucuna yastıkta mayışmış başımın

Eğildi!

Eğilimliydi!

Gelişinden belliydi!

Of ki ne dokunaklı

Of ki ne hüzün ağırlıklı bir çığlıktı

Kopardı!

Ey dedi en baştan aşığım olacağı

Mukadder olan bana yazılacağı

Uyku mu o gözlerine yürüyen

SUPERSONIC

12 Şubat, 2010 | Taha Ayar

SUPERSONİC

eve dönmekle ilgisi var bir bazı korkuların

biri kalkmıştır masadan ve bahçe ve hayvan tenha

ağız bir uyuşukluktur boyuna var mı diye yoklanan

şimdi daha düşünceliyiz kıravatımızı bağlarken

kesik bir uzvuz ama gıkımız çıkmıyor işte garip

yani hala bir meyveye laf yetiştirmekle meşgulüz

ellerimiz çok eski kullanışlı görünmüyorlar

işlevsel bulmadığımızdan lafta kalıyor yarin işvesi

bir defa bizle kafa bulmakta ebesini zikrettigim rakip

sâkiye o nâz ile seslenilen devirler geçti diyor barmen

barmene diyorum sek bir şeyler içsek de bir şey eksik

sâki bin yıldır biriken bulaşığı yıkıyor bir leğende

kıza yaklaşıp bakıp saçlarına dokunup nazdan debinip

seslendim de dedim ki siz de mi yoksa eve bir başına

evde soyunup bir girdaba dalarmış güzellik uykusuyla

bir çalıyla çerçeve sesle örtermiş üstünü üşür ise

kıravatımızı gevşettikçe bir şeyler anlıyoruz hmm deyip

daha net ve anlaşılır bizi niyeydi taşa tuttuğu

bir hüznümüz pekişti başka neye yaradın

başka neye değerdin biz içinden çıkmasak

tartışmalar yaratan o büyük tekvin günü

melekler arasında bir adı adem şayia

öperek kapatıyoruz ağzını şeytanın

değdi diyoruz sabaha karşı uyandığımızda sevgiliyle

oldu olacak saçlarından başlasak diye heyecanlanırken

heves hevese bulduğu için yüzümüz kızarmıyor bizi

sapkınlık addediliyor dünyaya karşı konuştuğumuzda

dünya ki en küçük ihtimaldi düştüğümüzde anlıyoruz

sensedim ses etmeden incerek alıştım bir ağrıya

yüzüm mü kırışmadı elim mi titremedi

sen çarparken gövdemi bir peri gövdesine

çalkanan eşyayla aramıza güneşli bir rabb girdi

yüzüm o zamanlar yüzdü elim o zamanlar el

bir bahçeye sığınıp tempo tutardık hora

bu jelatinli şeker bu porselen tabaklar

imlaya gelmez bu his bu cıbıl cıbıl gökler

civatalara bir bak çağlalarla sıkı fıkıyken

biz aşkın bir kabloyla allaha bağlanırdık

nasıl süpersonik tınlardı yarin o kısık cilveleri

şimdi ana arterler tıkanmış gökle aramız bozuk

DER MEDH-İ BÂZİGER-İ DİLPESEND-İ ZİNİDİNE ZİDANE

11 Şubat, 2010 | Taha Ayar

2006’daki Dünya Kupası final maçında, Zindine Zidane, İtalyan rakibi Materazzi’ye kafa atmış ve bu olay tüm dünyada yankı uyandırmıştı. Çok kıymetli şair dostumuz Taha Ayar, Harçin mahlasıyla, Zidane için bir gazel yazmıştı. Afili misafirimiz Taha Ayar’ın bu şahane şiirini tekrar okumanın vaktidir…


DER MEDH-İ BÂZİGER-İ DİLPESEND-İ ZİNİDİNE ZİDANE

ÂFERİN EY FÎFA’NIN BÂZİGER-İ GÜZİDESİ

ARŞA AS ŞİMDENGERÜ KRAMPON-I DERÎDENİ

PEK ÂKİLDİR TAKTİĞİ VÜ MAKTİĞİ NEYLER OL

NİGÂH-I TÎĞİNİ RAKİBE ÇEKME SEN BİR DAHİ

SER FİRÂZ ETTİN LİVÂÜ’L ARABI EHL-İ CEZÂYİRİ

KÂFİRE GÖSTERDİN EL-HAKK NEYMİŞ DARBE-İ ZİNEDİNİ

ZÎR-İ PÂYINDA NOLA EZİLSE GER SEG-İ MATERAZZİ

BİR KAFÂ ATDIN Kİ HOŞNÛD EYLEDİN PEYGAMBERİ

EYLEDİN BİR ATAKLA BERBÂD DEFANS-I DÜŞMENİ

TİM-İ İTALYAN GERÇİ ETTEN DİVÂR EYLEDİ ÇEVRENİ

OL PELE-Yİ ZENGİ SANMA GÖRİCEK ŞOL PELENGİ

DİTREDİ BUFFON ELİNDE DOLANDI MUHKEM ELDİVENİ

OL KADAR EYLEDİ GOL PÂYIN KİM PANİĞİYLE ANIN

LEĞEN-İ GÜŞÂDE DÖNDÜ KAL’Â-YI SAHT-I İTALYAÎ

KARŞU DURMAZ SANA ŞİMDEN SONRA BU OYUN İLE

RAKİBİN GER MARADUNA OLSA SERÂSER BÂZİGERİ

BÖYLE ÂGÂZ EYLESİN ŞİMDENGERÜ ELKÂBINA

GÛŞE MÛŞE YAZARI GASTE-İ FİRENGİ-İ PARİSSİENİ

AFTÂB-I KAVM-I ŞARK SAHİP-HONOUR-I İST Ü WEST

BÂZİGER-İ NÂMVER GOL-ATÂN-I MUHÂCİRİ

SAHÂ-YI YEŞÎLİN HEHEY DİL-ÇELEN KADEM ZENÂNI

HÜZNÜ TÂ SİTEM-DÎDE ECDÂDINDAN YÂDİGARİ

NAKD-İ VAKT-İ KLÜBLER SERMÂYE-İ AVRUPA,

DEST –GİR-İ GÖÇMENÂN KÂM BAHŞ-I SERVERİ

ŞÂH-I VÂLÂ-RÜTBE ZİZO CÂN KİM ÇEMEN-İ BERLİN

GÖRMEMİŞDİR BÖYLE BİR TOPÇU-YI CENGÂVERİ

EY ZİDÂN-I STÂD-ÂRÂ KİM YAKIŞIR OLSA GER

RONALDİNHO *****İ İNGİLİZLER ÇÂKERİ

ÂCİZİM HAK ÜZRE SİTÂYİŞE SENİ KİM BENİM

ÂLEM-İ SİYPORUN ALLÂME-İ DÂNİŞVERİ

BAŞLA ŞİMDEN SONRA HARÇİNÂ DUÂ-YI ZİDÂNEYE

BİR DUÂ ET Kİ ÂMİN DESİN OL HOŞKADEM RİBBERY

HARÇÎN





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ankaralılar yaz gelince ne yaparlar?

  https://filmmirasim.ktb.gov.tr/