20 Şubat 2023 Pazartesi

Herkes zaman zaman incinir, şiddet görür, yaralanır. Neden kadınlar ayrıcalıklı olsun? – David Foster Wallace






David Foster Wallace, yeni kuşak Amerikan edebiyatının en özgün ve benzersiz yazarlarından biridir. Kendine özgü stili, ağırlıklı olarak kullandığı ve hiperaktif zihninin kıvılcımlarını yansıtan dipnotları, dolambaçlı ifadelerin ve karmaşık konuların altından duru, muzip ve dürüst manevralarla kalkmasıyla dikkat çekmiştir. Wallace, kendi içinde adeta matematiksel bir kurgusu olan roman, kısa öykü ve denemelerinin yanı sıra magnum opusu kabul edilen lnfinite Jest romanıyla çağımızın ve tüm zamanların en önemli edebiyatçılarından biri sayılır. Felsefe ve edebiyat öğrenimi gören Wallace, ilk romanı Broom of the System yayımlandığında 24 yaşındadır. Çeşitli üniversitelerde yaratıcı yazarlık dersleri vermiş, deneme ve öyküleri Might ve GQ’dan Playboy ve Paris Review’a uzanan geniş bir yelpazede çeşitli dergilerde yer almıştır.

Yaşamı boyunca içine kapanık ve depresif olduğu söylenen, çeşitli antidepresanların yanı sıra elektro konvülsif tedavi yoluyla da “iyileştirilmeye” çalışılan Wallace, 2008 yılında ömrü boyunca direndiği depresyona yenilmiş ve Kaliforniya’daki evinde kendini asarak hayata veda etmiştir.

K.G. No: 46 07-97

. NUTLEY, NEW JERSEY

“Benim tek – ya da Yahudi Soykırımı’nı bir düşünün. Yahudi Soykırımı iyi bir şey miydi? Hiç değil. İyi bir şey olduğunu düşünen var mıdır? Yoktur. Ama siz hiç Victor Frankl okudunuz mu? Victor Frankl’ın İnsanın Anlam Arayışı adlı kitabını? Harika, harika bir kitaptır. Frankl, Soykırım sırasında bir kamptaymış ve kitap orada yaşadıklarından çıkmış, insanın Karanlık Yanına dair tecrübesinden doğmuş ve kamptaki aşağılama, şiddet ve acının kimliğini silip atmasına rağmen insani benliğini koruduğundan bahsediyor. Kesinlikle harika bir kitap bu, bir düşünün şimdi, eğer Yahudi Soykırımı olmasaydı İnsanın Anlam Arayışı olur muydu diye.”

s.

“Benim söylemeye çalıştığım, kadınlar söz konusu olduğunda da şiddet ve yozlaşma hakkında düşünmeden tepki göstermemek gerektiği. Zaten herhangi bir konuda insanın düşünmeden tepki göstermesi tam hata olur, benim dediğim bu. Ama bunu özellikle kadınlar için söylüyorum, onların narin ya da kolay incinen şeyler olduklarını, kolayca mahvedilebileceklerini filan söylemek gibi aşağılayıcı oluyor. Sanki onları pamuklara sarıp herkesten daha çok korumamız lazımmış gibi. Bu, düşünmeden verilmiş bir tepki, küçültücü bir şey. Ben saygınlıktan ve onurdan bahsediyorum, onlara narin küçük bebekler falan gibi davranmaktan değil. Herkes zaman zaman incinir, şiddet görür, yaralanır. Neden kadınlar ayrıcalıklı olsun?”

s.

“Söylemeye çalıştığım şu, biz kimiz de kalkmış ensest, taciz ya da şiddet veya o tür şeyler tecrübe etmenin bir insan için uzun vadede olumlu yanları olmayabileceğini söylemeye kalkıyoruz? Her seferinde böyle değil belki, ama biz kimiz de hiç olumlu olmadığını söylüyoruz, böyle hiç düşünmeden? Yani kimsenin tecavüz ya da tacize uğraması gerekmiyor, bunlar elbette çok korkunç ve olumsuz, yanlış. Tartışma götürmez. Kimse tersini söyleyemez. O sırada öyle. Peki, ya sonrası? Ya sonrasında olanlar, kadının zihninin yaşadıklarıyla baş etme tarzı, olayla başa çıkmak için kendini ayarlama tarzı, olayın onun kimliğine katkıda bulunması? Benim tek dediğim, bazen durumlar insanı büyütür. Eskisinden daha fazlası haline getirir. Tam bir insan haline getirir. Victor Frankl gibi. Hani derler ya, öldürmeyen şey seni güçlendirir. Bunu söyleyen kişi bir kadının tecavüze uğramasını savunur muydu sanıyorsunuz? Kesinlikle hayır. Ama düşünmeden, ani tepkiler göstererek konuşmuyordu.”

.

s …

“Kurban diye bir şey yoktur demiyorum. Benim tek söylemeye çalıştığım bazen, insanı olduğu şey kılan farklılıkların enginliği hakkında fazlasıyla dar görüşlü olabildiğimiz. Düşünmeden, ani reflekslerle davranıp doğrular, mükemmel iyilik, insanları korumak gibi konular hakkında ukala tavırlar takınıyor, durup da kimsenin sadece bir kurban olmadığını, hiçbir şeyin de sadece olumsuz ve sadece kötü olmadığını unutuyoruz – oysa hiçbir şey böyle değildir.

Benim tek – başınıza gelen en kötü şeyler bile sonunda kişiliğinize olumlu etkenler olarak yansıyabilir. Kim olduğunuz, tam bir insan olduğunuz, sadece bir – toplu tecavüze uğradığınızı, aşağılandığınızı ve bir sıkımlık canınız kalıncaya kadar dövüldüğünüzü bir düşünün sözgelimi. Kimse bunun iyi olduğunu söylemez, ben söylemiyorum, kimse bunu yapan o hasta piç kurularının hapse girmemesi gerektiğini söylemez. Kimse olayı yaşarken kadının zevk aldığını ya da böyle olması gerektiğini de iddia etmiyor. Ama burada iki şeyi belli bir perspektife oturtalım. Birincisi, bu olaydan sonra kadın kendisi hakkında daha önce bilmediği bir şeyi öğrenmiş olacaktır.”

s.

“Öğrendiği şey şudur, başına gelmesini hayal edebileceği en aşağılayıcı şey artık başına gerçekten gelmiştir. Ve o, hayatta kalmıştır. Hala buradadır. Heyecan duyduğunu falan söylemiyorum, bundan heyecan duyduğunu söylemiyorum ben, zevkten dört köşe olduğunu ya da mutluluktan havalara uçtuğunu falan söylemiyorum, ama hala burada işte ve bunu biliyor, yani artık bir şey biliyor. Gerçekten biliyor. Kendisi ve neyi atlatıp hayatta kalabileceği hakkındaki fikirleri çok daha geniş artık. Genişlemiş, büyümüş, derinleşmiş. Zannetmediği kadar güçlü, üstelik artık bunu biliyor, hani birilerinin söylediği zamankinden, ne bileyim, hani okul konferanslarında bir konuşmacının kalkıp herkese Kendimize Güveniyoruz Güçlüyüz Biz falan filan diye tekrarlatması ondan çok daha farklı bir şekilde biliyor. Benim söylemeye çalıştığım şu, o artık aynı değil ve davranışları da aynı değil – diyelim gece yarısı otoparktaki ya da nereye bıraktıysa oradaki arabasına yürürken birileri üzerine çullanıp ona topluca tecavüz eder diye yine korkuyor, ama artık farklı bir şekilde korkuyor. Tekrar olmasını, toplu tecavüz istediği falan yok, kesinlikle hayır. Ama artık bunun onu öldürmeyeceğini, katlanabileceğini, bunun onu silip götürmeyeceğini ya da onu, ne bileyim, insanlık dışı falan kılmayacağını biliyor.”

s …

Artık insanlık durumunu, çileyi, dehşeti ve aşağılanmayı daha iyi tanıyor. Yani, hangimiz çile ve korkunun yaşamın, varoluşun bir parçası olduğunu kabul etmeyiz, hangimiz insanlık durumunun farkında olduğumuza dair boş laflar edip durmayız ki. Ama artık o, bunu gerçekten biliyor. Bakın heyecan duyuyor falan demiyorum. Ama dünya görüşünün artık ne denli büyüdüğünü bir düşünün, zihnindeki resmin ne kadar geniş ve derin olduğunu düşünün. Acıyı artık tümüyle farklı bir şekilde algılayabilir. Eskiden olduğundan fazlasıdır artık. Benim dediğim bu. Daha çok insandır artık. Sizin bilmediğiniz bir şey biliyordur.”

s.

“İşte bu düşünmeden verilen, refleks benzeri tepki, bahsettiğim şey bu, benim söylediğim her şeyi alıp, onu kendi dar dünya görüşünüzle süzgeçten geçirmek ve sanki ben sadece, ah, o herifler ona topluca tecavüz ederek büyük bir iyilik yaptı demişim gibi davranmak. Benim söylediğim şey kesinlikle bu değil. Ben bunun iyi ya da doğru olduğunu ya da olması gerektiğini ya da bu olayın onu perişan etmediğini, sarsmadığını veya böyle olması gerektiğini söylemiyorum. Eğer bir kadının toplu tecavüze uğradığına ya da şiddet gördüğüne şahit olsaydım, orada olsaydım, Devam ya da Dur deme gücüm olsaydı, elbette durdururdum. Ama yapamadım. Kimse yapamadı. Acayip korkunç şeyler oluyor. Varoluş ve yaşamın kendisi insanı bir dolu iğrenç, boktan hale sokuyor. Emin olun bilerek söylüyorum, yaşadım ben de.”

s.

“Zaten asıl fark buymuş gibi geliyor bana. Siz ve ben. Çünkü bu aslında politika, feminizm falan mevzusu değil. Sizin için bütün bunlar fikirlerden ibaret, fikirlerden bahsettiğimizi sanıyorsunuz. Siz yaşamamışsınız. Ben başınıza kötü bir şey gelmemiştir demiyorum, fena görünmüyorsunuz ve sizi de aşağılayanlar olmuştur muhakkak. Benim dediğim bu değil. Biz Frankl’ın İnsanın Anlam Arayışından bahsediyoruz – Yahudi Soykırımı tipi tamı tamına şiddet, eziyet ve dehşetten bahsediyoruz. Gerçek Karanlık Yan. Sana bakmak yetiyor bunları hiç yaşamadığını söylemeye, hayatım. Hatta bana sorarsan üzerindeki bu şeyleri giyemezdin o zaman, inan bana.”

s.

‘İnandığını söylüyorsun, peki, tamam insanlık durumu insanların yaşadığı bir sürü korkunç eziyetten ibaret ve sen hemen her şeye katlanabilirsin. Gerçekten inanıyorsan iyi. Buna inanıyorsun, ama ya ben buna sadece inanmakla kalmayıp bildiğimi söylesem ne olacak? Söylediklerim konusunda bir fark yaratır mı bu? Ya ben karımın da toplu tecavüz kurbanı olduğunu söylesem? Şimdi dediklerinden pek emin değilsin herhalde. Peki ya sana on altı yaşındaki bir kızın yanlış bir eğlenceye yanlış bir herif ve onun yanlış arkadaşlarıyla gitmesine ve sonra da – dört herif bir kıza şiddet içerikli ne yapabilirlerse hepsini tecrübe etmesine dair küçük bir hikâye anlatırsam? Altı hafta hastanede yattı. Peki ya onun hala haftada iki kere diyalize girmek zorunda olduğunu, o kadar ağır şeyler yaptıklarını söylersem?”

s.

“Peki ya bu kızın böyle bir durumu hiçbir şekilde istemediğini, haz almadığını, sevmediğini, yarım böbrekle kalmış olmaktan hoşlanmadığını ve zamanda geri dönüp de olayı durdurmanın bir yolu olsaydı bunu yapacağını söylesem ne olacak; siz ondan olayı unutmasını, kasetten siler gibi hafızasından çıkarmasını istediğiniz zaman ne söyleyecek size? Emin misiniz ne söyleyeceğinden? Aklını bu yaşadıklarıyla başa çıkacak şekilde, ne bileyim, yapılandırmak ya da bir anda dünyanın insanı çıt diye kırabileceğini öğrenmek zorunda kalmamak isteyeceğini mi söylerdi? Başka birinin, bu heriflerin, siz orada öylece yattığınız sırada sizi bir şey olarak gördüğünü, bir kişi falan değil bir şey olarak, şişme kadın, oyuncak bebek ya da bir delik olarak gördüğünü, bir Jack Daniels şişesini böbrekleriniz patlayıncaya kadar içine itilecek bir delik olarak gördüğünü bilmek – peki ya bunun, her yönüyle olumsuz olan bu olayın ardından, en azından bunun mümkün olduğunu anladığını söyleseydi, insanların bunu yapabildiğini?’

s.

“Sizi bir şey olarak görebildiklerini, sizi bir şey olarak görmelerinin mümkün olduğunu. Bunun ne demek olduğunu biliyor musunuz? Korkunç bir şey, fikren ne denli korkunç ve yanlış olduğunu biliyoruz ve insan hakları, insan saygınlığı gibi şeyleri de bildiğimizi sanıyoruz, birinin insanlığını yani birinin insanlığı dediğimiz şeyi ondan almanın ne denli korkunç olduğunu bildiğimizi sanıyoruz ama bir de sizin başınıza gelsin, işte o zaman gerçekten bilirsiniz ancak. Artık öyle refleks gibi ani tepki verilecek bir fikir ya da dava olmaktan çıkar. Hele bir olsun bakalım, Karanlık Yanı gerçekten tadarsınız. Sadece karanlık fikrini değil, gerçek Karanlık Yanı. O zaman bilirsiniz onun gücünü. Bütün gücünü … Çünkü birini gerçekten ancak bir şey olarak görebilirseniz ona her şeyi yapabilirsiniz, bütün bahisler kapanır, insanlık, saygınlık, doğrular ve iyiler – hepsi biter. Benim tek – peki ya bunun insanlık durumunun herkesin biliyormuş gibi bahsettiği ama aslında kesinlikle hayal bile edemeyeceği, orada olmadıkça gerçekten hayal edemeyeceği bir noktasına hızlı, pahalı, kısa bir tur gibi bir şey olduğunu söylese? Yani bütün bunlar onun dünya görüşünün genişlemesiyse, ya benim dediğim buysa? Ne derdiniz? Tabii kendini görüşü de, kendini nasıl algıladığı da genişler böylelikle. Artık kendisinin bir şey olarak görülebileceğini biliyor. Bunun neleri değiştireceğini anlayabiliyor musunuz – alıp götüreceğini, bunun ne çok şey alıp götüreceğini? Kendiniz hakkında, sizin kendiniz saydığınız şey hakkında? Her şeyi alıp götürürdü. O zaman ne kalırdı geriye? Bunu düşündüğünüzü hayal edebiliyor musunuz?

Victor Frank da kitabında Yahudi Soykırımı sırasında kampta olan en kötü şeyi anlatıyor; özgürlüğünüzü almışlar, mahremiyetinizi, saygınlığınızı almışlar, kalabalık bir kampta çıplaksınız, herkesin önünde tuvalete gitmeniz gerekiyor çünkü artık mahremiyet diye bir şey yok, karınız ölmüş, çocuklarınız açlıktan kırılmış ve siz seyretmişsiniz bunları, yiyecek yok, ısıtma yok, battaniye yok ve size sıçan gibi davranıyorlar çünkü onların gözünde gerçekten bir sıçan sürüsüsünüz, insan değilsiniz, sonra sizi çağırıyorlar, alıp işkence ediyorlar, bilimsel işkence bu ve böylece size bedeninizi bile alabileceklerini gösteriyorlar, artık bedeniniz bile sizin değil, bir düşman o, size işkence etmek için kullandıkları bir şey, onun üzerinde laboratuvar deneyleri yapıyorlar, sadistçe bile değil, sadistlik yapmıyorlar çünkü, onlara göre işkence ettikleri şey bir insan değil – yani sizinle bağlantılıymış gibi göründüğünü sandığınız her şey alınıp götürüldüğü ve geriye tek bir şey kaldığı zaman: nedir, nedir o kalan, kalan bir şey var mı geriye? Hala hayattasınız. O zaman ne kaldı sizden geriye? Nedir o? Sizin anlamınız ne şimdi? Yani şu an gösteri zamanı, bu sizin kendiniz için bile ne olduğunuzu öğrendiğiniz an. Saygınlık, insanlık, haklar gibi şeylere sahip bir sürü kişinin hiç bilmediği bir şeyi öğrendiğiniz an. Neyin mümkün olduğunu … Hiçbir şeyin kendiliğinden kutsal olmadığını … Frankl’ın bahsettiği de bu işte. Çile, dehşet ve Karanlık Yan aracılığıyla sizden geriye ne kaldıysa ortaya çıkar o zaman ve artık bilirsiniz.”

s.

“Peki ya bunun şiddet, dehşet ya da acı falan olmadığını, bunun – sonrasında, zihni buna göre ayarlamaya çalışmanın, olan şeyi kendi dünyanıza uydurmanın işin en önemli kısmı olduğunu, bunun en kötü ve en ağır kısmının eğer isterse kendini de böyle algılayabileceğini bilmek olduğunu söyledi kız dersem ne olacak? Bir şey olarak. Kendinizi siz olarak, hatta bir insan olarak bile değil sadece bir şey olarak düşünmenin mümkün olduğunu, tıpkı o dört herif gibi düşünmenin mümkün olduğunu …

Ve bunu yapmanın ne kadar kolay ve etkili olduğunu, bunu, o zorbalık devam ederken bile, kendinden kopup tavana uçar gibi olmanın ve oradan olayın gitgide kötüye gitmesini seyretmenin, o şeye yapılanların gitgide kötüye gittiğini ve o şeyin siz olmanızın hiçbir anlamı bulunmadığını, kendiliğinden hiçbir anlam taşımadığını düşünmenin ne kadar kolay ve etkili olduğunu, bunun birçok açıdan yoğun bir özgürlük ve güç getirdiğini, artık bütün bahislerin kapandığını ve her şeyin sizden alınıp götürüldüğünü, siz isteseniz bile kimseye hatta kendinize bile bir şey yapamayacağınızı çünkü içine bir Jack Daniels şişesi sokulacak bir şeyden öte olmadığınızı ve şişe girdikten sonra sik mi girmiş, yumruk mu, lavabo açacağı mı yoksa şurada duran baston mu, hiç fark etmeyeceğini – böylesi nasıl olurdu? Bunu hayal edebildiğinizi mi sanıyorsunuz? Sanıyorsunuz ama yapamazsınız. Ama ya ben onun artık hayal edebildiğini söylersem? Ya bunu yapabildiğini çünkü bu olayın başından geçtiğini; sadece bir şey olmanın mümkün olduğunu artık tamamen bildiğini ama tıpkı Victor Frankl gibi o zamandan beri geçen her dakika eğer isterse başka bir şey olmayı seçebileceğini, bir insan olmayı seçebileceğini ve bunun bir anlam taşımasını sağlayabileceğini de bildiğini söylersem? O zaman ne derdiniz?”

s.

“Ben sakinim, benim için kaygılanmayın. Frankl’ın kendiliğinden öğrenmediği gibi, sıçan değil de kutsal haklara sahip bir insan olmanın seçilmesi gerekir; herkes öylesine kendinden emin ki, ani tepkilerle donanmış, uyurgezer gibi yaşıyorlar, seçmen gerektiğini bilmiyorlar – bütün dekor çöktüğünde, sen kendini bir şeyden fazlası sansan da, dünya seni böyle gördüğünde, herkes seni bir şey ya da sıçan gibi gördüğünde, kararın sadece sana kalmış olduğunu, bu kararı verecek olanın sadece sen olduğunu bilmezler.

Peki ya ben size evli falan olmadığımı söylersem? O zaman ne olur? O zaman kopar dananın kuyruğu, inan bana bebeğim, başlarına bu türden topyekun bir saldırı ve şiddet olayı gelmeyen, ortalıkta kendini beğenmiş beğenmiş dolaşıp otomatik olarak bir şeyden fazlası olduklarını sananların derileri yüzülür ve dertop edilerek bir Jack Daniels şişesine konulup eziyet ve şiddetten başka bir eğlence bilmeyen, böylesi bir şeyi biraz vakit öldürmek için fırsat sayan, büyütülecek bir olay olarak görmeyen dört sarhoş herif tarafından götlerine sokulur, ama ne önemi var, bunu yaşamayanlar olaydan sonra böyle geniş olunabileceğini, derinlerde bir yerde bunun hep bir seçim olduğunu bilemezler, bundan sonra insanın saniye saniye kendi kendisini yapılandırması gerektiğini, her saniye insan olduklarına sadece kendilerinin inandığını ve bunu da her an bırakabileceklerini, ne zaman isterlerse bir şey olabileceklerini, yiyen, sikişen, sıçan, uyumaya çalışan, düzenli diyalize giren ve daha önce hiç tanımadıkları, hatta görmedikleri ve kendilerine tecavüz etmelerini istediklerini gösterecek hiçbir şey yapmadıkları ya da bu türden topyekun bir aşağılanma için yalvarmadıkları dört herifin onları iki büklüm ederek kıçlarından içeri kare şekilli bir şişe sokacağı ve kırılıncaya kadar iteceği, hayalarını parçalamaktan zevk duyacakları bir şey olabileceklerini akıllarına getirmezler bile. İsmini bile bilmezler, bunu sana yaparlar ve ismini bile bilmezler; bir ismin bile olmaz. Kendiliğinden bir ismin olmaz, o öylece sahip olduğun bir şey değildir, yani. Bir isme sahip olmayı bile seçmen gerektiğini, vakit geçirme hevesiyle sana sıkılıncaya dek çeşitli şeyler yaptıkları zaman çeşitli tepkiler vermeye programlanmış bir makineden daha fazla bir şey olmayı bile seçmen gerektiğini ve ondan sonra her saniye olayın sana kalmış olduğunu veya bunun benim başıma geldiğini söylersem? Fark eder mi? Kurbanlar hakkındaki fikirlerinde baştan sona refleks politikalarıyla dolu olan senin için fark yaratır mı bu? Konunun kadın olması şart mı? Sanıyorsun, belki de sanıyorsun ki bir kadın olsa daha iyi hayal edebilirdin durumu, çünkü dış özellikleri sana daha çok benziyor, bu yüzden de onu şiddet gören bir insan olarak algılamak daha kolay ama bu siki olan, memeleri olmayan biri olsa sana o kadar gerçek gelmeyecek miydi? Sanki soykırımı yaşayanlar Yahudiler değil de sadece benmişim gibi? Kim umursardı sanıyorsun o zaman? İnsanın Anlam Arayışı’nı yazmasa kimse Victor Frankl’ı umursar mıydı, onun insanlığına hayran kalır mıydı? Bunun bana, ona, kanma yapıldığını hatta herhangi birine yapıldığını söylemiyorum ama ya yapıldıysa? Ya ben sana yapsaydım? Hemen burada? Sana bir şişeyle tecavüz etseydim? Fark eder miydi sence? Neden? Nesin ki sen? Nereden biliyorsun? Bir bok bilmiyorsun.”

David Foster Wallace
Çeviren: Sabri Gürses

SİREN YAYINLARI
S.127 – 136


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ankaralılar yaz gelince ne yaparlar?

  https://filmmirasim.ktb.gov.tr/