“…Fakat Nietzsche 1880’lerin ortasında artık önceleri olduğu gibi yürüyemediğinden şikayet etmektedir. Sırtı ağrıdığı için koltukta uzun süre arkasına yaslanarak oturmak zorundadır. Yine de yürümekte ısrar eder, fakat yürüyüşleri kısalmıştır. Hatta zaman zaman yanma refakatçi de alır. “Sils’in keşişi” diye anılan adam, kendisine hayran genç kadın muhafızlarla yürüyüşe çıkmaktadır artık: Eğitimci Olarak Shopenhauer’ı tercüme eden Helen Zimmern, ona yöredeki asillerin büyük desteğini sağlayan genç aristokrat Meta von Salis, öğrenci Resa von Shirnhofer ve felsefeye henüz uyanmış Helene Druscovvitz…
Gezintiler eskisi gibi değildir, yalnızlık azalmıştır. Nietzsche etrafı kültürlü kadınlarla çevrili görgülü, nazik beyefendiyi oynamaktadır. Onları Bengi Dönüş aydınlanmasını yaşadığı kayaya götürür, Wagner’le arkadaşlığının sırlarını anlatır kederle.
Sonra ıstırap yavaş yavaş bir kez daha yakasına yapışır: 1886’dan itibaren, kronikleşen migren ağrılarından yakınmaya başlar. İstifra krizleri de yeniden baş gösterir. Her kısa gezintinin ardından kendine gelmek için birkaç güne ihtiyaç duymaktadır. Yürüyüş biraz uzun sürse, yorgunluğu günlerce sürebilmektedir. Şehirlerden gittikçe daha çok tiksinir olmuştur; ona göre şehirler kirli ve pahalıdır. Kışın Nice’te kalırken, güneye bakan odaların fiyatım karşılayacak parası olmadığından soğuktan mustarip olur. Sils’te geçen yaz aylarındaysa havayı çoğunlukla çok kötü bulur. Venedik de bunaltıcı gelir ona. Durumu kötüleşmektedir.
Son bir dönüşüm vardır geçirilecek. Hayatının son perdesi bir yenilenme şarkısı, bir neşeye övgü olarak açılır.
Torino’yu ilk 1888 Nisan’ında keşfeder. Bir çeşit aydınlanma yaşar: Şehir “hem ayaklara hem de gözlere” hitap eder, “nasıl güzel kaldırımlar onlar öyle!” Po kıyısında yaptığı uzun yürüyüşler aklını başından alır. Sils’te hiç olmadığı kadar korkunç geçen son bir yazın ardından (“dinmek bilmez ağrılar, hiç durmadan kusmak”) Eylül’de Torino’ya döner ve aynı mucizeyle karşılaşır, neşesi yerine gelir.
Ani mutluluğu beraberinde muazzam bir sağlık getirir. Bütün rahatsızlıkları mucizevi bir şekilde yok olur. Bedenini artık sadece bir hafiflik, bir coşku olarak duyumsamaktadır. Hızlı ve verimli çalışır. Göz ağrıları geçer, midesi her şeyi kaldırır. Birkaç ay içinde yıldırım hızıyla bir sürü kitap yazar. Tutku dolu yürüyüşler yapıp, akşamları da “değerleri yeniden değerlendirecek” dört yapıtı için notlar biriktirir.
Joseph Burkardt 1889’un başlarında Nietzsche’den 6 Ocak tarihli bir mektup alır. Mektubu okuyunca telaşlanır çünkü bu sözler aklını kaçırmış birine, bir deliye aittir (“Neticede Basel’de hoca olmayı Tanrı olmaya yeğlerdim, ancak bencilliği, dünyayı yaratmaktan vazgeçme noktasına götürme konusunda şüpheye düştüm”).
Ocak’ın o ilk haftasına ait diğer mektuplar da aynı durumu gözler önüne serer: Nietzsche mektupları Dionysos veya “Çarmıha Gerilen” diye imzalamıştır.
(“Bir kere keşfettin mi, kolayca bulursun artık beni; bundan sonraki zorluk beni kaybetmek olacaktır”).
Burkardt hemen Overbeck’e haber verir, Overbeck de alelacele Torino’ya gider ve Nietzsche’yi Davide Fino’nun evindeki kiralık odasında bulur.
Ev sahipleri şaşkındır çünkü Nietzsche iyice kontrolden çıkmıştır. Sahibinden dayak yiyen bir atın boynuna sarılıp uzun uzun ağlamıştır. Anlaşılmaz sözler geveleyerek etrafta dolaşmakta, gelip geçenlere vaazlar vermekte, cenazelere gidip ölünün kendisi olduğunu söylemektedir. Overbeck odaya girdiğinde Nietzsche’yi bitkin bir hâlde büzüştüğü koltuğunda dehşetli gözlerle son kitabının prova baskısına bakarken bulur. Nietzsche gözlerini kaldırıp da eski dostunu görünce şaşkınlıkla ayağa fırlayıp boynuna sarılır. Onu tanımıştır. Ağlamaya başlar. “Sanki görüyordu,” diye yazar Overbeck daha sonra, “sanki ayaklarının altında açılan uçurumu görüyordu.” Sonra tekrar koltuğuna oturup büzüşür. Artık ulaşılmazlık mevkiindedir; sanki prenstir de herkes ona saygı göstermelidir. Nietzsche tren istasyonuna gitmesi için ikna edilir, yolda avazı çıktığı kadar bağırır, çığlık çığlığa şarkılar söyler. Delirmiştir. Overbeck, Ekselanslarının, onuruna verilen bir resepsiyona katılması gerektiğini söyleyerek onu Basel’e götürmeyi başarır.
Nietzsche, Basel kliniğine yatırılır, fakat iyileşme belirtisi gösteremeden Jena’ya nakledilir. Sonunda annesi onu Naumburg’daki evlerine götürür ve ömrü yettiğince onunla sadakatle, sabırla ve sevgiyle ilgilenir. Yedi yıl boyunca onu yıkar, teselli eder, dolaştırır, gece gündüz başında bekler, ona bakar.
Nietzsche gitgide sessizliğe gömülür, konuştuğundaysa tutarsız sözler sarf eder. Bölük pörçük cümleleri anlamsızdır. Düşünemez olmuştur artık. Yine de bazen piyanonun başına geçip doğaçlama yapar. Migren ağrıları ve gözlerindeki acı dinmiştir.
Annesi ona bir tek uzun yürüyüşlerin iyi geldiğini fark eder ama bu hiç de kolay değildir, zira Nietzsche yoldan gelip geçenlere takılmakta, ortalık yerde böğürmektedir. Çok geçmeden annesi gezintileri kısa tutmaya başlar çünkü kırk dört yaşındaki oğlunun ayı gibi böğürmesinden veya rüzgâra sövüp saymasından utanmaktadır. Arada bir akşamüstü etrafta kimseler yokken oğlunu dışarı çıkarır ki kimseyi rahatsız etmeden çığlık atabilsin. Ancak kısa süre sonra bedeni Nietzsche’ye ihanet eder. Felç sırtını yavaş yavaş ele geçirir ve Nietzsche kendini tekerlekli sandalyede bulur. Saatler boyunca bir sağ bir sol eline veya bir şeyler mırıldanarak ters tuttuğu kitaplara bakar, insanlar etrafında dört dönerken o biçare hâlde sandalyesinde oturur. Yeniden çocuk olmuştur. Annesi onu tekerlekli sandalyeyle verandada dolaştırır. 1894’ün sonbaharıyla birlikte yakınları, yani annesi ve kız kardeşi hariç kimseyi tanımaz olur; tükenmiştir, gözlerini ellerine dikerek kımıldamadan oturur sadece.
Binde bir, “Her şeyin sonunda, ölüm”; “Atları ortalığa saçmıyorum”; “Işık kalmadı” gibi cümleler kurar.
Çöküş yavaş ama kaçınılmazdır. Çukura kaçmış gözlerinin feri son sürat söner. Nietzsche 25 Ağustos 1900’de Weimar’da hayatını kaybeder.”
Muhtemelen gelecekteki insanlar için bir kaçınılmazlık, onların kaçınılmazı olacağım – dolayısıyla bir gün dilsiz kalmam kesinlikle mümkün, hem de insanlığın hatırına!!!
Yürümenin Felsefesi – Frederic Gros
Türkçesi: Albina Ulutaşlı
Kolektif Kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder