21 Şubat 2023 Salı

francis alÿs















Doğum tarihi: 1959 (59 yıl yaşında), Anvers, Belçika
Sanat eserleri: The Last Clown, Leçon de Musique, 
Filmler: Paradox of Praxis 5, The Silence Of Ani, ‎Re-enactment
Adaylıklar: Hugo Boss Prize

Bir yolculuğa çıkmadan önce çok fazla fotoğrafına bakmanın kişinin öznel deneyimini kısırlaştırdığını düşünürüm, ancak bu video Ani’de çekilmiş bir çok klasik görüntünün aksine bu kente dair farklı anlamlar üretmeyi teşvik ediyor.

Belçika doğumlu, Mexico City’de yaşayan ama dünyanın birçok bölgesinde çalışan bir sanatçı Francis Alÿs’in bu yapıtı The Silence of Ani/Ani’nin Sessizliği adını taşıyan yaklaşık 13 dakikalık bir video.

Künye: Francis Alÿs, The silence of Ani/Ani’nin Sessizliği, 2015. Antonio Fernández Ros, Julien Devaux, Félix Blume ve Karslı gençlerin işbirliğiyle.

Bu video dahil sanatçının websitesindeki tüm videolar ücretsiz izlenebilir ve indirilebilir. Bu rahat tavrıyla gönlümü fethetti desem yalan olmaz. Zaten uzun, ince görüntüsü ve her daim ayağındaki Converse ayakkabılarıyla oldukça gamsız bir görüntü çizen sanatçının videolarında en beğendiğim özellik, olayları basit simgesel jestlerle yorumlaması. Çünkü onun basit yorumları izleyenin kendi yorumlarını türetmesi için çok elverişli bir çıkış noktası yaratıyor.

Videoda Türkiye’nin Ermenistan sınırında bulunan Ani’nin rüzgarlı ve yabani otların bürüdüğü arazisi içinde saklambaç oyunundaymış gibi saklanarak düdük ve benzeri basit müzik aletleri çalan çocukları izliyoruz. Engin bir yalnızlığı betimleyen bu atmosferi düdüklerden çıkan ve ilk etapta bana baharın gelişini çağrıştıran sesler bölüyor. Çok dağınık olan bu ses ve görüntüler videonun geneline hakim olan tekinsiz havaya katılarak bir bütün oluşturuyor. Videonun sonunda şehrin tarihi ile ilgili kısa bir bilgiye de yer veriliyor.



Ani’nin Sessizliği, 2015 yılında Carolyn Christov Bakargiev’in küratörlüğündeki 14. İstanbul Bienali’nde sergilenmiş. Ana sponsoru Ermenistan’ın kalkınma girişimleri (IDeA) fonuna bağlı Dilijan Art Initiative olan projenin çıkış noktasını da o yıl 100. yılını dolduran Ermeni Soykırımı oluşturuyormuş. Alÿs, dört ay boyunca konuyu hem Türk hem Ermeni perspektifinden araştırmış. Daha sonra gönüllü olarak oynamayı kabul eden Karslı çocuklarla vakit geçirerek hem performansı planlamış hem de onlarla bu konu hakkında konuşmuş.

Videoyu ilk izlediğimde, sesler ve görselliği anlamlandırmaya çalışırken Ermeni soykırımını neredeyse hiç düşünmemiştim bile. Aslında Ani’nin tarihine de kısaca bakarsak şehrin boşalmasının doğrudan Ermeni Soykırımı ile ilgili olmadığını söylemek mümkün. Ancak elbette, Ani ve Türkiye’nin doğusunda büyük tarihi kökleri olan Ermeni nüfusunun artık olmaması gerçeği ile kurulabilecek birçok bağlantıdan söz edilebilir. Gerçekten de, artık sadece bir ören yeri olan Ani ve Kars merkezdeki çok farklı mimari tarzlardaki taş kiliselerin artık bir cemaatleri olmadığını, dahası tarihin akışı içinde kanlı olaylara da alet edilmiş olduklarını öğrenmek çok üzücü.

Alÿs’in bu videoda işbirliği yaptığı Félix Blume’nin websitesinde videodaki sesler ‘geçmişe bir ağıt ve gelecek için bir şarkı’ olarak tanımlanıyor. Bu bilgiler ışığında videoyu şehrin tarihi, azınlıkların bugünün politikasına etkisi ve elbette gelecekteki politik ve kültürel yansımaları açısından düşünmemek çok zor. Alÿs herhalde böyle ağır bir konu karşısında biraz daha sert bir tavır takınmış olmak istediğinden bahsediyor, yani ortaya çıkan işin şiirselliğinden pek memnun değil. Yine de yapıt sergilendiği andan itibaren sanatçı anlamın kontrolünü büyük ölçüde kaybeder. Bir anlığına tüm bu bilgi yığınından sıyrılıp, yapıtın şiirsel boyutunun keyfini sürebilir, kendimize has kişisel -ve hatta belki romantik- anlamlar yaratabiliriz.

Terkedilmiş bir kent, mekânın taşıdığı tarihsel yükten bihaber olan bir çocuğun hafızasında nasıl yer eder? Geçmiş nasıl bilinir, nasıl öğretilir? Benim aklıma gelen ilk sorulardı.



Bugün Ani ve Kars’ta ülkesini tanımaya çalışan insanların heyecan dolu konuşmaları ve fotoğraf makinelerinin klikleri uzun süren bu sessizliği bozmaya başlıyor. Ancak tüm gürültü patırtı bittikten sonra yitirilmiş bir kültürel zenginliğin yarattığı o hüzünlü sessizlik hâlâ sürüyor.

Not:

_Ani hakkında çok fazla bilgi ve belge içeren virtualani.org sitesini mutlaka incelemelisiniz.

_theMagger’ın derlediği Kars Seyahatine Çıkacaklara Öneriler Vol. 2’de benim de kısa yorumlarımı bulabilirsiniz.

Kaynak: 





Published on March 31, 2016
Meksiko, Francis Alÿs, ve Kardeşlik
written by nathalie alyon
Meksiko’daki Rufino Tamayo müzesinde sergilenen sanatçı Francis Alÿs’in “Relato de Una Negociación” adlı sergisinin beni bu kadar etkileyebileceğini hiç düşünemezdim.

Aslında herkesin övgüyle söz ettiği Antropoloji müzesine gitme gayesiyle çıkmıştım dışarı. Antropoloji müzesi Pazar günleri halka açık olduğundan oldukça kalabalıktı.   Bilet gişesinin önündeki bir sanatsal protesto gözüme ilişti.  Sonradan tarih hocası olduğunu öğrendiğim Angelica, elime bir broşür iliştirirken, hükümetin ayrımcı öğretmen atama politikasını protesto eden 43 öğrencinin neredeyse bir yıldır “kayıp” olduğunu anlattı. Göstericiler, devletten bu kişilerin ölü ya da diri nerede olduğunu açıklamaları için hesap sormaktaydılar.

“Bu müze benim de dahil olduğum INAH araştırma kurulumuna ait olduğu için burada protesto yapmamıza hala izin veriyorlar ama kimbilir yakında buna da karışırlar,” dedi. “Kilise varlıklı kesimle bir oldu, laik eğitim sistemimizi özelleştirmeye çalışıyor. Okullarda çocuklar yine rahiplerin eline kalacak, zaten sağlık sistemini de özelleştirdiler…”

Yarım saat sohbet ettik. Türkiye’yi sordu. Yeni seçimlerden çıktığımızı, geleceğin belirsiz olduğunu söyledim. Tesadüf bu ya, aynı gün, 7 Haziran günü Meksika’da da yerel seçimler olmuştu. Ama ülkenin yarısı bile oy vermeye gitmemişti.

Canım hiç antropoloji müzesi gezmek istemiyordu, rota değiştirip yolda gelirken önünden geçtiğim Tamayo müzesine doğru yürümeye başladım. Güncel birşeyler görmek ruh halime daha uygun olucaktı. Üstelik bir de karnım acıkmıştı. Biletimi alıp önce müzenin restoranında bir şeyler yemeğe karar verdim. Restoran kalabalıktı, köpeklerini alıp parkta yürüyüşe çıkmış Meksikalılarla doluydu bütün masalar. Garson beni bar tipi bir masanın ortasına, iki çiftin arasına oturttu. Zaten başka da yer yoktu. Yemeğimi beklerken cebimden iphone’umu çıkarıp kimmiş bu Francis Alÿs bir bakayım dedim.

Belçika doğumlu Francis Alÿs neredeyse 30 senedir Meksiko şehrinde yaşıyor ve dünyanın bin bir köşesinde katıldığı sergi ve festivallerde Belçika’dan ziyade, kendi deyişiyle onu bir sanatçıya dönüştüren ülke, Meksiko’yu temsil ediyor.

İlk bakışta onu ilgilendiren konular, kullandığı malzemelerin çeşitleri kadar sınırsız gibi gelebilir ama o tam anlamıyla çağdaş bir sanatçı. “Tornado” adlı eseri için kendini defalarca kasırgaların arasına atmış, koskocaman bir buz kalıbını eriyene kadar Meksiko sokaklarında sürüklemiş bir performans sanatçısı. Meksico’nun Amerika sınırındaki Juarez kentinin yıkık dökük sokaklarında aynalarla oynayan çocukların filmini çekmiş bir film yapımcısı, fotografçı, ressam.

Elimdeki minik ekrandan Alÿs hakkında birseyler okumaya çalışırken oturduğumdan beri nereli olduğumu çıkarmaya çalışan çift gözümden kaçmamıştı. Senelerdir önce Amerika sonra İsrail’de yaşadığımdan karışık aksanımı çıkaramayan kişilerin bu türden bakışlarını sezmekte uzmanlaşmış sayılırım. Daha fazla dayanamayıp sordular “nerelisin?” diye. Türkiye’den geldiğimi, bir seneliğine Güney Amerika’da geziye çıktığımı, Meksikayı ne kadar beğendiğimi söyledim. Kumral, hafif toplu, güleç yüzlü, tahminimce 25-26 yaşlarındaydılar.

“Siz kardeş misiniz?” diye sordum.

“Hayır, benim kız arkadaşım,” dedi çocuk.

“Birbirinize benziyorsunuz. Herhalde uzun zamandır berabersiniz,” diye kıvırmaya çalıştım.

Kız hızlıca birsey söyledi, sözcükleri yutarcasına, eli ağzında. Anlayamadım.

“Efendim?” dedim.

Kız, erkek arkadaşına baktı, izin istermişçesine. Çocuk kafasını salladı, laf ağızdan çıkmıştı bir kere, ben de ne dediğini sökmüştüm artık. Yine de tekrarlasın istedim.

“Biz Yahudiyiz de o yüzden benzetmişsindir,” dedi kız. Türkiye’ye ziyarete geldiğimde İsrail’de yaşadığımı söylemeye çekindiğim gibi onlar da benden çekinmişlerdi.

“Önemli değil, merak etmeyin, ben de Yahudi’yim,” dedim. Konuyu kapatmak istedikleri belliydi, zaten hesaplarını ödemişler, kalkıyorlardı. Köpekleri peşlerinde gülümseyerek çıktılar restorandan.

Daha sonra Francis Alÿs’in eserlerini gezerken bu genç çiftle aramızda gecen kısa konuşmayı düşündüm ara ara. Alÿs insanların tüm farklılıklarına rağmen aslında kardeş olduklarını göstermeye çalışıyordu sanatıyla.

“Bazen yapmak bozmak ve bazen bozmak yapmaktır,” adlı iki ekranlı video enstalasyonunda Afgan bir militan bir karede silahını yapıp bozarken diğer karede yine Afganistan’daki İngiliz bir asker kendi silahını benzer hareketlerle yapıp bozuyor.  “Nehre gelmeden önce köprüyü aşma” adlı çalışmasında ise ellerinde terlikten yapılmış küçük kayıklarla Fas’lı ve İspanyol çocuklar uluslararası hudutları yok sayarak Cebel-ü-Tarık Boğazından birbirlerine doğru yüzmeye başlıyorlar. Fas’ı İspanya’dan ayıran sınırın sadece deniz sularından ibaret olduğunu gösterirken, Alÿs bir diğer metaforik köprüyü ise Kuba ile Florida arasında kuruyor. İki ülkenin balıkçıları teknelerini yan yana dizerek kıyılarını birleştirmeye çalışırken sanatçı bu iki düşman ülke arasında sessiz bir iletişim kurmayı başarıyor.

Alÿs’i anladıkça restorandaki Meksika Yahudilerini rahatlatmak için söylediğim son cümleden pişman oldum. Keşke bıraksaydım beni korktukları şey zannetselerdi, ben de onlara aslında hiçbirimizin birbirimizden pek de farklı olmadığını söyleseydim.

*** İlk olarak Şalom Dergi Temmuz 2015 sayısında yayınlanmıştır.***


Bienal Belleği 9

​14. İstanbul Bienali soruşturmamız devam ediyor. Akademisyen, yazar, küratör Rana Öztürk’e en çok etkilendiği işi sorduk. Oyunu Francis Alÿs’in Ani’nin Sessizliği ve Cevdet Erek’e ait Bir Ritim Mekanı – Otopark çalışmalarından yana kullandı.

“Bienal’de farklı nedenlerle hoşuma giden ya da bienal çerçevesinde etkili bulduğum birçok iş oldu. İçlerinden en beğendiğimi seçmek zor. Ancak benim için öne çıkan bir işi soracak olursanız ben bir değil iki işten bahsetmek istiyorum.

Birincisi Francis Alÿs’in Ani’nin Sessizliği adlı, film, kuş düdükleri ve görsel malzemelerden oluşan sunumu. Alÿs, bir zamanların önemli yerleşimlerinden, artık harabe halindeki Ermeni kenti Ani’nin terk edilmiş kalıntılarına bir çocuk oyunuyla yeniden yaşam getiriyor. Filmde, kuşları çağırmak için birbirinden farklı pek çok kuş sesini taklit eden düdükleri öttürerek kalıntılar arasında koşuşup saklanan bir grup çocuğun kuş çağırma ritüeli toplu bir senfoniye dönüşüyor. Böylelikle Alÿs’in yalın bir dille gösterdiği bir çocuk oyunu, sadece doğayı taklit etmenin ötesine geçerek çözümsüz kalmış politik meselelerin, derin acıların, tamiri mümkün olmayan bir boşluğun ifadesi ve iyileşmenin aracı oluyor.

İkincisi ise Cevdet Erek’e ait Bir Ritim Mekanı – Otopark. 1940’larda inşa edilmiş ve yıkımı planlanan bir otoparktaki çalışma, boşaltılmış bu mekanı sesle yeniden canlandırarak yeni bir deneyim alanı yaratıyor. Sanatçı, çeşitli mimari öğeler de kullanarak oldukça minimal bir dille kurguladığı bu alan içinde ziyaretçiyi, ses, ritim ve boşlukla karşı karşıya bırakıyor. Alÿs’in filminin aksine mekan içinde dolaşarak bir tür performans yapan ziyaretçinin kendisi bu kez. Otopark çevresinden gelen seslerle de karışan ritimler, mekanın geçmişi ve şimdisini, gündelik hayatı, yaşam, devinim ve dönüşümü duyumsatıyor.

Her iki iş de yalın bir dille, ses, müzik, ritim ve hareket yoluyla bir boşluğa, zamana, tarihe dikkat çekiyor, her ikisi de bir tür toplanma çağrısı gibi…” 


Belçikalı sanatçı Francis Alÿs, Irak’taki mülteciler için sanat atölyesi düzenlemeyi planlıyor
Belçikalı sanatçı Francis Alÿs, 1986’daki Meksika depremi sonrası şehrin yeniden inşası için bir Fransız yardım programı dahilinde gittiği Meksika’da yaşıyor.

Sanat eleştirmenleri onun sanatını “dönüştürücü”, “müdahaleci” ve “sınırları aşan” (hem gerçek hem sanatsal anlamda) olarak tanımlıyorlar. Resimden çizime, videodan fotoğrafa birçok tekniği kucaklayan Alÿs, son 20 yılda Güney Amerika’dan Kuzey Afrika’ya dünyanın dört bir yanındaki yerel topluluklarla ve son olarak da Afganistan’daki çocuklarla işbirliği içinde birçok projeye imza attı. Sanatçı, 14’üncü İstanbul Bienali’nde de The Silence of Ani (Ani’nin Sessizliği) adlı video çalışmasıyla yer aldı.




Francis Alÿs
Alÿs, izleyiciyi her zaman için sürece aktif olarak dâhil olmaya ve işi farklı açıdan deneyimlemeye davet eden bir sanatçı. Amacı, genel geçer algı biçimlerini kırmak (örneğin; The Rehearsel 1, Re-Enactment ve Paradox of Praxis 1). Sanat eleştirmenlerinin onun hakkında sıkça yaptıkları bir başka yorum da Alÿs’in poetikle politiği birleştiren bir sanatçı olduğu.




Alys şimdi ise “Creativity for Survival: Art Workshops in Refugee Camps in Iraq” (Var olmak için Yaratıcılık: Irak Mülteci Kamplarında Sanat Atölyeleri) projesi kapsamında Irak’taki Şariya Kampı’nda atölye çalışmaları düzenlemeye hazırlanıyor. Şariya Kampı 19 binden fazla Ezidi nüfusuna ev sahipliği yapıyor. Burası aynı zamanda Duhok bölgesindeki en büyük kamp.

Alys’in gelecek yıl başlayacak olan bu girişimi Ruya Vakfı tarafından destekleniyor. Çinli sanatçı Ai Weiwei’nin de desteklediği bu vakıf, Kuzey Irak’taki Şariya Kampı’nda sanata kalıcı bir yer açmayı ve mültecilerin içinde bulundukları duruma duygusal olarak destek vermeyi amaçlıyor.



Tamara Chalabi, Fotoğraf: Courtesy Ruya Foundation

Vakfın başkanı ve eş kurucusu Tamara Çalabi, News adlı haber sitesine projenin neden Irak’ta yapılacağını şu sözlerle anlatıyor, “Buradaki insanlar Işid zulmünden en fazla etkilenen, bizzat onlar tarafından şiddet gören ve evlerinden olan insanlar. Yaşadıkları bu kötü tecrübelerin üzerine yaratıcı bir yolla eğilmek maddi refahları kadar önemli bizce. Bu projenin, mültecilerin acılarını ve gerçekliklerini sanat yoluyla dile getirerek bir anlamda onlarla baş edebilmeleri kolaylaştırmak gibi bir amacı var.”




Ruya Foundation, Fotoğraf: Courtesy Ruya Foundation
Işid’in tarihi yapıları birer birer yok ettiği bu ülkede, proje aynı zamanda Irak’ta üretilmekte olan sanata da bir nebze olsun ışık tutmaya çalışacak.

Program dâhilinde mültecilere Alys’in de dâhil olduğu uluslararası birçok sanatçı destek verecek.

Başlık Fotoğrafı: Khalid Mohammed / AP

Kaynak: Art Sheep

Ani’nin Sessizliği
2015
Video, ses, kuş düdükleri, grafik materyal
13:21 dk.

Ani’nin Sessizliği

1959 yılında Antwerp’te dünyaya gelen Alÿs, Meksiko’da yaşıyor ve çalışıyor. 14. İstanbul Bienali’nde sanatçı Ani’nin Sessizliği (The Silence of Ani) adlı yeni bir film ve yerleştirme sunuyor. Ermenistan sınırındaki Ani’ye yaptığı bir araştırma gezisinin ardından geliştirdiği proje, bölgede yaşayan çocukların küçük flüt benzeri enstrümanlar çalarak çeşitli kuşların ötüşlerini taklit ettiği bir ses kaydını temel alıyor. Bu şekilde farklı türlerden kuşlara sesleniyorlar. Bugün çocukların harabeler arasında oyunlar oynadığı, bir zamanların gürültülü şehri Ani’nin kalıntıları arasında her biri ayrı bir kuşun sesini çıkarıyor; şarkıları, bir araya geldiğinde kuşları yuvaya geri çağıran tek sesli, müşterek bir çağrıya dönüşüyor.

Kars’ın gençlerinin, sanatçının, Antonio Fernandes Ros, Felix Blume, Julien Devaux, David Zwirner Gallery ve Peter Kilchmann Gallery’nin izinleriyle.
Dilijan Art Initiative & IDeA Foundation ve David Zwirner Gallery’nin destekleriyle üretilmiştir.

Biography

The Silence of Ani
2015
Video, sound, birdcalls, graphic material
13:21 min.

Born in Antwerp in 1959, Alÿs lives and works in Mexico City. For the 14th Istanbul Biennial, he presents a new film and installation titled Silence of Ani. This project, developed after a research trip to Ani on the border with Armenia, is based on are cording of children of the region playing little flute-like instruments that mimic a variety of bird calls. They reach out to various species of birds. In the ruins of Ani, once a roaring city where children now play amongst the rubble, each makes the sound of a different bird; together the songs become a monodic collective call for the return of the birds.

Courtesy the teenagers of Kars, the artist, Antonio Fernandes Ros, Felix Blume, Julien Devaux, David Zwirner and Peter Kilchmann Galleries.
Produced with the support of Dilijan Art Initiative & IDeA Foundation, and David Zwirner Gallery.

Kaynak: http://14b.iksv.org/works.asp?id=19

Francis Alÿs
Artunlimited Eylül 2015 sayısında yayınlanmıştır.

Meksiko’da üç aylık bir misafir sanatçı programında bulunduğum sırada Francis Alÿs’in Tamayo Çağdaş Sanat Müze’sindeki ‘A Story of Negotiation’ (Bir Uzlaşma Hikayesi ) isimli solo sergisini görme fırsatım oldu. Tekrar tekrar ziyaret ettiğim bu sergiye denk geldiğim için şanslıydım. Francis Alÿs Meksika’daki bir çok sohbetimizin konusu olmuştu; İstanbul Bienali’ne katılacağını öğrenmem uzun sürmedi. Çok etkilendiğim mimarlık kökenli bu sanatçı hakkında bir yazı yazmayı hayal ettim. Bir süredir denemekte olduğum bir yazı formunu hayata geçirmek istiyordum; yazıyı bir eylem ya da aksiyon ile birleştirmek. Daha önceden Art Unlimited dergisinde yayınlanan ‘İstanbul’da Yaşayan Suriyeli Sanatçılar’ dosyası bunun ilk örneğiydi. Sanatçılarla tek tek röportaj yapmak yerine onları atölyemde bir akşam yemeğine davet ederek konuyu bir aksiyona dönüştürmüş ve yemekteki sohbetler üzerinden bir yazı oluşturmuştum. Bu defa ise Francis Alÿs’e İstanbul Bienali için üreteceği işte asistanlık yaparak, metni Meksiko ve İstanbul arasında bir köprü gibi kurabilirdim. Meksika dönüşünde bienal direktörü Bige Örer ile iletişime geçip Francis Alÿs’e asistanlık yapmak istediğimi söyledim. İşlerinden heyecanla bahsettiğimi gören Bige Örer, birkaç gün sonra Francis Alÿs’in Kars Ani’de gerçekleştireceği proje için benden destek istedi. Bir hafta boyunca Kars’ta birlikte çalışacaktık; kurmak istediğim köprünün bir ayağı Kars’a dayanmıştı ve bugünkü Kars çocukluğumdaki Van ile birçok benzerlik taşıyordu.





Meksika’da yaşayan Belçika’lı sanatçı Francis Alÿs (1959, Antwerp) Tournai’deki mimarlık tarihi (1978-93) eğitiminin ardından Venedik’te mühendislik (1983-1986) okur. 1985 yılındaki Büyük Meksika Depremi’nin ertesinde Belçika’lı bir ekiple birlikte Meksika’ya gider. 22 ay boyunca sivil bir grupla birlikte iyileştirme ve yeniden inşa projelerinde çalışır. Alÿs bu sürecin ardından Meksika’da yaşamaya karar verir ve sanat hayatına başlar.

Alistair Hicks ‘The Global Art Compass’ (Global Sanat Pusulası) kitabında, “eğer New York sanat dünyasının kolektif imgeleminde bu kadar güçlü olmasaydı, Meksiko Amerika kıtasında yükselen sanatın en uygun merkezi olurdu” diyor*1. Ayrıca “coğrafi olarak daha merkezi, entellektüel olarak daha şeffaf, açık ve pozitif, ritmi ve zamanı anlama kabiliyeti yüksek ve sanat üretmek için çok uygun bir şehir” olduğunu ekliyor. İstanbul’a göre neredeyse yüzde otuz oranında daha ucuz olan şehirde kamusal ya da özel bir çok müze var. Özellikle Cuauhtémoc Medina’nın küratörlüğünü yapıyor olduğu MUAC (Museo Universitario Arte Contemporáneo / Çağdaş Sanat Üniversite Müzesi) gibi çok sayıdaki üniversite müzesinde, henüz mezun olmuş sanatçılardan, dünya starlarına kadar açık bir potansiyel var ve bu durum küratörler için de geçerli. MUAC’ın parçalı mimarisi aynı ayna birkaç sergi yapmaya müsait. Orada bulunduğum süre içinde Hito Steyrl, Raqs Media Collective, William Kentridge, Sarah Minter gibi önemli isimleri ve birçok grup sergisini aynı anda görme fırsatım oldu. Devlet, müze ya da üniversitelerin genç sanatçı ya da küratörlere sağladığı fonlar sayesinde birçok sanat insiyatifi varlık gösterebiliyor; Soma, Biquini Wax, R.A.T, Lulu, Crater İnvertido ziyaret edebildiğim insiyatifler arasındaydı. Sanatçı ve küratörlerin son derece samimi ve açık olduğu bu şehirde görüşmeyi talep etttiğim herkes kapısını sonuna kadar açtı; sanat dünyası gerçekten de pozitifti. Francis Alÿs’in Avrupa’yı bırakıp Meksiko’ya yerleşme sebeplerini tahmin etmek zor olmadı benim için.





Sanatsal pratiği performanstan resim, video ve animasyona kadar çeşitlilik gösteren Francis Alÿs, şiirsel-politik işleriyle tanınıyor. Alÿs, sosyal pratikler, toplumsal hiyerarşi ve çatışma alanları, sınır, göçmen ve mülteci sorunları gibi konulara kişisel hafıza ve kolektif mitoloji üzerinden yaklaşıyor. Bir üretim alanı olarak sokağın ve performatif bir anlam yüklediği ‘yürüme’ eyleminin Alÿs’in sanatında önemli bir yeri var. ‘The Last Clown’ (Son Palyaço; 2001) isimli animasyonda, bir çok projede birlikte çalıştığı Meksika’lı küratör Cuauhtémoc Medina, sokakta yürürken o kadar dalgın ve düşüncelidir ki, önünden geçen köpeği göremez ve yere düşer. Alÿs’in performatif yürüyüşleri, kamusal alanın kontrol altına alınmasına karşı bir tepki ya da direnç niteliğindedir. Charles Baudelaire’in, Walter Benjamin tarafından geliştirilen ‘flaneur’ kavramının güncel yorumu ile karşı karşıya bırakır bizi*.2 Sitüasyonist aksiyoncular gibi sokağı bir ‘eylem’ alanı olarak kullanan Alÿs, burayı aynı zamanda sanatçıyı harekete geçiren bir imge deposu gibi görür. Bu fikir ilk performansı ‘Collector’da (Koleksiyoner; Meksiko, 1991) sokakta gezdirdiği mıknatısla donatılmış oyuncak bir köpeğin, sokaktaki metal nesneleri toplaması ile sembolik ifadesini bulur. Sokağın sanatçıyı etkilemesi gibi sanatçı da sokağı etkiler ve üzerinde izler bırakır. ‘The Looser / The Winner’ (Kazanan / Kaybeden; 2006)’da üzerindeki kazağın iplerini sökerek sokakta yürüyen Alÿs, ‘Green Line’ (Yeşil Çizgi; Kudüs, 2005) performansında Kudüs’te ‘yeşil hat’ olarak bilinen ateşkes hattında yürüyerek, elinde tuttuğu bir boya kutusundan sızan yeşil boya ile sokaklara işaret koyar. ‘Barrenderos’ (Çöpçüler; Meksiko, 2004)’da temizlik işçileri sokaklardaki çöpleri süpürerek çöpten dev bir barikat oluşturur. ‘Paradox of Praxis 1’ (Pratikte Çelişki;, 1997)’de büyük bir buz kitlesini sokaklarda sürükleyerek sıvıya dönüştürür ve yok eder. Alÿs’in işlerinde sıvı, akıcı, kaygan bir taraf var. Kutudan yola dökülen boya, hareket ederken nesneleri toplayarak büyüyen metal köpek, sökülen kazak, eriyen buz ya da ağaca çarpan araba sahnelerinde olduğu gibi nesne ve insanlar hareket halindedir ve form değiştirirler. Form değiştirme ve hareket arasındaki ilişki ‘When Faith Moves Mountains’ (İnanç Dağları Hareket Ettirdiğinde; Lima, 2002) adlı performansta sembolik açıdan doruk noktasına ulaşır. 500 gönüllü ile birlikte her bir kişinin bir kürek dolusu kumu yerinden taşımasıyla bir kaç inçlik bir coğrafya parçasının yerini değiştirir Alÿs.

Alÿs’in ‘#1 Caracoles’ (Salyangozlar; Meksiko, 1999) ile başlayan ‘Children’s Game’ (Çocuk Oyunları) isimli video serisi Meksika, Afganistan, Venezüella, Ürdün gibi ülkelerin farklı şehirlerinde devam eder. Sokağı sanat üretiminin vazgeçilmez bir ‘saha’sı olarak kullanan Alÿs, bu defa performans sırasını çocuklara bırakır. Savaş, yoksulluk ya da şiddetle sarmalanmış şehirlerin ağır atmosferi, dans eden, uçurtma uçuran, misket oynayan, tekerlek çeviren çocukların uçarı, saf ve neşeli beden hareketleri sayesinde bir süreliğine görünmez olur. Gerçek dünyanın sert sahnesi, çocukların hayal dünyaları eşliğinde bulanıklaşır. Çocuk oyunları, hayal dünyası ile yokluk arasındaki ilişkiden beslenir. Fakir hayatların hüküm sürdüğü sefalet içindeki sokaklarda çocuklar için hala umut vardır. Onlar her türlü yokluk içerisinde bile oyun kurmayı başarırlar zira yokluğun daracık ve kapalı dünyası hayal gücünü tetikler. Nermin Saybaşılı görsel kültürde göç hareketlerini incelediği ‘Sınırlar ve Hayaletler’ isimli kitapta, sınır bölgelirinde ‘çocuk ve oyun’ konusuna değinir. Sınırlardaki çocuklar da her çocuk gibi aynı tip oyunları oynuyorlar; ancak oyuncaklarla değil, bambaşka malzemelerle. Mesela top oynamak yerine, karşı tarafa ev yapımı bomba atıyorlar ya da saklambaç oynamak yerine ‘düşman’ın pozisyonlarını gizlice izliyor ve zayıf noktalarını araştırıyorlar*3. Gerçekten de Alÿs’in Çocuk Oyunları serisinden ‘#15 Espejos’ (Dikiz Aynaları; Juarez, 2013) isimli işinde, terkedilmiş konutlarda saklambaç benzeri bir oyun oynayan çocuklar, evlerden topladıkları kırık camları güneşe tutarak düşmanı işaretliyor ve çocuklar güneş ışığının düşmanın bedenine denk geldiği noktada vurulup yere düşüyorlardı.




Alÿs’in 13. dOCUMENTA için çektiği Reel – Unreel (Gerçek – Gerçekdışı; Kabil, Afganistan, 2011) filminde Çocuk Oyunları serisinin görsel bir şölene dönüştüğünü görürüz. Elindeki film çemberini Kabil sokaklarında gezdiren iki erkek çocuğun gözünden şehri keşfederiz; Kabil’in daracık ara sokaklara girip çıkar, köprülerden geçer, pazar kalabalığına karışır, cami ve medreselerin avlularından girer, trafiğin içinden çıkarız. Alÿs söz konusu film serisinde çocuk oyunlarını gösterirken aynı zamanda bulunduğu kentlerin, sosyal ve ekonomik yapısı, mimarisi ve coğrafyası, müziği ve renkleri hakkında da fikir verirken, gündelik hayat ve sokakla kurduğu ilişkiyi sürdürmeye devam eder. ‘Çocuk Oyunları’ serisi bir anlamda otobiyografiktir; ‘Green Line’da sokakları boyarken ‘resim’, Kabil’de film rulosu çeviren çocuklar ‘video’ üretimi ile ilişki kurar.




Francis Alÿs bazı performanslarını farklı zaman ve mekanlarda tekrar ederek geliştirir ve günceller. Performanslarında kendisi ile oyuncuları sıklıkla yer değiştirir. Çocuklar, sokaktaki çöpçüler, denizci ya da balıkçılar performanslarında aktif rol alırlar. Meksika’nın insan kaçırma ve narkotrafik eylemleri ile gündeme gelen son derece tehlike şehri Juarez’in sokaklarında, ateşten yapılmış bir topu ayağında çevirerek yürüyen Alÿs (Paradox of Praxis 5, Juarez, 2014), Kabil’de film çemberini döndüren çocuğun yerini alır. Performans, video ve resimlerinde form olarak ‘çizgi’ ye sıklıkla yer verir. ‘Tourist’ (Turist; Meksiko, 1994)’te yan yana dizilen sokak satıcıları, çocuklar ya da balıkçılarla deniz üzerinde kurduğu simgesel köprüler, Peru’da kum tepelerinde sıra sıra dizilen gönüllü insanlar, sokaklara boyayla bıraktığı izler hep düz ya da eğrisel çizgilerden oluşur. Alÿs’in aksiyon ve kurgu arasında gidip gelen söz konusu performansları son derece resimseldir; özellikle son sahne bir resim gibi önceden kurgulanmıştır.

Kolektif çalışma biçimi Francis Alÿs’in sanatsal üretiminin vazgeçilmez bir parçası. Cuauhtémoc Medina ile işbirliğine dayanan birçok projede birlikte çalışmışlar, örneğin ‘Barrenderos’, ‘Bridge’, ‘When Faith Moves Mountains’ gibi işlerde Medina’yı operasyonu yürütürken görürüz. Küratör Medina, sergi üretimi, yazı gibi kapalı mekanlardaki üretim biçimini sokağa ve günlük hayata taşıyarak tıpkı bir sanatçı gibi eyleme geçer. Sokak ve dışarıdaki hayat Medina için de müze, galeri ya da kuruma alternatif bir üretim alanıdır. Medina ile yaptığımız söyleşide Francis Alÿs ile çalışmanın kendisi için bir tür performans niteliği taşıdığını, hayatında onu en çok heyecanlandıran sanatçılardan birinin Alÿs olduğunu söyledi.




Alÿs ‘A Story of Negotiation’ kitabında bulunan metinlerde işlerin üretilme aşamalarında, müze ya da sergi gezerken etkilendiği Cándido López (Buenos Aires, 1840-1902), Robert Smithson ( New Jersey, 1938-1973) gibi sanatçıların isimlerini anıyor. Aynı şekilde birlikte çalıştığı yönetmen, kameraman, müzisyen ve ses tasarımcılarının isimlerini büyük puntolarla sergi salonlarının duvarlarına yazarak, kamuya açık konuşmalara onları da dahil ederek kolektif üretime vurgu yapıyor. İnsanları harekete geçiren, aktive eden, heyecan uyandıran bir tarafı var. Kars, Ani’deki asistanlık sürecinde tanıştığım Belçika’lı sanatçılar, yönetmen Julien Devaux ve ses tasarımcısı Félix Blume, yıllar önce Alÿs’in projelerinden biri için Meksika’ya gitmiş ve orada yaşamaya karar vererek geri dönmemişler; Alÿs ‘Collector’daki mıknatıs gibi onları Meksika’ya çekmiş.




Alÿs’in Tamayo Müzesi’ndeki sergisi, müze duvarına asıldıktan sonra, duvara da bir çizik atarak matkapla ortadan ikiye kesilen bir peyzaj resmiyle başlıyor, bu başlangıç ileride karşımıza çıkacak parçalı anlatımın ipuçlarını veriyordu. Akdeniz’in mavi sularında ellerinde terliklerden yapılmış küçük yelkenliler taşıyan çocukların, Fas ve İspanya’nın karşılıklı kıyılarından birbirlerine doğru yüzdükleri çift kanallı video ‘Don’t Cross the Bridge Before You Get to the River’ (Nehre Gelmeden Köprüyü Geçme; 2008), hafif ve akışkan bir duygu ile sergiye giriş yapmamızı sağlıyor, sonrasında serginin temposu gittikçe ağırlaşıyordu. Önce ‘Tornado’ (Hortum; Milpa Alta, Meksiko; 2000-2010) sonra 13. dOCUMENTA için ürettiği ‘Kabul’ videosunu da içeren Afganistan serileri ile karşılaşıyoruz. Alÿs, ‘Tornado’ videosunda Meksika’daki bir çölde uzaktan gördüğü bir hortuma doğru elindeki kamerasıyla koşarak ilerliyor ve sonunda hortumun içine giriyor. Adrenalin dozu son derece yükselten Alÿs bir sonraki ‘Afganistan’ serisinde bu defa savaş alanına giriyor ve kendini ‘Savaş Sanatçısı’ olarak tanımlıyordu. ‘Paradox of Praxis 5’te ateş topunu çeviren sanatçı bu defa gerçekten ‘ateşle oynuyor’du*4. Savaş alanının da büyük bir hortuma benzediğini düşünürsek arda arda gelen bu iki seri insanın soluğunu kesiyordu. Sergiye, izleyiciyi susmaya davet eden, ‘Silence’ (Sessizlik; 2003-2010) yerleştirmesi ile veda ediyoruz. Kauçuktan yapılmış onlarca küçük kilim üzerindeki ‘sus’ imgesi, sergi boyunca son derece şiirsel bir anlatımla karşı karşıya kaldığımız sosyal çelişkilerin gerçekliği üzerinde sessizce düşünmeye davet ediyordu. Yerkürenin temel dört elementi ‘su, hava, ateş ve toprak’ bu sergide tesadüfen mi bir araya geldi diye merak ediyordum. Küratör Medina, sergiyi kurarken Alÿs’le birlikte bunu farkettiklerini ancak önceden planlamadıklarını söyleyip, çok doğru bir noktayı tesbit ettiğimi söyledi.



Kısaca anlatmaya çalıştığım bu sergi sanata olan inancımı bir kere daha tazeledi. Francis Alÿs’in küçücük resim, desen, fotoğraf, harita ve arşivsel malzemeyle zenginleştirdiği serileriyle, bienal ya da fuarlarda gördüğümüz büyük, pahalı ve gösterişli enstelasyonların duygusuz dünyası arasında ciddi bir mesafe vardı. İşleri sadece çokça söylendiği gibi şiirsel değildi, aynı zamanda konuya yaklaşım biçimindeki araştırmacı ve sahici tavır, sizi O’na daha çok yaklaştırıyordu. İşlerin üretim aşamasındaki araştırma ve düşünme sürecini izleyiciye göstererek çoklu bir anlatımın peşinden koşan Alÿs’in, resimlerinde de performanslarında olduğu gibi akışkan, hafif ve parçalı bir anlatımı vardı, resimleri de birçok performansı da başsız ve sonsuzdu. Modernist rasyonel anlayışın aksine bütüne karşı olan sanatçının, yazı ve desenlerle çoğalttığı anlatım biçimi, düşünceden düşünceye, imgeden imgeye atlayan, sürekli notlar alan bir yazarın reflekslerine benziyor, resimlerinin küçüklüğü seyahat sırasında üretilmiş hissi uyandırıyordu.



Francis Alÿs’in 14. İstanbul Bienali için ürettiği ‘Silence of Ani’ (Ani’nin Sessizliği) isimli videosu ‘Çocuk Oyunları’nın bir devamı gibi görülebilir ancak bir farkla; bu defa oyunu sanatçının kendisi kurmuştur. İstanbul Bienali’ne davet edildikten sonra Türkiye’ye gelen sanatçı, Türkiye – Ermenistan sınırında dolaşmış ve Ani’nin terkedilmiş, görüntüsünden ve sessizliğinden çok etkilenmiş. İşini ‘sessizlik’ teması üzerine kurmaya karar veren Alÿs ile Mayıs ayının son haftasında, ‘Silence of Ani’ isimli videosunu çekmek üzere Kars’a gittik. Planımız Özkan Cangüven ile birlikte çekimleri organize etmek ve seçim günü dönerek İstanbul’da oylarımızı kullanmaktı. Kars Gülahmet Aytemiz Güzel Sanatlar Lisesi öğrencilerinden bir grup ve öğretmenleri Seda Durukan Eren ile müzisyen Antonio Fernández Ros‘un bestelediği müziği prova ederek çalışmalara başladık. Çocuklar çok neşeliydi, derslere girmek yerine okulun dışına çıkıp vakit geçirmek çok hoşlarına gitmişti. Ekibin Kars dışından gelmesi ise onları ayrıca heyecanlandırıyordu. Van gibi küçük bir şehirde büyüdüğüm için bu duyguyu çok iyi biliyordum. Yazları İstanbul’daki akrabalarımızın şehri ziyarete geleceği günleri iple çekerdim. Batıdan gelen çocuklar daha neşeli, kadınlar daha rahat, erkekler daha güleryüzlüydü, ya da bana öyle geliyordu. Sanırım hep aynı dar çevrenin insanlarıyla ilişki içinde olmak, ‘taşra sıkıntısı’ denen şey böyle bir şeydi.






Çocuklarla kısa sürede kaynaştık, kızlar Francis Alÿs’in birlikte çalıştığı yönetmen Julien Devaux ve ses tasarımcısı Félix Blume’a hayran kalmış, erkekler ise benimle birazcık muhabbet etmek için sıraya girmişti. Çocuklar birlikte çalıştıkları Antonio Fernández Ros’u her fırsattı köşeye sıkıştırıyor, yarım yamalak İngilizce’leriyle gayet iyi iletişim kurarken, yabancı dil öğrenmenin ne kadar önemli olduğunu belki de hayatlarında ilk kez deneyleyerek öğreniyorlardı. Bir hafta boyunca hergün sabah erken saatlerde buluşarak gün ağarıncaya kadar çalıştık. Ekip biraz kaynaştıktan sonra akşam dönüşlerinde şarkılar söylemeye başlamıştık ve yolculuklarımız eğlenceli hale gelmişti. Kars’a yaklaşık 40 dakika mesafede olan Ani’ye giderken, Alÿs sürekli sorular soruyor, elindeki kağıtlara notlar alıp, küçük desenler çiziyordu. Kalem ve kağıt onun için düşüncelerini tamamlayan birer araçtı. Yazıp çizme eylemine günün her saatinde -Julien, Félix ve Antonio ile tartışırken, yemekte ya da kahvesini yudumlarken, akşam dönüş yollarında- devam ediyor, notlarını her nasılsa tertemiz ve düzenli bir şekilde korumayı başarıyordu. Kilise kalıntıları ve yemyeşil otlarla kaplı Ani’nin incecik patika yollarında, uzun kuyruklar halinde, birbirini izleyerek yaptığımız yürüyüşlerin pitoresk görüntüsü bugün hala gözlerimin önünde. Bazen Francis yoldan sapıp gözden kayboluyor sonra başka bir tepenin ardından tekrar beliriyordu, bizler ise O’nun performanslarındaki gibi sıralar halinde dizilmiş yürüyorduk. Son gün ekip şehirden ayrılırken sarılıp öpüşmeler bitmiyor, herkes gözlerindeki yaşları gizlemeye çalışıyordu.




Tarihi 5. yy’a kadar dayanan Ani şehri, 11. yy. başlarında Bagradit Ermeni Krallığı’nın başkentidir ve içindeki kilise sayısının çokluğu sebebiyle ‘1001 Kiliseler Şehri’ diye anılır. İpek Yolu üzerinde, önemli bir ticaret ve kültür merkezi olan şehir, Ortaçağ’da Selçuklu, Bizans, Moğol, Pers ve Osmanlılar tarafından defalarca kuşatılarak tahrip edilir. 18. yüzyılın ortalarındaki Ani tamamen terkedilmiş bir şehirdir. 19 yy. dönümünde Rus arkeolog ve oryantalist Nicholas Marr, Ani’yi yeniden keşfeder ve kazı çalışmalarına başlar. Ani bu dönemde araştırmacılar için ciddi bir labaratuar haline dönüşür ve ilk bilimsel restorasyonlar başlar. I. Dünya Savaşı sırasındaki çatışmalarda araştırmalar durur, şehir yeniden ciddi hasar görür ve terkedilir.




Bu yazıyı yazarken Brezilya’lı müzisyen Egberto Gismonti’nin ‘Dança Das Cabeças’ albümünü dinliyorum. Albümün kuş sesleri ile başlayan giriş bölümü beni tekrar tekrar Ani’ye götürüyor. ‘Ani’nin Sessizliği’nde her bir çocuk farklı bir kuşun yerine geçmiş, ellerindeki kuş sesi çıkaran enstrümanlarla birbirlerini çağırmaya başlamıştı. Tepelerin ardından ve yıkıntıların arasından bir görünüp bir yok olan çocuklar bir süre dağınık ve düzensiz seslerle anlaşırken sonrasında çıkardıkları sesler bir melodi etrafında birleşiyordu. Alÿs’in şiirsel üslubu sınırların düşmanlık üreten keskinliğini eritmiş, barışa davet ediyordu. Kuşların sesi sınırı geçip Ermenistan’a ulaşıyor, ordaki arkadaşlarını geriye çağırıyordu, bir zamanlar kardeşlik içinde yaşadıkları topraklara…

Dipnotlar:

Hicks Alistair, The Global Art Compass, New Directions in 21th Century Art, 2014, s:15
Heiser Jörg, “Walk on the Wild Side”, Frieze Magazine, Eylül 2002, web. 24 Aug. 2011
Saybaşılı Nermin, Sınırlar ve Hayaletler, Görsel Kültürde Göç Hareketleri, Metis, 2005,s:66-67
‘Ateşle oynama!’ Türkçe bir deyim; kendini tehlikeye atan, risk alan kişiler için söylenir.

http://pinarogrenci.com/2015/francis-alys-2/

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ankaralılar yaz gelince ne yaparlar?

  https://filmmirasim.ktb.gov.tr/