Söz Konusu: “İnsanın Vazifesi” / “Tarih Kavramı” – José Ortega y Gasset
Hayat bir vazifedir ve hayatın gerçeği, yani her birimizin özgün hayatı, yapılması gerekeni yapmak ve önüne geleni yapmaktan kaçınmakta yatar. Bana göre insan, eylemleri keyfi değil zaruri olduğu ölçüde insandır, ancak bu, karar vermenin zorluğunu da beraberinde getirir. Başkalarının daha önceden gerçekleştirdiği eylemler dizini, bizlere şu veya bu başarı kisvesi altında zaruriymiş gibi sunulur. Bu bizi kendi özgün vazifemize karşı sadakatsizliğe iter. Başkalarının vazifesi katiyen bizim vazifemizin yerini tutamaz. Gerçek hayat kaçınılmaz surette bir icattır. Öz varlığımızı icat etmeliyiz ama bu icat aynı zamanda keyfi olmamalıdır. “İcat etmek” (inventar) ifadesi burada etimolojik anlamına, “bulmak”a (hallar) kavuşur.
Hayatımızın zaruri yörüngesini bulmalı, keşfetmeliyiz. Ancak o zaman hayatımız bizim, yani başkasının veya sorumsuzlarınki gibi hiç kimsenin hayatı değil, hakikaten bizim olur.
Böylesine zor bir sorun nasıl çözülür?
Benim için bunun cevabı hiçbir zaman şüpheye mahal vermemiştir. Atışmada kendisine verilen bir darayağa ayak uydurmak zorunda olan saz şairi gibiyizdir biz. Bu darayak, çevredir. İnsan daima eşsiz ve kaçınılmaz bir çevrede yaşar. Yapılması gerekene dair bizlere ideal bir ana hat çizen şeydir çevre. Çalışmalarımda bunu hedefledim. Vatanımın ve çağımın sunduğu çevreyi kabullendim. İspanya entelektüel türden bir açık vermekteydi ve halen de vermektedir. Şeyler arasında hareket etmemizi sağlayan birer araçtan ibaret olan kavramları idare becerisini kaybetmişti İspanya.
Ona gerçekle yüz yüze gelmeyi ve bu gerçeği en az kayıpla düşünceye çevirmeyi öğretmek gerekiyordu. O hâlde mevzubahis, bilimden daha engin bir şeydir. Bilim, insanın gerçeklere entelektüel olarak karşılık verme kabiliyetinin birçok tezahüründen yalnızca biridir. Gelgelelim bu entelektüel eğitim denemesini İspanyolların bulunduğu yerlerde, yani dost meclislerinde, gazetelerde, konferanslarda icra etmek gerekti. Onları üslup aracılığıyla ideanın kesinliğine çekmek gerekiyordu. İspanya’da ikna etmek için önce cezbetmek gerekir. Bu konuşmayı Tarih Çalışmaları Merkezi’nde yapıyorum ve içinde bulunduğum bu an ve mekânı tarihe olan tutku ve inancımı ifade ederek değerlendirmek istiyorum.
Günümüzde tarih, Avrupa’nın yeniden yapılanıp dirilebilmesinin ilk şartıdır, çünkü her şey yalnızca kendine has meziyetlere sahip olabilir, başkalarınınkine değil. Avrupa yaşlıdır. Gençlerin meziyetlerine sahip olamaz, buna yeltenemez. Avrupa’nın meziyeti yaşlı olmasıdır, yani geniş bir hafızaya, uzun bir tarihe sahip olmasıdır. Hayatındaki sorunlar karmaşık seviyelerde baş gösterir ve bunlar da pek karmaşık çözümler gerektirir. Bu çözümleri yalnızca tarih sağlayabilir, aksi takdirde Avrupa’nın sorunlarının karmaşıklığı ile bunların çözümüne yüklenmek istenen toy ve hafızadan yoksun basitlik arasında anakronizm meydana gelirdi. Avrupa’nın tarihten öğrenmesi gereken şey ne yapabileceğine dair bir yöntem değildir, zira tarih geleceği görmez. Tarihten yapılmaması gereken şeylerden kaçınmayı öğrenmesi gerekir. Bu yüzden daima geçmişten kaçınarak kendinden yeniden doğması gerekir. İşte tarih bu işe yarar, geçmişte olan şeylerden bizi azat eder. Çünkü geçmiş bir hortlaktır ve eğer hafızayla zapt edilip tazelenmezse daima bize karşı koyar ve eninde sonunda bizi boğar. Tarihe olan inancım, tutkum budur ve bu mekânda geçmişe karşı ilginin bir araya geldiğini geçmişin üzerinden geçildiğini görmek benim için daima büyük bir coşku, bir İspanyol coşkusu olmuştur, çünkü geçmişi verimli hâle getirmenin yolu budur, eski toprak üzerinden sabanla geçerek evlekler açınca toprağın mahsul vermesi gibi.
Çeviri: Mehmet Sait Şener
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder