20 Şubat 2023 Pazartesi

İğrenç Adamlarla Kısa Görüşmeler – David Foster Wallace

Bu esnada zaman geçmiş. Kalbinle öldüremezsin zamanı. Her şey zaman alır. Oldukları yerde durabilmeleri için arıların çok hızlı hareket etmeleri gerekir.


“Seks hayatmın içine etti. Neden yaptığımı bilmiyorum. Politik biri falan değilim. Önce Amerika diyenlerden, gazete okuyanlardan, Bunchanan seçilecek mi diye kafa yoranlardan değilim. Kızın tekiyle iş tutmuşum, kimse kim. Tam boşalacağım sırada. Tam o zaman oluyor. Demokrat falan değilim. Oy bile vermem. Bir keresinde iyice korktum da radyo programlarından birini aradım, radyodaki doktorlardan birini, isim vermeden, herif küfürlü ya da müstehcen sözleri istemsiz ve kontrolsüzce bağırma teşhisi koydu bana, bilimsel adı coprolalia’ymış. Fakat tam boşalırken bağırmaya başlamamda küfürlü bir şey yok, müstehcen falan da değil, üstelik hep aynı şey, hep çok tuhaf ama küfür değil. Sadece tuhaf işte. Tabii kontrolsüz. Meni nasıl fışkırıyorsa bu da öyle fışkırıyor, aynı onun gibi. Nereden geldiğine dair hiçbir fikrim yok, durduramıyorum üstelik.


s.


‘”Zafer Demokratik Özgürlük Kuvvetlerinin Olacak!’ Ama yüksek sesle. Hani bağırırken ki gibi. Kontrolsüzce. Ağzımdan çıkanı kulaklarımla duymadan önce aklımdan geçmiyor bile. ‘Zafer Demokratik Özgürlük Kuvvetlerinin Olacak!’ Ama daha yüksek sesle: ‘ZAFER-‘


“Tabii hepsinin ödü bokuna karışıyor. Doğal, değil mi? Ben de yerin dibine geçiyorum. Diyecek söz bulamıyorum. Sen ne derdin, “Zafer Demokratik Özgürlük Kuvvetlerinin Olacak!” diye bağırsaydın tam boşaldığın sırada? “


s.


“Bu kadar tuhaf bir şey olmasa utanmam tabii. Yani ne olup bittiğini biraz olsun anlasam. Anlıyor musun? “


s …


“Tanrım, yerin yedi kat dibine geçtim şimdi.”


s.


“Ama zaten sadece bir defa oluyor. İçine etti derken kastettiğim de bu işte. Kızlar nasıl dehşete kapılıyorlar görüyorum, ben de utançtan aramıyorum onları tekrar. Açıklamaya çalışsam bile. Zaten beni en çok utandıranlar da hiç aldırmamış gibi, sorun yokmuş gibi, anlıyormuş gibi yapıp önemli değil falan diyenler, çünkü çok tuhaf, saçma sapan bir şey ‘Zafer Demokratik Özgürlük Kuvvetlerinin Olacak!’ diye bağırmak boşalırken, o yüzden deli gibi korktuklarını ama lütfedercesine anlamış gibi yaptıklarını görmek kolay ve zaten gerçekten, sonunda gerçekten öfkelendiklerim, aramıyorum ve görüşmüyorum diye utanmadıklarım da onlar, yani, “Sanırım seni yine de sevebilirim” diyenler.”


**


MASSACHUSETTS ISLAHEVI – BRIDGEWATER GOZLEM & DEGERLENDİRME BİRİMİ BRIDGEWATER, MASSACHUSETTS


“Böyle bir eğilim var ve zorlama minimum olduğu, ciddi bir zarar da verilmediği sürece özünde zararsız, sanırım siz de kabul edersiniz. Zaten zorlanması gerekenlerin sayısının çok az olduğunu da bilmenizde yarar var.”


.

”Psikolojik bir bakış açısından kökenleri apaçık belli. Başka terapistler de kabul edecektir, burada ya da farklı bir yerde olsun. Yani olay net.”


s.


“Evet, babamın doğasında iyi bir adam olma eğilimi bulunmadığı, ama buna rağmen yine de ısrarla iyi’ bir adam olmaya çabaladığı söylenebilir. Sinirle falan alakalı.”


s.


” Demek istediğim, sonuçta onlara işkence yaptığım, yaktığım falan yok.”


s ..


” Babamın öfkeye eğilimi olması, özellikle de [anlaşılmıyor ya da bozulmuş] kendi sinirinden ve evde şiddet göstermeye olan eğiliminden korkarak defalarca acile gitmesi, belli bir zaman içinde bir birikime yol açtı ve sonunda, bir süre sonra ve başarısız terapi süreçleri ardından bizimle birlikteyken ne zaman kendini kaybedecek olsa bileklerini arkadan kelepçelemeye başladı. Evin içinde. Aile arasında. İnsanın sinirini zorlayan o küçük aile içi hadiselerde, falan. Bu kendi kendini dizginleme zaman içinde öyle bir hale geldi ki içimizden birine ne kadar öfkelense, o kadar zorla dizginlemeye başladı kendini. Genellikle günün sonunda zavallı adam salonun ortasında eli kolu bağlı halde debeleniyor, o lanet olası taşak kılıklı tıkacı ağzına tıkmamız için öfkeyle bağırıyor olurdu. Orada olma ayrıcalığını tatmamış biri için bu geçmiş bitmiş hadise nasıl bir önem arz ederse artık. Isırılmadan ağzına tıkacı sokmaya· çabalamak. Ama elbette, bu sayede benim ·eğilimlerimi açıklayıp kökenlerine kadar uzanabilir ve her şeyin sizin için güzelce, sağlam ve sevimli bir şekilde derlenip toparlanmasını sağlarız, değil mi.”


K.G. No: 30 03-97


DRURY, UTAH


“itiraf etmeliyim ki bu, onunla evlenmemin önemli bir nedeniydi, çocuk yapmış olmasına rağmen güzel bir vücudu vardı, ben de bundan daha iyi bir fırsat yakalayamayacağımı düşündüm. İnce, düzgün, bacakları güzel – çocuk yapmıştı -ama buna rağmen şişmiş, damarlanmış, pörsümüş falan değildi. Herhalde biraz sığ geliyor kulağa, ama doğrusu bu. Eli yüzü düzgün bir kadınla evleneceğim ama çocuğumuz olunca doğum yüzünden vücudu bozulacak fakat yine de sırf hayatım boyunca onunla sevişmek için imza attım diye onunla sevişmek zorunda kalacağım; en büyük korkum buydu benim. Herhalde tatsız geliyor. kulağa, ama hani bir tür testten geçmiş gibiydi – çocuk vücudunu bozmamıştı, o yüzden iyi bir yatırım sayılırdı, imzayı atıp, çocuk sahibi olup yine de sevişebilirdik. Çok mu sığ geliyor kulağa? Ne düşünüyorsunuz? Yoksa bu tür şeylerde asıl gerçekler hep sığ mı olur, herkesin gerçek nedenleri yani? Ne dersiniz? Nasıl geliyor kulağa?”


**


K.G. No: 31 03-97


ROSWELL, GEORGIA


“Gerçekten nasıl muhteşem olunur bilmek ister misin? Muhteşem Sevgili bir kadını gerçekte nasıl memnun eder? O sıradan, lokum tipi arkadaşların hep bildiklerini söylerler, bu konularda otorite olduklarını falan. Canım, sigara değil bu, nefesi içinde tutman lazım. Bu adamların çoğunun bir kadını gerçekten nasıl memnun edecekleri hakkında en ufak fikirleri yoktur. Gerçekten. Doğrusunu istersen, çoğu da aldırmaz zaten. Karşılaşacağın ilk tip budur, Joe Altılık Kutu Bira yanında-da-çerez tipi, bildiğin domuz işte. Bu herif zaten yaşam konusunda da pek bilinçli sayılmaz, hele olay sevişmeye geldiğinde bencilliğin doruklarında gezer. Elde edebileceği her şeyi ister ve aldığı sürece de başka şeyle ilgilenmez. Yuvarlanıp üzerine çıkar kadının ve boşaldığı anda yana devrilip horlamaya başlar. Orada dur bakalım.


Eminim bu senin eski kafalı, basmakalıp ve daha yaşlıca erkek ahbaplarından biridir, yirmi yıldır evli olan ve karısının boşalıp boşalmadığını bile bilmeyen biri. Sormayı bile düşünmez. Kendi boşalır, onu ilgilendiren tek şey budur.”


s.


“Benim bahsettiklerim bunlar değil ama. Hayvan bunlar resmen, üzerine yuvarlan ve yatağa devril, hepi topu o kadar işte. Orada, ucuna yakın bir yerde tut onu ve öyle sıradan bir sigara gibi çok içine çekme. İyice içinde tutman gerek. Bu benim, ben yetiştirdim, dört yanı Mylar naylon film ve ışıkla kaplı bir adam var, tatlım, burada kaça sattıklarına inanamazsın bunu. Bu herifler hayvan sadece, bu taraklarda bezleri yoktur.


Neyse, bahsedeceğimiz ikinci tipleme, Muhteşem Sevgili olduklarına inanan adamlar. Ve bu adamların Muhteşem olduklarını sanmaları kendileri adına gerçekten önemlidir. Mesai harcarlar buna, Muhteşem olduklarını ve bir kadını nasıl memnun edeceklerini bildiklerini düşünürler. O duyarlı, erkek lokum tipleri bunlardır işte. Bu mevzulara hiç kafa yarmayan varoş heriflerin tam tersi gibi görünürler. Bu böyle, ama çok da abartmamak lazım. Bu adamların senin bildiği n o domuzlardan daha iyi olduklarını sanma sakın. Muhteşem olduklarına inanmaları onlara o domuzlardan bir nebze bile fazlasını katmaz, aslında içten içe en az onlar kadar bencildirler yatakta. Bu tipler küçükhanımı sekste delirtecek türden Muhteşem Sevgililer olduklarını zannederek tatmin olurlar. Tek dertleri kadına haz vermektir. Bu tip in bütün olayı budur.”


s.


işte, onun yingyang’ıyla saatlerce uğraşmalar, boşalmayıp saatlerce kendilerini tutmalar, G-noktasını, Haz Duruşunu bilmeler falan. Barnes & Noble’a koşa koşa gidip kadın cinselliği konusunda en son çıkan kitapları alarak neler olup bittiği ne dair bilgilerini taze tutarlar falan işte. Şimdi bakıyorum da senin de bir iki kez bir lokumla karşılaştığın besbelli; onun feromonlu tıraş losyonu, çilek yağı, el masajları, sarılma ve dokunmaları, kulak memesi hakkında her şeyi bilmesi, hangi kızarıklık ne anlama gelir ve yüzün ışıması ve dizin arka kısmı ile G’nin hemen arkasında buldukları o yeni, küçük, aşırı hassas nokta nedir; bu tip adamlar hepsini bilir ve sana da nasıl yapılacağını bildiklerini belli edeceklerine emin olabilirsin – bak, ver şunu bana.


Göstereyim. Evet, şimdi, tatlım bu tip herifin kadın geldi mi gelmedi mi, kaç kez geldi, onun yaşadığı en iyisi miydi – falan filan, bunları bilmek isteyeceği kesindir. Anlıyor musun? Dumanı üflediğinde bir şey göremez halde olman lazım. O zaman tümünü içine çekebildin demektir. Bunu daha önce yaptığını söylemiştin sanki. Senin bildiği n, o sıradan çerezlik otlardan değil bu. Bu herifler kadın ne zaman boşalsa bir çentik atarlar sicillerine. Olayı böyle görürler. Yarısını dışarı üflemek için fazla iyi bu ot, sanki Porsche almışsın da sadece kiliseye giderken kullanıyormuşsun gibi. Hayır, bu herifler Çentikçidir. Senin bildiğin o domuzlar, yattıkları herkes için bir çentik atarlar, onların çentiği budur, aldırmazlar. Ama Muhteşem Sevgili tipindeki herif, her gelen için bir çentik atar. İkisi birden Çentikçidir aslında. Aynı türden heriflerdir içten içe. Tripleri farklıdır, ama yine de sadece kendi triplerini yaşarlar; kadınlar ikisiyle de aynı şekilde kullanılmış hissederler kendilerini. Tabii azıcık akılları varsa. Tatlım, biraz daha söner gibi olduğunda onu sigara gibi ezme yerde. Parmağının ucunu azıcık ıslat ve hafifçe vurarak söndürüp sakla, koyacak bir şey var yanımda. Bende küçük ve özel bir şey var bunun için, ama genelde o küçük film kutuları kullanılır, bu yüzden kimse atmaz onları. Düşün bakalım, çöpte o kutulardan hiç gördün mü diye.”


S.


“Hayır, ama bunların o Muhteşem Sevgililerden biri olup olmadıklarını klasik semptomlarına bakarak anlayabilirsin, yani yatakta bir hanımın yingyang’ını uzun uzun yalayıp onu on yedi kez falan dolu dolu boşalttıktan sonra kadın dönüp onun o değerli küçük aletiyle oynamaya başladığında izin verip vermediğine bakarak. Bakalım, nasıl, ah, bebeğim, hayır, dur, ben seni emeyim, tekrar geldiğini görmek istiyorum bebeğim, oh, bebeğim, sen yat şöyle, bırak da ben aşk hünerimi çalıştırayım, hadi. Ya da bütün o özel Kore masajı saçmalığını falan biliyordur ve kadının sırtına derin doku masajları yapar ya da özel böğürtlen yağı falan sürer ve ayaklarını, ellerini ovar -canım, itiraf etmek lazım ki eğer şöyle iyi bir el masajı yaptırmadıysan daha önce hiç yaşamamışsın demektir, emin ol- ama küçükhanımın dönüp de omzunu olsun ovmasına izin verecek mi bakalım? Tabii ki hayır.


Çünkü bu tip heriflerin bütün tribi haz veren kişi olmaktır ve gerisi fasa fisodur. Baksana, bu farklı, bunun vidalı ve hava geçirmez bir kapakçığı var, o yüzden cebindeyken kokmaz, feci kokar çünkü bu zımbırtılar, bak, sonra şu küçük kapaklı şeyin içine yerleşiyor ki şüphe uyandırmaz, her şey kanabilir oraya. Lokum tiplerin hıyarlıkları budur işte. Ortalıkta kadınlara Tanrı tarafından gönderilmiş birer lütuf gibi gezinen bu adamlardan tiksinmemin sebebi bu. Çünkü en azından çerezci tipler yarı yarıya da olsa dürüsttürler, kadını tokmaklayıp sonra da yana devirmek isterler, hepsi bu. Buna karşılık erkek lokumlar baştan sona duyarlı olduklarına ve bir hanımı sırf klitoris emmeyi ve şay-atsu tekniğini bildikleri için mutlu edebileceklerine inanırlar. Onları yatakta izlesen bir Porsche’nin çevresine beyaz önlükleri içinde üşüşmüş, uzmanlıklarını konuşturan götlek tamircilerden birini seyreder gibi olursun. Muhteşem Sevgili falan sanırlar kendilerini. Yatakta cömert olduklarına inanırlar. Cömertlik konusunda bencildirler oysa. Domuzlardan farkları yoktur, sadece daha sinsidirler. Bak birazdan susayacaksın, birazdan Evian istersin sen.


Bu bok acayip kurutuyor insanın ağzını. Ben şu içteki kısımda hep birkaç şişe Evian taşıyorum yanımda, gördün mü? Özel yaptırdım. Haydi, al bir şişe, ihtiyacın olacak. Al, al.”


s.


“Canım, önemli değil, takıl sen, yarım dakika sonra yine isteyeceksin. Ben de bu işi daha önce yaptın sanmıştım. Umarım Utahlı bir Mormonu baştan çıkarmamışımdır, değil mi? Naylon Mylar, folyodan daha iyi, ışığı daha çok yansıtıyor, o yüzden bütün ışık doğruca bitkiye gidiyor. Artık özel tohumlar yapmışlar, bitki şu uzunluğu aşmıyor, ama ölümcül bir şey, fena yapar adamı. Özellikle Atlanta bu heriflerle dolu. Anlamadıkları şey, aklı azıcık başında bir hanım için kendi tiplerinin o bir ortaya çıkıp bir kaybolan domuzlardan daha beter olduğu. Kim ister orada öylece yatıp Porsche gibi kurcalanmayı? Verici, seksi ya da yatakta iyi olduğunu hissedememeyi? Hımm? Hımm? İşte o senin lokum tipi herifler böylelikle hep kaybeder oyunu. Yataktaki tek Muhteşem Sevgili onlar olsun isterler. Kadınların da duyguları olduğunu unuturlar. Porsche sahibi bir Yuppie karşısında öylece yattığı sırada açgözlü ve cimri hissetmeyi kim ister, hem de herif Tantrik Bulutlar ve Yağmur Yemiş Yarım Lotus ile hava atıp içinden kadının kaç kez geldiğini sayarken? Islak kalması için biraz gezdirmen lazım ağzının içinde, Evian bu işe yarar, bilmem anladın mı?


Burada dikkat etmen gereken şey basit, eğer herif sana oral seks yaparken elini karnının alt kısmına bastırıp geldiğinden emin olmak istiyorsa, o zaman anlarsın. Garantiye almak istiyordur. Bu orospu çocuğu öyle müthiş bir sevgili falan değil, işin şovunda sadece. Sana beş kuruş değer vermiyor. Benim fikrini bilmek ister misin? Bir kadını hoşnut etmek için nasıl gerçekten muhteşem olunacağını bilmek ister misin; bin kişide bir kişinin bile doğru dürüst anlamadığı şeyi bilmek ister misin?


s …


“İster misin?”


s.


“Bunun sırrı hem küçükhanıma haz vermek hem de haz alabilmektir, her iki tarafa da eşit muameleyle. Ya da en azından kadının öyle sanmasını sağlamalısın. Asıl konunun o olduğunu unutma. Git ve yalvartıncaya kadar yala yut yingyang’ını, elbette, devam et, ama onun da senin aletinle oynamasına izin ver, hiç kıvıramıyor olsa bile, bozma, bırak yapıyorum sansın. Sonra eğer sırt ovmaktan anladığı omurgana küçük karate darbeleri indirmekse eğer, bırak yapsın, karate darbesi falan nedir bilmiyormuşsun gibi davran. İşte eğer biri gerçekten Muhteşem Sevgili olmak istiyorsa, tek bir saniye için olsun kadını düşünmesi yeter.”


s.


“Benim üzerimde olmaz canım, yok. Yani genellikle olur ama ben çoktan otlandım onlardan ne yazık ki. Muhteşem olmak isteyen bu heriflerin asıl budalalıkları kadının, dosdoğru söylemek lazım bunu, moron olduğuna inanmalarıdır. Sanki kadınların tek istediği oraya öylece yatıp boşalmakmış gibi. Asıl sır şu: onun da aynı senin gibi hissettiğini varsay. Onun da kendisini yatakta bir erkeğin aklını başından alabilecek Muhteşem Sevgili olarak görmek istediğini düşün. Serbest bırak onu. Hayatta bir kez olsun arka planda gör kendini. Bu lokum tipli heriflere kalsa küçük hanımnın aklını başından alınca iş bitecek. Dallamalık bu.”


S.


“Ama bir tane yetmez ki sana canım, emin ol. Birkaç blok ötede küçük bir market vardı eğer -hey, dikkat-“


s.


“Hayır, devam et ve bırak da kadın senin o boktan aklını başından aldığına inansın. Gerçekten istedikleri bu. Eğer onu hiç unutmayacağına inanırsa, işte o zaman gerçekten ve cidden elde etmişsindir kadını. Başka türlü asla. Anlıyor musun?”


**


BAZI SINIRLARIN Geçirgenliğine DAİR BİR ÖRNEK DAHA (Xl)


Bütün o diğer düşlerde olduğu gibi, tanıdığım ama nasıl tanıdığımı bilmediğim biriyle birlikteyim ve şimdi bu kişi aniden bana kör olduğumu söylüyor. Tam anlamıyla kör, göremeyen vb. Ya da bu kişinin yanındayken kör olduğumu anlıyorum aniden. Bunu anladığım zaman gerçekleşenler biraz üzücü. Aşırı üzüyor beni kör olmam. Bu kişi de bir şekilde ne kadar üzüldüğümü anlıyor ve ağlamanın gözlerimi acıtacağını, körlüğü daha da kötü hale getireceğini söylüyor, ama kendimi tutamıyorum. Oturup deli gibi ağlamaya başlıyorum. Yatakta ağlarken uyanıyorum ve öyle çok ağlıyorum ki gerçekten hiçbir şey göremiyorum ya da seçemiyorum. Bu, daha da çok ağlamama yol açıyor. Kız arkadaşım telaşla uyanıyor ve ne oldu diye soruyor, o zaman bir iki dakika içinde kendimi toparlayıp düş gördüğümü, sonra uyandığımı ve aslında kör olmadığımı, boş yere ağladığımı anlıyorum, ardından kız arkadaşıma gördüğüm düşü anlatıp yorumunu dinliyorum. Bütün gün işteyken nasıl gördüğümün ve gözlerimin bilincinde oluyorum. Renkleri ve insan yüzlerini görebilmenin, tam olarak nerede olduğumu bilebilmenin ne kadar güzel ve insan gözünün mekanizmasının ve görme becerisinin ne kadar hassas olduğu ve bunun nasıl kolayca kaybedilebileceği, ortalıkta bastonlarıyla ve tuhaf bakışlı suratlarıyla dolaşan körleri görmeme ve birkaç saniyeliğine ilgimi çekmelerine rağmen benimle ya da gözlerimle bir alakaları olabileceğini hiç düşünmediğim, metrodaki o kör insanlardan biri olmadığım ve görebilmemin şanslı bir tesadüften ibaret olduğu hiç aklımdan çıkmıyor. Gün boyu işteyken bu olay ne zaman aklıma gelse yine içim parçalanıyor, ağlamaklı oluyorum. Ağlamamamın tek nedeni çalışma kabininin alçak duvarları ve başkalarının beni görüp meraklanabilecek olması ve düşten sonra tüm gün böyle geçiyor, aşırı yorucu; kız arkadaşımın deyişiyle duygusal açıdan insanı bitiren bir şey bu. işten erken çıkıp eve gidiyorum. Yorgun, uykulu olduğumu ve gözlerimi zar zor açık tutabildiğimi söylüyorum ve eve varır varmaz öğleden sonra saat 4.oo’te dosdoğru yatağa giriyor, çok geçmeden uyuyakalıyorum.


BİR ANLAMI YOK


Şimdi anlatacaklarım size biraz tuhaf gelecek. Birkaç yıl önceydi ve ben 19 yaşındaydım; bizimkilerin evinden taşınmaya hazırlanıyordum, kendi evime çıkacaktım ve hazırlanırken bir gün, ansızın, ben küçük bir çocukken babamın bir keresinde çükünü burnumun dibinde sallandırdığını hatırladım. Bu hatıra durup dururken düştü aklıma, ama o kadar ayrıntılı ve netti ki baştan sona doğru olduğuna emin oldum. Aniden böyle bir şeyin gerçekten yaşandığını, düş falan olmadığını anladım, ama tıpkı düşler gibi acayip ve esrarengiz bir hissi gerisinde bıraktı. İşte o aniden hatırladığım şey; 8-9 yaşındayım ve oturma odasında tek başınayım, okuldan gelmişim, televizyon seyrediyorum. Babam geliyor, oturma odasına giriyor ve önümde duruyor, benimle televizyonun arasında duruyor, tek kelime etmiyor, ben de tek kelime etmiyorum. Sonra, yine tek kelime etmeden, çükünü çı karıyor ve suratıma doğru sallamaya başlıyor. Hatırladığı m kadarıyla başka kimse yok evde. Sanırım kış mevsimi, çünkü oturma odasının soğuk olduğunu hatırlıyorum ve üzerime annemin battaniyesini örtmüşüm. Babamın suratıma çükünü sallaması olayının tuhaf bir yanı da bütün bunlar olup biterken tek kelime etmemiş olması (bir şey söylese hatırlardım) ve yüzü o sırada nasıldı, onu da hiç hatırlamıyorum, yüzündeki ifadeyi falan hiç hatırlamıyorum. Hatta bana bakıp bakmadığını bile hatırlamıyorum. Tek hatırladığım şey o çük. Sanki bütün dikkatim çük üzerinde toplanmıştı. Onu suratıma sallayıp duruyordu, hiçbir şey söylemeden ya da hiçbir açıklama getirmeden, pisuvar başındaymış gibi, silkeler gibi sallıyordu, ama ayrıca tehdit eder ve biraz dayılan ır gibi de yapıyordu bunu sanki, onu da hatırlıyorum, çük sanki suratıma dayadığı bir yumruktu ve tek hatırladığım kafamı sağa sola, başka yerlere çevirip durduğum, onu suratımdan uzak tutmaya çalıştığım (çükü.) Tamamen acayip, anlaşılmaz hadiselerden biriydi işte, hani olduğu sırada gerçekte olmuyormuş gibi gelen şeylerden. Babamın çükünü daha önce sadece soyunma odalarında göz ucuyla görmüştüm. Başımı ve boynumu sağa sola, dört bir yana çevirdiği mi hatırlıyorum, çük de durmadan peşimden geliyordu, o bunu yaparken benim d kafamdan acayip düşünceler geçiyordu, “kafa mı tıpkı yılan gibi oynatıyorum,” vs. gibi düşünceler. Çükü kalkmış falan değildi. Çükünün diğer yerlerinden daha esmer olduğunu hatırlıyorum, büyüktü, yan tarafında iri ve çirkin bir damar uzanıyordu.


Ucundaki küçük delik daracık ve sinirli görünüyordu; babam çükü oynattıkça ve başımı çevirdiğim yöne doğru tehditkar bir tavırla çevirdikçe biraz açılıp kapanıyordu delik. İşte hatırladığım bu. Hatırladıktan sonra (bu hatırayı) bizimkilerin evinde dört döndüm, rüyadaymışım gibi, tümden kafayı yemiş bir halde, kimseye de bir şey söyleyemiyordum, bir şey sormuyordum. Babamın bir daha böyle bir şey yapmadığını biliyorum. Bu tam da eşyalarımı topladığı m ve onları taşımak için eski koliler bulayım diye dükkanları dolaştığım sırada olmuştu. Bazen bizimkilerin evinde şok olmuş bir halde, kendimi çok acayip hissederek dolanıyordum. Aniden aklıma gelen bu hatırayı düşünüp duruyordum. Onların odasına giriyor, oturma odasına iniyordum. Oturma odasındaki eski televizyonun yerinde yeni bir eğlence sistemi vardı, ama annemin battaniyesi duruyordu hala, kullanılmadığı zaman kanepenin sırtına yayılıydı. Bu, hala hatırımda olan battaniyeydi. Babamın neden böyle bir şey yaptığını ve ne anlama geldiğini falan düşünüp duruyordum ve o sırada yüzünde herhangi bir bakış ya da duygu seçiliyor muydu, onu hatırlamaya çalışıyordum. Şimdi daha da tuhaflaşıyor olay, çünkü sonunda, babam yarım gün izin aldı ve benim toplanıp taşınmam için bir kamyonet kiraladık, ben de, sonunda, kamyonette, araba kiralama servisinden eve doğru gittiğimiz sırada konuyu açtım ve hatırladığım şeyi sordum. Konuya ağır ağır girmenin bir yolu yoktu doğrusu. Babam kamyoneti kendi ehliyetiyle kiralamıştı ve eve o sürüyordu. Kamyonetteki radyonun çalışmadığını hatırlıyorum.’ Kamyonetteyken, (onun açısından) durduk yere, aniden babama kısa süre önce ben küçükken karşıma geçip çükünü salladığı zamanı hatırladığımı söyledim ve ne hatırladığımı biraz kısaca anlattım, sonra da sordum, “Neyin nesiydi bu şimdi?” Kamyoneti kullanmakla yetinerek bir şey söylemedi, herhangi bir yanıt vermeyince ısrar ettim ve lafı yine oraya getirdim. (Belki de ilk söylediğimde duymamış olabilir gibi davrandım.) Peki, o zaman babam ne yaptı -kamyonetteydik, onların evine giden yoldan birazcık uzakta, kısa süre sonra tek başıma yaşayacaktım artık- o, ellerini direksiyondan ayırmadan ya da boynu dışında tek bir kasını bile oynatmadan bana doğru başını çevirip öyle bir bakış attı ki. Öyle öfkeli bir bakış değil, kulaklarına inanamıyormuş gibisinden şaşkın bir bakış da değil. Yani “Senin neyin var” anlamına gelen ya da “Siktir git” ya da sinirlendiği zamanlarda söylediklerini dile getiren bir bakış değil. Hiçbir şey söylemiyor, ama bana attığı bu bakış her şeyi anlatıyordu, sanki ağzımdan böyle bir bokun çıktığına inanamıyormuş gibi, buna kesinlikle inanamıyormuş ve kesinlikle tiksinmiş gibi; sanki çocukluğumda karşıma geçip durup dururken çükünü suratıma sallamamış olması bir yana, çükünü suratıma sallamış olabileceğini hayal etmiş olmam bir yana, böyle bir şeye inanmışım ve sonra da onun huzuruna çıkmışım ve bu kiralık kamyonette onu suçlamaya kalkmışım. Vb.


Kamyoneti sürerken dönüp bana attığı, ben hatırladıklarımı anlatıp da ona dosdoğru sorduğum zamanki bu bakış – beni zıvanadan çıkaran şey bu oldu. Dönüp bana attığı bu bakışla benim adıma utandığını söylüyordu, benimle bir yakınlığı olduğu için bile utanıyordu. Düşünün bir; büyük, şık, ceketli kravatlı bir akşam yemeği ya da ziyafetlesiniz babanızla birlikte ve sanki birdenbire ziyafet sofrasına çıkıyor, çömelip hemen oraya, masanın üstüne, yemekteki herkesin karşısında sıçıveriyorsunuz, yemekteki herkesin önünde – bu bakış işte tam siz bunu yaparken (sıçarken) babanızın suratında belirecek olan bakıştır. Az çok o zaman, kamyonetteyken hissettim ben de onu öldürebileceğimi. Bir saniye için kamyon et canlansın ve beni bütün olarak yutsun istedim; o kadar utanmıştım. Ama, birkaç saniye sonra hissettiğim şey onu öldürebilecek denli yoğun bir öfkeydi. Tuhaftı bu – o sırada hatırladıklarım beni öfkelendirmiyor, sadece tedirgin ediyordu, şaşkınlıktan donakalmışım gibi. Ama o gün, o kiralık kamyonette babamın tek kelime etmeye bile tenezzül etmemesi, susup eve kadar iki eli direksiyonda aracı sürmesi ve olay hakkında soru soran bana karşı suratında beliren o bakış – işte o zaman tepeden tırnağa öfkeyle dolmuştum. O zamana değin aşırı öfkelenenler için söylenen gözün dönmesi lafını mecazi sanıyordum, meğer gerçekmiş. Bütün ıvır zıvırımı kamyonete durdurduktan sonra çekip gittim ve neredeyse bir yıl boyunca ailemle irtibat kurmadım. Tek kelime bile konuşmadım onlarla. Evim aynı kasabadaydı, en fazla iki kilometre ötede, ama telefon numaramı bile yazıp bırakmadım. Yokmuşlar gibi davrandım. Acayip rahatsız olmuş, çok öfkelenmiştim. Annem niye görüşmediğimizi bir türlü anlamıyordu, ama olayı anlatmaya hiç niyetim yoktu ve babamın da ona bir şey söylemeyeceğinden adım gibi, büyük harfle yazılacak şekilde Emindim. Taşınıp irtibatı kestİkten sonra birkaç ay boyunca nereye baktıysam gözüm döndü ya da döner gibi oldu. Babamın ben çocukken çükünü suratıma sallamasını pek aklıma getirmiyordum, ama bu bahsi açtığım. zaman kamyonette bana nasıl baktığını hatırlamadığım tek bir gün olmadı neredeyse. Onu öldürmek istiyordum. Aylar boyunca kimse yokken eve gitmek, ona dünyanın kaç bucak olduğunu göstermek istedim. Kız kardeşlerim de anlamıyordu bizimkilerle irtibatı niye kestiğimi; deli falan olduğumu, annemin kalbini kırdığımı söylüyorlardı ve ne zaman onlara telefon etsem böyle hiç açıklama yapmadan konuşmayı kesmenin yanlış bir şey olduğu konusunda atıp tutuyorlardı, ama o kadar öfkelenmiştim ki bu konuda tek kelime söylemeden mezara kadar gideceğimi biliyordum. Bir şey söylemekten ürktüğümden falan değil, fakat kafamda öylesine abartmıştım ki olayı, sanki, konuyu bir daha açmaya kalksam ve biri bana herhangi bir şekilde baksa, elimden bir kaza çıkacaktı. Hemen her gün hayal ediyordum; eve gidip ona dünyanın kaç bucak olduğunu gösterirken babam da bana bunu neden yapıyorsun diye soracaktı, niye yapıyorsun diyecekti, ama ben hiçbir şey söylemeyecektim; onun canına okurken suratımda tek bir bakış, tek bir duygu kırıntısı olmayacaktı.


Sonra, zaman geçtikçe, ben de yavaş yavaş olayı sindirdim. Babamın oturma odasında karşıma geçip çükünü sallaması hadisesinin gerçek olduğunu biliyordum yine, ama yavaş yavaş, sırf ben olayı hatırlıyorum diye, babamın böyle yapmış olması gerekmediğini anladım. Onun bütün hadiseyi unutmuş olabileceğini anlamaya başladım. Olay çok acayipti, açıklanması imkansızdı, belki de bu yüzden babam ona belleğinde psikolojik olarak set çekmiş ve ben kamyonette olayı (ona göre) durup dururken ortaya attığım zaman, oturma odasına girip küçücük bir çocuğa tehditkar bir tavırla çük sallamak gibi dehşetengiz ve açıklanması imkansız bir şey yaptığını hiç hatırlamamış, o yüzden de yüzüme benden tiksiniyormuş gibi bakmıştı. Babamın bunu yüzde yüz hatırlamadığına inanmıyordum, ama artık, zihninde set çekmiş olabileceğini yavaş yavaş kabullenmiştim. Her şey mümkün görünüyordu – böylesine acayip bir olaydan çıkarılacak ahlaki ders gibi. Bir yıl sonra yeni bir tavır benimsedim: babam kamyonette olayı hatırlattığımı unutacaksa ve bir daha da bu konuyu hiç açmayacaksa dedim, ben de her şeyi unutmaya hazırım. Adım gibi, büyük harfle yazılacak şekilde Emindim konuyu bir daha hiç açmayacağımdan. Olup bitenler için bu tutumu benimsediğimde Temmuz ayının başlarıydı, ayrıca küçük kız kardeşimin doğum günü de olan 4 Temmuz’dan bir iki gün önceydi, (onlara göre) durup dururken bizimkilerin evini aradım. Kız kardeşimin doğum gününü beraber geçirip geçiremeyeceğimizi ve çok sevdiği için onu her doğum gününde götürdükleri o özel restoranda onlara katılıp katılamayacağımı sordum. Bizim kasabanın merkezindeki bu restoran bir İtalyan restoranı, biraz pahalı, koyu renkli ahşap ile dekore edilmiş, mönüsü İtalyanca. (Ailem İtalyan değil.) Benim bizimkilerle tekrar bu restoranda, bir doğum günü sırasında irtibat kurmam biraz ironikti çünkü ben küçükken, aile geleneğimize göre “benim,, özel yerim sayılırdı burası, her doğum günümde beni buraya götürürlerdi. Çocukken bir ara, nereden aklıma geldiyse, buranın Çete tarafından işletildiğine takmıştım kafayı, o sırada bu fikir beni büyülüyordu ve bizimkilere o kadar çok mızmızlanırdım ki en azından doğum günümde götürürlerdi beni – sonra, yavaş yavaş, büyüdükçe bunu aştım ve daha sonra, bir şekilde, burası birdenbire kız kardeşimin özel yeri oldu, sanki benden ona miras kalmış gibi. Masa örtüleri siyah ve kırmızı damalıdır ve bütün garsonlar Çetenin çalıştırdığı zorbalar gibi görünürler, masalarda deliklerine mum tıkıştırılmış boş şarap şişeleri olur hep, mumlar erimiş ve şişenin dört bir yanından renk renk akan balmumları çizgi çizgi, şekil şekil kurumuştur. Çocukken üzerleri kurumuş mumla kaplı şarap şişelerine tuhaf bir hayranlık duyardım ve babam bana şişelerdeki mum parçalarını koparmamamı söylerdi ikide bir.


Ceket ve kravat giyip restorana gittiğimde hepsi çoktan gelmiş, bir masaya oturmuşlardı. Annemin sırf beni gördüğü için epey coşkulu ve memnun olduğunu hatırlıyorum, onlarla görüşmeden geçirdiğim bir yılı unutmaya hazır olduğu belliydi, yeniden bir aile gibi olmaktan çok mutluydu.


“Geciktin,” dedi babam. Yüzünde herhangi bir ifadeden eser yoktu.


“Biz siparişleri vermek zorunda kaldık, kusura bakma,” dedi annem.


Biraz geç kaldım diye benim için de sipariş ettiklerini söyledi babam. Oturdum ve gülümseyerek benim için ne söylediklerini sordum.


“Annen sana tavuk presto söyledi,” dedi babam.


“Ama tavuktan nefret ederim,” dedim. “Oldum olası. Benim tavuktan nefret ettiğimi nasıl unutabildiniz?”


Hepimiz bir an birbirimize baktık, masanın çevresindeki herkes, en küçük kız kardeşim ve uzun saçlı erkek arkadaşı bile. Birbirimize baktığımız uzun bir saniye geçti. O sırada garson herkese tavuğunu getirmeye başladı. Sonra babam gülümsedi ve şakacı bir tavırla yumruğunu göstererek “Siktir git oradan,” dedi. Annem de, çok gülmekten korktuğu zamanlarda hep yaptığı gibi elini göğsünün üstüne yerleştirdi ve güldü. Garson tabağımı önüme koydu ve bakıp suratımı asar gibi yaptım, sonra hep birlikte güldük. Güzeldi.


**


YAZILI SINAV 4


İleri safhada iki uyuşturucu bağımlısı bir sokak arasında, malları, paraları ve gidecek yerleri olmaksızın karşılıklı duvarlara sırtlarını vermiş halde oturmuştu. Sadece birinin paltosu vardı. Hava soğuktu ve ileri safhada uyuşturucu bağımlılarından biri dişlerinin takırtısına hakim alamıyor ve terliyor, ateşler içinde titriyordu. Ölümcül derecede hasta gibi görünüyordu. Çok kötü kokuyordu. Duvarın dibinde başını dizlerinin arasına yasladı. Bu olay Cambridge Massachusetts’te, Massachusetts Bulvarı’ndaki Commonwealth Alüminyum Konserve Kutusu Dönüştürme Merkezi’nin arkasındaki bir sokakta, 12 Ocak 1993 tarihinde meydana geldi. Paltosu olan ileri derece uyuşturucu bağımlısı paltoyu çıkarıp hemen ağır hasta olan ölümcül uyuşturucu bağımlısının yanına kaydı ve ikisini birden olabildiğince kaplayacak şekilde örttü. Sonra biraz daha sokulup iyice yaslandı ve omzuna doladığı koluna kusmasına izin verdi. Böylece bütün geceyi, duvara yaslanmış halde, öylece durarak geçirdiler.


SORU: Hangisi yaşadı?


**


YAZILI SINAV 6


İki adam, X ve Y, yakın arkadaşlar, ama sonra Y, X’i incitecek, uzaklaştıracak ve/veya öfkelendirecek bir şey yapıyor. Önceden çok yakındılar. Aslında X’in ailesi, Y kasabaya tek başına geldiğinde onu kendi evlatlarıymış gibi sahiplenmişti. Y, ailesi ya da dostları olmadan X’in çalıştığı firmanın aynı bölümünde iş bulmuş, X ile yan yana çalışıp compadres haline gelmiş ve çok geçmeden hemen her gece işten sonra X’in evinde X ailesiyle vakit geçirmeye başlamıştı ve bu, uzun bir süre böyle devam etti. Ama sonra Y, X’ e, ya firmada X hakkında gerçeklere dayalı ama olumsuz bir Akran Değerlendirmesi yazarak ya da X ciddi bir değerlendirme hatası yapıp başını belaya soktuğunda ve Y’nin onu korumak için yalan söylemesi gerektiğinde bunu reddederek zarar verdi. Önemli olan Y’nin saygıdeğer/dürüst bir davranışta bulunmuş olması ama X’in bunu haince ve/veya incitici bir şey olarak görmesi ve X’in şimdi Y’ye çok öfkeli olması ve Y her zamanki gibi akşamları X’in ailesinin evine geldiği zaman X’ in ona buz gibi davranması ya da küçük düşürücü şakalar yapması, hatta bazen karısının ve çocuklarının önünde Y’ye bağırması. Fakat bütün bunlara karşılık, Y yine de X’in ailesinin evine gelmeyi ve X’in savurduğu bütün hakaretleri sineye çekmeyi sürdürüyor, yanıt olarak kırgınlıkla başını sallıyor ama bir şey söylemiyor, X’in düşmanlığına hiçbir şekilde tepki vermiyor. Bir seferinde X açık açık Y’ye ailesinin evinden “defolup gitmesini” haykırdı veY’yi çocuklardan birinin önünde yarı tokatladı, tokat Y’nin gözlüklerini düşürdü ve Y de buna karşılık yanağını tutarak kırgın bir tavırla yere doğru başını salladı, gözlüklerini yerden aldı ve eğrilmiş çerçeveyi elinden geldiğince düzeltti, ama bundan sonra yine gelip ailenin üvey bir ferdi gibi X’in evinde vakit geçirmeyi, X ona yapılan her neyse intikamını almak için öfke dolu sözler savururken öylece durup beklemeyi sürdürdü. Y’nin bunu neden yaptığı (yani neden gelip X’lerde vakit geçirmeyi sürdürdüğü) belli değil. Belki Y yüreksizin ve zavallının teki ve ne gidecek bir yeri var ne de beraber vakit geçirecek kimsesi. Ya da belki de Y, hiçbir hakaret ya da aşağılamaya pabuç bırakmayacak kadar güçlü olan, o sessiz ve çelik iradeli kişilerden ve X’in o anki kırgınlığının ötesinde Y’ye karşı bir zamanlar cömert ve sadık bir dost olan kimseyi görebiliyor (Y görebiliyor.) Ve orada öylece vakit geçirip inat etmeye, ziyaretlerini ısrarla sürdürüp X’in atması gereken bütün sıkıntıyı atmasını sabırla beklemeye ve karşılık vermediği, misilleme yapmadığı ya da durumu daha kötüye götürecek bir şey gelişmediği takdirde X’in herhalde öfkesini er ya da geç aşacağına karar verdi (Y karar verdi, belki.)


Başka deyişle, Y’nin zavallı ve yüreksiz mi yoksa çok güçlü, anlayışlı ve bilge mi olduğu belli değil. Sadece tek bir kere, X bütün X ailesinin önünde bir sehpanın üzerine çıkıp Y’ye “[kendi] kıçını ve pılı pırtısını toplayıp [onun, yani X’in] ailesinin evinden siktirip gitmesini, bir daha da gelmemesini” söylediği zaman, X’in sözleri üzerine evden çıktı Y, ama bu olaydan sonra ertesi akşam yine işten sonra X’lerin evine gitti. Belki de Y, aslında X’in karısını ve çocuklarını çok seviyor, bu yüzden sürekli onlara gidip duruyor ve X’in acı sözlerine katlanıyor. Belki de Y bir şekilde hem zavallı hem güçlü … Ama Y’nin zavallı ya da zayıf olduğunu kabul etmek, gerçeklere dayanmayan bir Akran Değerlendirmesi yazmasının ya da yalan söylemesinin ya da X’in onu bir türlü affetmemesinin nedeni neyse onu reddetmesinin açıkça yüreklilik gerektirdiği düşünülürse zor. Dahası, bütün bu olayın sonucu belirsiz – yani Y’nin edilgen ısrarının sonucu X sonunda öfkesine hakim olacak mı ve Y’yi “affedecek mi” ve yine onunla compadre olacak mı, yoksa Y artık daha fazla düşmanlığa katlanamayacak hale gelip X’in evinde vakit geçirmeyi kesecek mi … Yoksa bu aşırı gergin ve muğlak durum, böylesi bir belirsizlik içinde bir şekilde sürüp gidecek mi? Tokatı yarım kılan, Y’nin suratına patlattığı sırada X’in elinin yarı açık olmasıydı. Ayrıca X’in Y’ye karşı düşmanlığını açıkça göstermesi ve Y’nin edilgen tepkisinin X ailesinde bazı iç dinamikleri etkilemiş olması gibi bir yönü de var olayın; X’in karısı ve çocuklarının X’in Y’ye karşı davranışından dehşete düşmeleri de, Y’nin X’e hırtlık yaptığını kabul ettikleri için X’i anlayışla karşılamaları da söz konusu olabilir.


Bu da Y’nin artık orada istenmediği X tarafından açıkça ortaya konmasına rağmen her akşam gelip evlerinde vakit geçirmesi hakkında hissettiklerini etkiler; örneğin Y’nin sabırlı cesaretini takdir mi edeceklerini yoksa ürkütücü ve zavallı mı bulacaklarını ve verilen mesajı kavrayıp sanki hala ailenin saygı duyulan bir parçasıymış gibi davranmaktan vazgeçmesini mi isteyeceklerini belirler. Bu mizansen, iyi bir yazılı sınav sorusu oluşturmak için fazla muğlak kaçıyor, anlaşılan.


YAZILI SINAV 7


Bir hanım çok zengin bir aileden gelme bir adamla evlenir ve bir bebekleri olur ve ikisi de bebeği çok sever, ama zaman geçtikçe birbirlerine karşı ilgilerini kaybederler; sonunda bir gün hanım adama boşanma evraklarını gönderir. Hanım da, adam da bebeğin vesayetini istemektedir, ama hanımefendi sonunda vesayeti alacak kişinin kendisi olacağına inanmaktadır çünkü boşanma hukukuna göre olaylar genellikle böyle çözülür. Fakat adam vesayeti almayı gerçekten çok istemektedir. Güçlü bir babalık dürtüsüyle mi böyle davrandığı ve gerçekten bebeği büyütmek mi istediği yoksa sadece boşanma evraklarıyla karşılaşmaktan dolayı kin güttüğü için vesayeti vermeyerek kadına gününü göstermek mi istediği, belli değildir. Ama bu önem taşımıyor, çünkü belli olan şey adamın zengin ve güçlü ailesinin bu olayda ona destek veriyor olması ve vesayeti onun alması gerektiğine inanması (herhalde adam onların çocuğu olduğundan istediği her şeyi elde etmesi gerektiğine inandıkları için – böyle bir aile söz konusu.) Ama aile, kadına vesayeti almak için oğullarıyla mücadele ederse doğum sonrasında bebek için açtıkları banka hesabındaki meblağı geri alacağını söylüyor; bu hesap bebeğin hayatı boyunca maddi açıdan güven içinde olmasını sağlamak için yeterli. Vesayet yoksa para da yok diyorlar. Bu yüzden bu hanım (bu· arada kendisi evlilik öncesi anlaşma imzalamış ve vesayet sorunu nasıl çözülürse çözülsün boşanma sonrasında herhangi bir tazminat ya da nafaka almıyor) vesayet savaşından vazgeçiyor ve bebek banka hesabına sahip olabilsin diye vesayeti adama ve dişli ailesine bırakıp gidiyor.


SORU: (A) Bu kadın iyi bir anne mi?


 


K.G. No: 72 08-98


KUZEY MIAMI SAHİLİ, FLORIDA


“Kadınları severim. Cidden. Severim onları. Onlarla ilgili her şeyi severim. Tarif bile edemem ki. Kısa boylu, boylu poslu, şişko, ince kadınlar. İnsanın ağzını açık bırakanından aleladesine kadar hepsini severim. Bana göre bütün kadınlar güzeldir. Doyamam onlara. En yakın dostlarımı n bazıları kadındır. Ortalıkta gezinmelerine bayılırım. Her birinin diğerinden farklı olmasına bayılırım. Anlaşılmaz olmalarına bayılırım. Onları çok, çok, çok severim. Cıvıl cıvıl konuşmalarını, o değişik ve ince seslerini severim. Ne yaparsan yap alışverişe çıkmalarını önleyemezsin, bunu severim. Gözlerini kısmalarını ya da somurtmalarını veya küçük bakışlar atmalarını severim. Hele yüksek topukluları çektiler mi biterim. Sesleri, kokuları. Tıraşladıkları bacaklarındaki o küçük, kırmızı noktacıklar. Muayyen günleri için dükkanlarda satılan o küçük, özel şeyler. Her şeyleri çılgına çevirir beni. Konu kadınlar oldu mu çaresiz kalırım. Hele biri girsin odaya, bittiğimin resmidir. Kadınlar olmasa dünya nasıl bir yer olurdu? Tam bir – ah, yine mi, arkana bak, dikkat!”


Tarih öldü. Doğrusallık cul de sac* Yenilik eskidi. Ulusal ben artık kargaşaya ve ebedi geri dönüşlere sardırdı. Farklılıkta aynılık var. “Yaratıcılık” -misalen Nar’ın rekombine benliğine bakın- artık benimsenmiş temaların manipülasyonunda yatıyor. Ve Do sirenin Kehaneti şöyleydi, çok yakında bu statik kargaşanın yüceltimi tanınacak ve kendi içine doğru kıvrılan bir tünel gibi öngördüğü şeyi sömürmeye başlayacak. ‘Yakındır, mitler hakkında mitlerin gelişi’ diye duyurdu sirenler kehanet ve uzun-vadeli öngörüleri. TV şovları haklarında TV şovları. Anketlerin güvenilirliği hakkında yapılacak anketler. Yakında, belki de, saygın ve cilalı yüksek-sanat kurumları bile Kablolu Yayından Önce mitlerini modernleştiren ve çaprazlayan başa bela, haylaz alaycıları davet etmeye başlayabilir ve bütün bu pop ironi bir ülkenin rezilin rezili açlık ve yokluklarının üzerine bir mutluluk maskesi giydirir: aktarım ve sahici bilgi, yalanlar saçabilir ve parodi cephesinin ahşap göbeğinin içinde yatırılarak saklanır & beslenir.”


“Velhasıl, Medya Mesajın Halkla İlişkilerini üstlenir.”


*Fr. Çıkmaz Sokak


**


BİR TÜR HEDiYE OLARAK iNTiHAR


Bir zamanlar bir anne vardı, duygusal bakımdan çok zor günler geçiren, içten içe. Hatırladığı kadarıyla hep zor günler yaşamıştı, çocukken bile. Çocukluğunda olup bitenlerden çok azını hatırlıyordu, ama hatırladıkları kendinden nefret, dehşet ve umutsuzluk duygularıydı ve bunlar sanki hep onunla birlikteydi. Nesnel bir perspektiften, bu anne adayının üzerine küçük bir kızken çok ağır, ruhsal bir pislik bindiği ve bu pisliğin bir kısmının ebeveyn tacizi sayılabileceğini söylemek yanlış olmazdı.


Çocukluğu bazılarınınki kadar kötü geçmemişti, ama hiç de güllük gülistanlık sayılmazdı. Bütün bunlar, doğru olsa bile, sorunu dile getiremez. Sorun şuydu ki gelecekte anne olacak kadın, hatırlayabildiği kadar küçük yaşlardan itibaren kendinden nefret etmişti. Yaşamdaki her şeye endişeyle bakıyordu; sanki her fırsat ya da olay, tembellikten ya da aptallıktan doğru dürüst hazırlanamadığı, aşırı önemli bir sınav gibiydi. Ağır bir cezadan kaçınmak için böyle sınavlarda tam not almak gerekiyormuş gibi hissediyordu.*


* Bu arada, anne ve babası onu dövmemiş, hatta gerçekten disipline sokmaya kalkışmamış ve ona baskı da yapmamıştı.


Her şeyden korkuyor ve bunu belli etmekten de korkuyordu. Anne adayı, daha küçük yaşlardan itibaren, hissettiği bu müzmin ve korkunç baskının kendi içinden kaynaklandığını biliyordu. Kimsenin hatası değildi. Bu yüzden de kendisinden daha da çok nefret ediyordu. Tamı tamına kusursuzluk beklentisi içindeydi kendinden ve kusursuzluktan uzaklaştığı zamanlarda onu ucuz bir ayna gibi paramparça etmekle tehdit eden katlanılmaz ve boğucu bir umutsuzluğa kapılıyordu.*


*Annesi ve babası dar gelirliydi, fiziksel açıdan kusursuz değillerdi ve pek zeki de sayılmazlardı – çocuğun farkına varmış olmaktan hicap duyduğu özellikler.


Bu fazlasıyla yüksek beklentiler, yaşamının her alanında, özellikle de başkalarının onayına ya da kınamasına açık alanlarda hissediliyordu. Akranları onun enerjisine, kararlılığına, görünümüne, zekasına, tavrına ve başkalarının ihtiyaçları ve duygularına gösterdiği bitmek bilmez ilgiye imrenir gibi görünürlerdi;* yakın dostu çok azdı.


*Kasmamak ya da kafayı takmamak gibi deyişler bu sırada kullanıma girmemişti (aslında, ruhsal pislik de girmemişti; ebeveyn tacizi hatta nesnel perspektif bile kullanıma girmemişti.)


Ergenliği boyunca öğretmenler, işverenler, grup liderleri, rahipler ve Fakülte Öğrenci Birliği’ndeki danışmanları geleceğin genç annesinin “kendisinden çok, çok yüksek beklentileri varmış gibi göründüğü” yorumunu yaptılar ve bu yorumlar genellikle nazik bir ilgi ya da sitem havasında dile getirilse de, içerdikleri o hafif ama açık onay -otoritelere özgü o nesnel takdir ve tasvip etme tavrı- havasını fark etmemek imkansızdı; gelecekte anne olacak kadın (o an için) her koşulda tasvip edildiğini hissediyordu. Ve görüldüğünü hissediyordu: standartları yüksekti. Kendine karşı acımasızlığı ona sefil bir gurur veriyordu.*


* Aslında, anne ve babasının onu cezalandırmaktan çok küçükken vazgeçmelerinin bir nedeni de, kızlarının herhangi bir yetersizlik ya da ihlal yüzünden kendisini çok acımasız bir şekilde pay laması, bu yüzden de ona ceza vermenin “köpek tekmelemek gibi” gibi olacağını düşünmeleriydi.


Büyüdüğü zaman, bunu kendi içinde çok ağır bir şekilde yaşadığını söylemek yerinde olacak. Anne olduğu zaman, her şey daha da zorlaştı. Annenin kendi küçük çocuğundan beklentileri de, görünüşe göre, aşırı yüksekti. Ve çocuk bunları karşılayamadığı zaman, annesinin doğal eğilimi nefret oluyordu. Başka deyişle, ne zaman o (çocuk) annesinin aslında, içinde, sahip olduğunu hissettiği yüksek standartlardan taviz verecek gibi olsa, annenin kendine duyduğu içgüdüsel nefret dışa ve aşağıya, çocuğun kendisine yansıma eğilimi gösteriyordu. Bu eğilim, annenin zihninde kendi kimliğiyle küçük çocuğunun kimliği arasında çok küçük ve belli belirsiz bir ayrım olduğu gerçeğiyle birleşiyordu. Çocuk, küçültücü ve fazlasıyla çarpık bir aynada annenin kendi yansıması gibiydi bir bakıma. Bu yüzden ne zaman kaba, kibirli, hain, karanlık, bencil, acımasız, asi, tembel, budala, hırslı ya da çocuksu davransa, annenin en derin ve en doğal eğilimi ona nefret duymak oluyordu.


Ama ondan nefret edemiyordu. İyi bir anne kendi çocuğundan asla nefret edemez ya da onu yargılayamaz, incitemez veya ona zarar vermek isteyemez. Anne bunu biliyordu. Ve bir anne olarak kendisinden beklentileri, tahmin edileceği üzere, aşırı yüksekti. Bu yüzden de ne zaman “hata yapsa,” “çıkışsa,” “sabrı taşsa” ve çocuğa duyduğu (kısacık da olsa) tiksintiyi ifade etse (hatta sadece hissetse) anında katlanılmaz bulduğu bir kendi kendini suçlama ve umutsuzluk girdabına sürükleniyordu. Yani anne savaştaydı. Beklentileri temel bir çatışma içindeydi. Hayatı pahasınaymış gibi üstlendiği bir çatışmaydı bu: Çocuğuna karşı duyduğu içgüdüsel tatminsizliği aşmaya çalışmakta başarısız olursa kendi içinde uygulamak zorunda kalacağı korkunç, sarsıcı bir cezayla karşılaşacaktı. Başarılı olmakta, bir anne olarak kendine yönelik beklentilerini tatmin etmekte, bedeli ne olursa olsun bunu yapmakta -umutsuzca- kararlıydı.


Nesnel bir perspektiften bakıldığında, anne kendi kendini denetleme çabasında feci başarılıydı. Çocuğa karşı tavrı, dışarıdan bakıldığında tartışmasız bir şekilde sevecen, şefkatli, anlayışlı, sabırlı, sıcak, coşkulu ve koşulsuz görünüyordu; herhangi bir biçimde yargılama, burun kıvırma ya da sevgisini çekme yeteneğinden yoksundu. Çocuk ne denli nefret uyandırırsa, anne kendisini o denli sevecen olmaya mecbur hissediyordu. Tavırları, olağanüstü bir annenin nasıl olması gerektiğiyle ilgili standartlar açısından kusursuzdu.


Buna karşılık, küçük çocuk da, büyüdükçe, anneyi yeryüzündeki bütün her şeyden daha çok seviyordu. Eğer hissettiklerini gerçekten dile getirme yeteneği olsaydı, çocuk kendisini hiç hak etmediği bir talihle bütün yeryüzünün en iyi, en sevecen, en sabırlı ve güzel annesine sahip olan çok kötü, iğrenç bir çocuk gibi hissettiğini söylerdi. Çocuk büyürken annesi içten içe kendi kendinden nefret ve umutsuzluk duygularıyla yüklenmişti. Elbette, çocuğun yalan söylemesinin, hile yapmasının ve komşuların ev hayvanlarını korkutmasının onun hatası olduğunu hissediyordu; elbette ki çocuk bütün dünyaya onun bir anne olarak grotesk ve acınası yetersizliklerini göstermekteydi böylece. Bu yüzden, sınıfındaki UNICEF parasını çaldığı ya da bir kediyi kuyruğundan tutup yandaki tuğla evin keskin köşesine tekrar tekrar çarptığı zaman, çocuğun grotesk kusurlarını kendisi üstlendi; çocuğun gözyaşlarını ve kendi kendine yönelttiği suçlamaları, kendisini bu olanaksız beklentiler ve acımasız yargılar ve sonu gelmeyen ruhsal pislikler dünyasındaki tek sığınakmış gibi gösteren koşulsuz sevgiyle dolu bir bağışlayıcılıkla ödüllendirdi. Oğlan büyürken anne onda kusurlu olan her şeyi kendi içine aldı, sakladı ve böylece onu özgürleştirdi, kurtardı ve yeniledi; bütün bunlar onun kendi içindeki nefret fonuna eklense bile.


Çocukluğu ve ergenliği böylece sürüp gitti; öyle ki çeşitli ehliyet ve ruhsatlara başvuracak kadar büyüdüğü zaman annesi, derinlerde, neredeyse tepeden tırnağa nefretle doluydu: kendisine karşı, kusurlu ve mutsuz çocuğa karşı, olanaksız beklentileri ve acımasız yargıları olan bir dünyaya karşı nefretle dopdolu. Elbette bunların hiçbirini dile getiremezdi. Ve böylece –bütün çocuklar gibi sadece annelerden bekleyebileceğimiz o kusursuz sevginin karşılığını vermeye can atan- oğul, bütün bunları onun yerine dile getirdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ankaralılar yaz gelince ne yaparlar?

  https://filmmirasim.ktb.gov.tr/