29 Ocak 2023 Pazar

Kâzım Karabekir, Abdülhamid'in ruhunu çağırıyor






"Salona geçtiğimiz zaman bir de ne görelim: Kâzım Karabekir Paşa, Fevzi ve Cevat Paşalarla ispritizma nazariyeti hakkında hararetli münakaşalar yapıyor, onları inandırmaya çalışıyordu... Gazi ile ben münakaşaları sadece dinledik.

     Kâzım Karabekir Paşa, maksadını sözle izahta güçlük çekeceğini anlayınca, nazariyetini tatbikatla ispat etmek istedi. Paşa, çivisiz bir küçük masa etrafında, üç dört kişinin parmak uçlarıyla yapacakları temasla masayı harekete geçirecekti. Bundan sonra herhangi bir ruh davet edilecek, onunla bazı işaretler vasıtasıyla yapılacak görüşme ile gaipten haber alacaktı. 

    Fevzi Paşa, bu nazariyeyi esasında reddetti. Cevat Paşa, tatbikattan sonra kararını vereceğini söylüyordu. Gazi'yle ben, sükûtu tercih ederek neticeyi beklemeye başlamıştık. 

    Kâzım Karabekir Paşa, bu esnada kalkarak yanındaki masayı muayene etmeye başladı. Biraz sonra:

    - Masa çivili değil. Tutkalla imal edilmiş. İstediğiniz masa bulundu; şimdi sizlere iddiamın ispatı kaldı. 

    Fevzi Paşa:

    - Ben seyrederim... diyerek uzağa çekildi.

    Cevat Paşa, Gazi'nin teşvik işaretleri üzerine masanın önüne oturdu. 

    Bu sırada masa, olduğu yerden bir tarafa meyledip, tekrar eski yerine gelmek suretiyle harekete başlamış, bir ruh davet etmek zamanı gelmişti. Kâzım Karabekir Paşa, Abdülhamid'in ruhunu çağırdı. Etrafındakilere:

   - Ne soralım? dedi

   Cevat Paşa:

   - Şimdi ne yaptığını sorunuz.

   Ruh bu suale şu cevabı verdi:

   - Çok azap çekiyorum.

   - Neden?

   - Dünyada çok fenalık yapmışım. Ondan...

   Bu sırada Gazi'nin müstehzi, Müşirin inanmayan tavırları, Karabekir Paşa'nın ciddiyedi dikkat çekiyordu. 

   Cevat Paşa birdenbire:

   - Müşirin portföyünde kaç lira var, soralım... dedi.

   Gazi müdahale etti:

   - Müşir portföy taşımaz başka bir şey sorunuz.

   Fevzi Paşa, heyecanlı bir sesle şunları söyledi:

   - Portföy taşımam, fakat bugün nedense, iç cebimde bir portföy var.  İçinde kaç para bulunduğunu ben de bilmiyorum. Sorsunlar, bakalım hakiki miktarı söyleyebilecekler mi?

   Kâzım Karabekir Paşa, derhal masayı harekete geçirdi. Hareketleri sayarak Müşir Paşa'ya:

   - 35 liranız olacak. Çıkarınız, sayalım... dedi.

   Fevzi Paşa portföyü çıkardı. İçindekileri dikkatle saymaya başladı. Saymayı bitirdikten sonra hayretle:

   - Evet 35 lira varmış. Fakat yaptığınız ne sihirdir, ne keramet. Bu alelâde bir tesadüftür... dedi.

   Mevzu bir eğlence şeklini almış, hepimizi güldürmüştü. 

   Vaktin yarı geceye yaklaşması üzerine Gazi:

   - Hareket zamanımız geldi, diyerek salondan ayrıldı.

   İstasyona gidecek kafile, kısa bir müddet içinde hazırlandı ve yola çıktı. En önde Gazi'nin bindiği otomobil gidiyordu. Yalnız şu farkla, Gazi kendi otomobili yerine İkinci Ordu Müfettişliğinin arabasına binmişti.

   Hâdisesiz istasyona vâsıl olduk. Gazi, selâm resmini ifa eden kıtayı teftiş ettikten sonra, hepimizin ayrı ayrı ellerini sıkarak veda etti. Trenin hareket ve Ankara'ya muvasalat zamanı kimseye haber verilmemişti. Gazi'nin Lâtife Hanım'la 23 Şubatta Ankara'ya muvasalatından kimsenin haberi olmamış, istikbal resmi yapılmamıştı."



Kaynak:

Siyasi Hatıralar / Lozan'dan Cumhuriyete 2

Ali Fuat Cebesoy  

TEMEL YAYINLARI

Hazırlayan: Osman Selim Kocahanoğlu

s.68,69







19 Ocak 2023 Perşembe

SON OTOBÜS

 SON OTOBÜS



Gece yarısı. Son otobüs.

Biletçi kesti bileti.

Beni ne bir kara haber bekliyor evde,

ne rakı ziyafeti.

Beni ayrılık bekliyor.

Yürüyorum ayrılığa korkusuz

ve kedersiz.




İyice yaklaştı bana büyük karanlık.

Dünyayı telaşsız, rahat

seyredebiliyorum artık.

Artık şaşırtmıyor beni dostun kahpeliği.

elimi sıkarken sapladığı bıçak.

Nafile, artık kışkırtamıyor beni düşman.

Geçtim putların ormanından

baltalayarak

ne de kolay yıkılıyorlardı.

Yeniden vurdum mihenge inandığım şeyleri,

çoğu katkısız çıktı çok şükür.

Ne böylesine pırıl pırıl olmuşluğum vardı,

ne böylesine hür.




İyice yaklaştı bana büyük karanlık.

Dünyayı telâşsız, rahat

seyredebiliyorum artık.

Bakınıyorum başımı kaldırıp işten,

karşıma çıkıveriyor geçmişten

bir söz

bir koku

bir el işareti.




Söz dostça

koku güzel,

el eden sevgilim.

Kederlendirmiyor artık beni hatıraların dâveti.

Hâtıralardan şikayetçi değilim.

Hiçbir şeyden şikayetim yok zaten,

yüreğimin durup dinlenmeden

kocaman bir diş gibi ağrımasından bile.




İyice yaklaştı bana büyük karanlık.

Artık ne kibri nâzırın, ne katibinin şakşağı.

Tas tas ışık dökünüyorum başımdan aşağı,

güneşe bakabiliyorum gözüm kamaşmadan.

Ve belki, ne yazık,

hatta en güzel yalan

beni kandıramıyor artık.

Artık söz sarhoş edemiyor beni,

ne başkasınınki, ne kendiminki.




İşte böyle gülüm,

iyice yaklaştı bana ölüm.

Dünya, her zamankinden güzel, dünya.

Dünya, iç çamaşırlarım, elbisemdi,

başladım soyunmağa.

Bir tiren penceresiydim,

bir istasyonum şimdi.

Evin içerisiydim,

şimdi kapısıyım kilitsiz.

Bir kat daha seviyorum konukları.

Ve sıcak her zamankinden sarı,

kar her zamankinden temiz.


Pırağ, 21 Temmuz 957

Nâzım Hikmet Ran

 ( 1902  - 1963 ) 



Nâzım Hikmet, Bütün Şiirleri, S. 1619-1620




(İç) Mülahâzaları



"Anlaşılmak bir lükstür."

R.W. Emerson


###

“Anlamak dediğimiz, halihazırdaki yanlış anlamalarımızın bütününden başka bir şey değildir. ”  

Haruki Murakami, Sputnik Sevgilim

s. 147


###


"İnsanlar birbirlerini yanlış anladıkları için anlaşabiliyorlar, doğru anlasalardı hiç anlaşamazlardı."

Baudelaire


###

"İçimi açtım sana.

İçini açmak için." 

              —Birhan Keskin 

[Eski Avluda]


###


"Sevmek, içini açmaktır."

                — Oruç Aruoba 

[ile, s. 104]


###

"Sevmek birbirinin içine PENCERE açıp, oradan birbirinin içini seyretmek midir?"

Canım Tavşancığım -Vüs'at O. Bener, s.34


###

“Şu kederin çelişkisini kim kavrar: 

— Kendini açmamak, sevginin ölümüdür; kendini açmaksa sevgilinin ölümü.” s. 25

Felsefe Parçaları ya da Bir Parça Felsefe, Søren Kierkegaard


###

"...insanın kendini tanıması ancak kendini başka birine açması sonucunda gerçekleşebilir."

Sidney Jourard.

(Aktaran William L. Randall, Bizi Biz Yapan Hikayeler s.86)

###


"İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!"

Şükrü Erbaş / Senin Korkularını Benim İnceliğimi

###


Yalnızca içteki yakındır; başka her şey uzak. 

Rilke



DOĞRUSUNU İSTERSEN

İçine açılan bir içten geçirdin,

beni, orada, tuttun, yanlış anladın.


Oktay Yıldırım


Atatürk Orman Çiftliği (1975)

 


15 Ocak 2023 Pazar

Türkistan İşçi Şarkısı: Hoy İshchilar

 





Videoda erkigni olarak yazdığım kelimenin doğrusu erkingnidir.

Hamza Hakimzoda Niyoziy tarafından yazılmış bir halk şarkısıdır (ommaviy qo'shiq)

►Dil: Özbekçe

►Görsel: Kırgız işçiler bülteni takip ediyor. 1917 yılı


►Sözler (Kiril ve Latin)

Ҳой, ишчилар (Hoy İshchilar)

Эзилган меҳнатчилар (Ezilgan Mehnatchilar)

Бицин золим бойлар (Bitsin zolim boylar)

Эркингни қўлдан берма (Erkingni qo'ldan berma)

Яша, хизматчилар (Yasha xizmatchilar)

Ҳаққингни ол, ишчилар (Hakkingni ol ishchilar)

Яшов дави сенинг (Yashov davri sening)

Эркингни қўлдан берма (Erkingni qo'ldan berma)

Яша, хизматчилар (Yaşa xizmatchilar) 


Ҳой, ишчилар (Hoy İshchilar)

Эзилган меҳнатчилар (Ezilgan Mehnatchilar)

Бицин золим бойлар (Bitsin zolim boylar)

Эркингни қўлдан берма (Erkingni qo'ldan berma)

Яша, хизматчилар (Yasha xizmatchilar)

Бор бусин хизматчилар (Bor bulsin xizmatchilar)

Эмасму бир инсон? (Emasmu bir inson?)

Бор бусин хизматчилар (Bor bulsin xizmatchilar)

Эмасму бир инсон? (Emasmu bir inson?)

Ишчининг нега умри (İshchining nega umri)

Бойлар учун курбон? (Boylar uchun kurbon)


Ҳой, ишчилар (Hoy İshchilar)

Эзилган меҳнатчилар (Ezilgan Mehnatchilar)

Бицин золим бойлар (Bitsin zolim boylar)

Эркингни қўлдан берма (Erkingni qo'ldan berma)

Яша, хизматчилар (Yasha xizmatchilar) 

Бицин золим бойлар (Bitsin zolim boylar)

анга йулбошчилар (Anga yo'lboshchilar)

Бицин золим бойлар (Bitsin zolim boylar)

анга йулбошчилар (Anga yo'lboshchilar)

Яшасин энди мангу (Yashasin endi mangu)

Қора меҳнатчилар (Qora mehnatchilar)




Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=yivjr9KNTSs&ab_channel=Khanfederation

Abdurrahim Karakoç - Aydınlık


 Abdurrahim Karakoç - Aydınlık


Gergin uykulardan, kör gecelerden

Bir sabah gelecek kardan aydınlık

Sonra düğüm, düğüm bilmecelerden

Bir sabah gelecek kardan aydınlık.


Gökten yağmur, yağmur yağacak renkler

Daha hoş kokacak, otlar, çiçekler

Ardından bitmeyen mutlu gerçekler

Bir sabah gelecek kardan aydınlık.


Vurulup ömrünün ilkbaharında

Kanından çiçekler açar yarında

Cümle şehitlerin omuzlarında

Bir sabah gelecek kardan aydınlık.


Işıklar dal-budak, her kolu islâm

Gönüller, yürekler dopdolu islâm

Tek ölçüsü islâm, tek yolu islâm

Bir sabah gelecek kardan aydınlık.

14 Ocak 2023 Cumartesi

marzieh – زان دم که تو را دیدم – zan dem ke tora didam




Marzieh, İranlı bir şarkıcı

Doğum tarihi: 22 Mart 1924, Tahran, İran

Ölüm tarihi ve yeri: 13 Ekim 2010, Paris, Fransa


متن ترانه : دل از دستم رفته برون

زان دم که تو را دیدم

عشقم دارد رنگ جنون

زان دم که تو را دیدم


دل از دستم رفته برون

زان دم که تو را دیدم

عشقم دارد رنگ جنون

زان دم که تو را دیدم


شعله به جان گران زده ام

قید خود و دگران زده ام

زان دم که تو را دیدم

دست رد از غم تو به سر

این خوشی گذران زده ام

زان دم که تو را دیدم


تو پری رو با چشمت فتنه به پا کردی

تو اسیرم در دام رنج و بلا کردی

چه نهان شوی از نظرم

همه جا به تو می نگرم

ز جهان همه بی خبرم

ای فتنه چه ها دیدم

زان دم که تو را دیدم


عشق آتش از نو بر جان من زد

خرقی سوزان بر سر و سامان من زد

وای از چشم ره زن تو

خون من بر گردن تو

زین آشنایی

اشک من آمد به سخن

کمتر کن با این دل من

بی اعتنایی


چه نهان شوی از نظرم

همه جا به تو می نگرم

ز جهان همه بی خبرم

ای فتنه چه ها دیدم

زان دم که تو را دیدم

ای فتنه چه ها دیدم

زان دم که تو را دیدم



Kalbimi yitirmişim seni gördüm göreli

aşkım delicedir seni gördüm göreli

kalbimi yitirmişim seni gördüm göreli

aşkım delicedir seni gördüm göreli…


 

Canımı kundaklamışım

kendimden ve herkesten geçmişim

seni gördüm göreli

senin hüznünden

bu geçici neşeye sırt çevirmişim

seni gördüm göreli

 

Sen güzel yüzlü gözlerinle fitneler eyledin

sen acı ve belalara beni tutsak eyledin 

kaybolunca gözümden 

her yerde seni ararım

tüm dünyadan habersiz kalırım

ey fitne neler görmedim ki

seni gördüm göreli

 

Aşk yeniden canıma köz düşürdü

bütün varlığıma yakan ateş vurdu

aman senin eşkıya gözlerinden

kanım senin boynunadır bu tanışmadan

gözyaşlarım dile geldi

kalbimle bunca aldırmazlık etme

kaybolunca gözümden 

her yerde seni ararım

tüm dünyadan habersiz kalırım

ey fitne neler görmedim ki

seni gördüm göreli

ey fitne neler görmedim ki

seni gördüm göreli


Söz: Rahim Moeini Kermanshahi

Düzenleme: Majid Vafadar

Solist: Merziye: 1924 (Tahran – 2010 Paris)


ÇEVİRİ: Haşim Hüsrevşahi


Yansın Pervane Yansın





Yansın pervane yansın, kardeşlerim uyansın.

Pervane ışık arar, arar tutkudan yanar. 

Yanıp tutuşanlardan nice aydınlık doğar. 

yansın pervane yansın, kardeşlerim uyansın.

Güçlükleri aşmalı, güneşe ulaşmalı.

Yansın şu yürek yansın, yakana kavuşmalı

Yansın pervane yansın, kardeşlerim uyansın.

Arif Kemal - Gece Gelen Konuk

“Arif Kemal (asıl adı Arif Karakale), 1980’lerin sonlarında, kırmızı kazağı ve özgün besteleriyle; çok  uzun olmayan bir müzisyenlik hayatına rağmen kendi dinleyici kitlesini oluşturdu. Epeydir gözlerden uzak olsa da sevenleri onu dinlemeyi ve aramayı bırakmadı.

Isparta doğumlu Arif Kemal müzik kariyerine İzmir’de başladı. Toplam 4 albüm çıkardıktan sonra öğretmenliğe geçti ve uzun yıllar boyunca Suudi Arabistan ile Kuveyt’teki Türk okullarında öğretmenlik yaptı.

Red Türküleri 1 ve 2 1987’de yayınlanan iki kasetiydi. Red Türküleri 2, 16 şarkılık içeriğiyle nerdeyse iki albüm uzunluğundadır. Arif Kemal bu seride genellikle ünlü şairlerin şiirlerine yaptığı bestelere yer vermişti. Az da olsa sözleri kendisine ait besteleri de vardır.

Red Türküleri 3 ve Anadolu Konserleri ise 1988’de yayınlandı. Anadolu Konserleri albümünün içeriğini bir kısmı Red Türküleri serisinde de vardı. Ancak bazı şarkılar sadece bu albümde yer almıştı.

“Gece Gelen Konuk” sözleri Yağmur Atsız’a ait bir şarkı ve 4 albümün üçünde yer alıyor. Yıllar sonra Grup Çığ da bu şarkıyı ilk albümlerinde yorumlamıştı.”

Kaynak: https://twitter.com/sol_muzik_arsiv/status/1396105717975814151?lang=tr


 






Gece Gelen Konuk 


Gözlerin nasıl bulanık

Gözlerin sisli bir orman

Saklı korkulardan sanık

Sanki kaçarken vurulan


Dudakların nasıl ürkek

Ne kadar uzakta sesin

Sen gece gelen konuğu

Hiç kimsenin ve herkesin


Kirpiklerin diken diken

Tel örgüler kirpiklerin

Yasak sınırlar geçerken

Geride kaybettiklerin


Ellerin ne kadar soğuk

Buzdan saçaklar ellerin

Üstünde ağır havası

Kirli ucuz otellerin


Yağmur Atsız

 


12 Ocak 2023 Perşembe

Dokuzuncu Emevî halifesi Yezîd bin Abdülmelik, günlerce defnedilmesine izin vermediği şarkıcı cariyesi Habbâbe’nin cesedini öpüp, koklamıştı.

Dokuzuncu Emevî  halifesi Yezîd bin Abdülmelik, günlerce defnedilmesine izin vermediği şarkıcı cariyesi Habbâbe’nin cesedini öpüp, koklamıştı.







Kaynak: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/582702

11 Ocak 2023 Çarşamba

Happy People: A Year in the Taiga

Happy People: A Year in the Taiga 




Kuzeye 1970’te geldim ve bana hemen iş verdiler. Hazırlan dediler. Tuzak, avans para ve silah verdiler. Ben ve ortağım. İkimiz de 20 yaşındaydık. Bir helikoptere bindik. Bize bölgemizi gösterdiler ve sonra bırakıp gittiler. Radyomuz bile yoktu. Hiçbir şeyimiz yoktu. Yılbaşına kadar yiyecek, soba ve başka şeyler getireceklerini söylediler. Hiçbir şeyimiz yoktu. Ortağım zor koşullara dayanamadı. Tek başıma kaldım. Söz verdikleri zamanda bir şey getirmediler. Sorunlar çıkmış. Havacılık zor iş. Uzun hikaye, ama nasıl olduysa hayatta kalmayı başardım. O adada geçen programdaki gibi değil. Orada herkes kahraman. Yengeç, akrep falan yakalayıp paylaşıyorlar. Ben hayatta kalmak için çırpındım. Çünkü kar yağıyordu ve üstümde kışlık giysi yoktu. Kulübede soba yoktu. Peksimetten başka yiyecek yoktu. Neyse ki iyi bir köpeğim vardı. Beni çok iyi besledi. Görmüş geçirmiş bir tuzakçı olduğumu sanıyordum. Ama iş ciddiye binince aceminin teki olduğum ortaya çıktı. İlk sezonumdu. Beni 5 Ağustos’ta getirdiler, 20 Şubat’ta aldılar. Aynı sezonda. Açıkçası başarısız olduğumu sanmıyorum.





Bir söz vardır. Bir adamdan her şeyini servetini, sağlığını falan alabilirsin ama zanaatını alamazsın. Bir zanaatı bir kez öğrendin mi, hayatın boyunca unutmazsın. Başkalarından da bir şeyler öğreniyorsun. Biraz ondan, biraz bundan. Bir şey görmen gerekiyordur. Biri sana bunu söyler ve fark edersin. Bisikleti yeniden keşfetmek olmaz. Bu teknikler biz doğmadan önce bulunmuş ve yüzyıllar içinde en mükemmel haline gelmiş. Bence çalışkanlık ve azim her şeyden önemlidir. Buna herkes katılmayabilir. Ama bir tuzakçı için en kötü özelliğin açgözlülük olduğuna herkes katılacaktır. Ben de, bütün arkadaşlarım da bundan nefret ederiz. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Birkaç kuruş için her şeyi yapmaya hazır olmak.
Buzlar çözülene kadar… tuzak kurmaya devam etmek. Sadece gebe hayvanları yakalayacağını bile bile bunu yapmak. Tuzakları çok erken kurmak. Adam ekimin ilk günlerinde tuzak kuruyor. Samur daha büyümemiş, tüyleri siyah. Adam “Olsun varsın,” diyor. “Fazla para etmez, ama az da olsa benim olur. Yoksa samur başkasının bölgesine gidecek.” Böyle tuzakçılardan hiç hoşlanmayız. Dedelerimizin tuzakları. Yüzyıllardır bunları kullanıyoruz. Daha iyisini kimse bulamıyor… Her şeyin olması gerektiği gibi gittiğini görüyorsun. Bu, insana bir iş başarma duygusu veriyor. Bunu yapan sen olmasan da, sen de onun bir parçasısın.





Avcı için, tabii, köpeğin iş yapması önemli. Ama ona bağlanıyorsun da. Bazen köpek ailenin bir parçası oluyor. Bizi köpek doyuruyor. Köpeğin yoksa avcı değilsin demektir. Bir köpeğin iyi olup olmadığı üç aylıkken anlaşılır. Hiç şaşmaz. Yavru kedilerin peşine düşer, ayak izlerini koklar. Tavuklara falan saldırır. İyi bir köpeğin olması için iyi köpeklerin yavrularını alacaksın. Ama tabii nasıl eğittiğin de önemli. İyi bir köpeği alıp altı ay evde tutarsan, taygaya çıkardığında tabii ki iyi bir avcı olamaz. Her işi gören köpek bulmak zor. Bir köpek sığın kovalamayı seviyorsa onu sincap kovalamaya zorlayamazsın. Sincap sesi duyunca bir-iki havlar, ama peşine düşmez. Bu köpek işini görmediyse, başka bir köpek bulacaksın. O da uymazsa, bir tane daha. Ne kadar çok köpek değiştirirsen, tam aradığın köpeği bulma ihtimalin o kadar artar. Bir adamın köpeğine nasıl davrandığı önemlidir. Bazıları neredeyse aynı çanaktan yiyecekler. Köpeğin yanlarında yatmasına izin veriyorlar. Ama bence bu yanlış. Çok soğuk havalarda bile köpeğimi içeriye almam. Kendi katuk’u, yani barınağı var. Bence tek ihtiyacı beslenmek. Akşam istediği kadar yiyebilir, ama sabah fazla yememeli. Yoksa göbeğini yerden kaldıramaz. Tuzaklara dokunduğu için köpeklerini döven tuzakçılar büyük bir hata yapıyorlar. Tabii ki cezalandırman ve kızdığını göstermen gerekir ama dövmek tek başına bir köpeği tuzaktan uzak tutmaz. Sahibinden korkmaya başlar. Sahibi varken tuzaktan uzak durur, ama o başka tarafa bakarken ya da geceleri kesin yemi çalar. Ama tuzaktan korkarsa uzak duracaktır. Onları eğitmek kolay. Köpeklere özel bir tuzak yapacaksın. Biraz orada kalmasına izin vereceksin ki… hoş bir şey olmadığını anlasın. Yoksa avcı hiçbir zaman rahat edemez… ve köpeğiyle anlaşamaz. Köpek sahibinden korkar ve geceleri kaçıp tuzakları dolaşır. Avcının bütün emekleri heba olur. Özetle, köpekle derdin hiç bitmez. Doğrusunu yaparsan, köpek seni sever, tuzaktan korkar. Daha ne istersin?





Dört iyi köpeğim oldu. İyi köpekler genellikle fazla yaşamaz. Bu dört köpekten sadece biri on yaşını gördü. Diğerleri, daha çok gençken, dört-beş yaşlarında öldü. Son köpeğim Duman adında bir dişiydi. Bir ayı köye kadar geldi. Ayı kükreyince köyün bütün köpekleri kayboldu. Erkek köpeğimi bıraktım ama ayıya birkaç kez havlayıp sustu. Bir sorun olduğunu anladım. Ayının olduğu yere yaklaşınca dişi köpeğim Duman’ın sesini duydum. Öksürüyor ve ayının tüylerini tükürüyordu. Ayıyı birkaç kez ısırdı, sonra ciyakladı ve sustu. O sırada yanlarına varmıştım. Ayı inek patikasına yatmış köpeğimi parçalıyordu. Ayıya yaklaştım. Kafasına nişan aldım. Tam tetiği çekecekken beni duydu ve kafasını kaldırdı. Mermi ön pençesine geldi. Pençesini sıyırıp geçti. Üstüme saldırdı. Çok yaklaşmıştı. Neredeyse tüfeğimin namlusuna değecekti. Üstüme geldi ve yakın mesafeden ateş ettim.

Geriye savruldu. Onu haklamıştım. Duman hala hayattaydı. Erkek köpeğim paramparça olmuştu. Duman’ı kucağıma aldım. Karnının yarıldığını ve iç organlarının dışarı çıktığını fark ettim. Hala onu kurtarabileceğimi düşünüyordum. Ayıya hiç bakmadan hemen hemşireye koştum. 30-40 metre kadar koştuktan sonra başının düştüğünü fark ettim. Ölmüştü. Üzüntüden kahroldum.




Düşününce hepimiz öldürüyoruz ya da suça ortak oluyoruz. İyi kalpli olan ve her şeye acıyan insanlar bile öyle. Neden mi? Çok basit. Bir çiftçi bir domuzu besler ama onu niye beslediğini baştan bilir. Öldürüp etini yemek ya da satmak için. Bu işe üzülen insanlar bile ondan et alır. Tuzakçının da domuz yetiştiricisinden farkı yok. Tek fark tuzakçının nasıl söylesem, daha dürüst olması. Aslında mesele dürüstlük de değil. Eskiden sığır beslerdim ve hiçbir zaman elim onları kesmeye gitmedi. Çünkü, diyelim bir danan var. Onu iki yıl besliyorsun. Yanına geliyor, senden onu okşamanı ya da ona yiyecek vermeni bekliyor. Sense onu kafasından vuruyorsun. Taygada ise yabani hayvanlar zaten benden, yani bir insandan… hayır gelmeyeceğini biliyor. Kaçmaya çalışıyor. Burada daha kurnaz olan kazanır.







MÜŞTAK GALİP ERDEM








Bir durak ötede çevirme yapıyor yokluğun

Bir ara soluklanıp acılarımı emziriyorum

İsyan bayrağını dikiyorum,

Kalbimin orta yerine

Göğsüme sapladığım resminle 

Yollara düşüyorum yine

Teslimiyet bana göre değil, söyleyin şairlere

Yıkarım benliğimi,

yakarım bedenimi,

Köpeklere meze yaparım kemiklerimi,

Keserim ölüme biletimi,

Teslim etmem hiçbir şaire kendimi

Tahrik etti beni!

Benden sana şiir olmaz dedi

Bende bütün mısralara serdim leşini


Müştak Galip Erdem









 Günün Deliliği – Maurice Blanchot

...sevdim, yitirdim sevdiklerimi. Bu darbeyi yiyince çıldırdım, çünkü bu bir cehennem. Ama tanığı olmadı çılgınlığımın, şaşkınlığım görünmedi, ta içimdi çıldıran. Ara sıra öfkelendim. Niye böyle sessizsin diyorlardı bana. Oysa tepeden tırnağa yanıyordum; geceleyin koşturuyordum sokaklarda, uluyordum; gündüzleyin sessiz sessiz çalışıyordum…

…İnsanlar ölümden kaçmak istiyordu, tuhaf soy. Kimileri de ölmek, ölmek diye bağırıyordu, yaşamdan kaçmak istiyorlardı çünkü. “Ne biçim yaşam, Kendimi öldüreceğim, pes ediyorum.” Yazık, tuhaf, bu bir yanılgı. Bununla birlikte hiçbir zaman yaşama sus, ölüme defol dememiş kimselerle de karşılaştım. Hemen hep kadınlar, güzel yaratıklar. Erkekler, yılgı sarıyor, gece delip geçiyor onları, tasarılarının boşa çıktığını, çabalarının toz olup gittiğini görüyorlar, dünya benimdir diyen o önemli kimseler afallıyor, ne varsa çöküyor.

… Telefon açılmıyordu. Giysilerim eskiyordu. Soğuk içime işliyordu; ilkyaz, yetiş… Kitaplıklara gidiyordum. Dokunuşum iki metre ileride dolaşıyordu: odama biri girse, haykırıyordum, ama bıçak sessizce doğruyordu beni. Evet, bir iskelete döndüm. Sıskalığım, geceleyin, önüme dikilip ürkütüyordu beni. Gide gele aşağıladı, bezdirdi beni; ah, bezmiştim enikonu. Bencil miyim? Ancak birkaç kişiye yakınlık duyarım, kimseye acımam yoktur, ancak binde bir hoşnut etme isteği, binde bir hoşnut edilme isteği duyarım; ben, kendime gelince neredeyse duygusuz olan ben, ancak onlarda acı duyarım; en küçük sıkıntılar benim için bitmez tükenmez bir dert olur, yine de, gerekirse, gözümü kırpmadan harcarım onları, tüm mutluluk duygularım alırım ellerinden (öldürdüğüm bile olur).






Her Şey Tanrının İçinde Dolanıyor – John Berger

“David Hockney’in dediğine göre, kız kardeşi, Tanrının nesneler arasındaki hava, boşluk olduğuna inanıyormuş. Böylece her şey Tanrının içinde oluyor, Tanrının içinde dolanıyor. Fena fikir değil, değil mi? Ressamların algılama tarzına çok yakın bir bakış. Ressamlar imanlı olduğu için değil, hep resmetmeye çalıştıkları şey tam da bu görünmez boşluk olduğu için. Boyadıkları lekelere bir birlik sağlayabilecek tek şey bu boşluk.”





Ekmek Arası – Charles Bukowski

"İlgi duymuyordum. Hiçbir şeye ilgi duymuyordum. Nasıl kaçabileceğime dair hiç fikrim yoktu. Diğerleri yaşamdan tat alıyorlardı hiç olmazsa. Benim anlamadığım bir şeyi anlamışlardı sanki. Bende bir eksiklik vardı belki de. Mümkündü. Sık sık aşağılık duygusuna kapılırdım. Onlardan uzak olmak istiyordum. Gidecek yerim yoktu ama. İntihar? Tanrım, çaba gerektiriyordu. Beş yıl uyumak istiyordum ama izin vermezlerdi."






Kitaplar ve Fahişeler 


1. Kitaplar ve fahişeler yatağa alınabilir.


2. Kitaplar ve fahişeler zamanı çapraza alır.


3. Kitaplara ve fahişelere bakan, dakikalarının çok değerli olduğunu fark etmez. Gece üzerinde gündüz,

gündüz üzerinde gece gibi egemendirler.


 4. Kitaplar ve fahişeler oldum olası birbirlerine

karşı mutsuz bir aşk içindedirler. 

 

5. Kitaplar ve fahişeler – her ikisinin de, sırtlarından geçinen ve onları sömüren, ezen, kendilerine özgü

erkekleri vardır. Kitaplarınki eleştirmenlerdir.

 

6. Kamuya açık evlerdeki kitaplar ve fahişeler yüksek okul öğrencileri için.

 

7. Kitaplar ve fahişeler – sonlarını onlara sahip olan kişinin gördüğü enderdir. Ömürleri dolmadan

ortadan kaybolurlar.

 

8. Kitaplar ve fahişeler nasıl bu hale geldiklerini seve seve, hem de yalan söyleye söyleye anlatırlar.

Anlaşılan, gerçekte çoğu zaman kendileri de farkına varmamışlardır. Bu hikayelerde yıllarca “aşk

yüzünden” her şeye katılınmıştır, sonra günün birinde, piyasayı hep “ders almak amacıyla” göz altında

bulunduragelmiş olan latif beden sokağa düşüvermiştir.

 

9.Kitaplar ve fahişeler sergilenirken sırtlarını çevirmeyi severler.

 

10.Kitapların ve fahişelerin yavrusu çok olur.

 

11.Kitaplar ve fahişeler – “yaşlı rahibe – genç orospu”. Zamanında tu kaka edilip şimdi gençliğe ders

olması istenen nice kitap vardır!

 

12. Kitaplar ve fahişeler kavgalarını elalemin karşısına çıkarır.

 

13. Kitaplar ve fahişeler – birinde dipnotları, öbürünün çorabında kağıt paralar.


Walter Benjamin –  TEK YÖN







Parrhasius’un Perdesi

"Zeuxis ile aynı dönemde yaşayan Efesli Parrhasius‘un kimin daha büyük bir sanatçı olduğu konusunda girdikleri iddia, Gaius Plinius Secundus‘un yazdığı Naturalis Historiakitabında geçmektedir. İkili, iddiaya girdikten sonra birer resim çizerek perdeyle kapatmışlardır. Yarışacakları gün geldiğinde, Zeuxis perdeyi kaldırmış ve çizdiği üzüm resmini ortaya çıkarmıştır. Üzümler o kadar çekici görünmüştür ki, uçan kuşlar yere inip resmi gagalamışlardır. Sonra Zeuxis, Parrhasius’un resmi üzerindeki perdeyi kaldırmasını istemiştir ve Parrhasius, perdenin aslında kendi çizdiği resim olduğunu açıklamıştır. Bu şekilde Zeuxis yenilgiyi kabul etmiş ve demiştir ki: “Ben kuşları kandırdım, ama Parrhasius Zeuxis’i kandırdı.”

Yaşam Sahip Olduklarımızın Tümüdür Ama Yine De O Hiçtir.

Hiçbir şeye inanmıyorum… Bir adım geri çekildiğinizde, ormanı seyretmek için ağaçları bir kenara ittiğimizde, ağaçların değersizliğiyle karşı karşıya kalırız. Biraz daha fazla geri geldiğimizde, ormanı tamamen önemsiz buluveririz. Aynısı bu ülke, yeryüzü, güneş sistemi ve galaksi için de geçerlidir. Bu evren o denli geniştir ki, biz bir kum taneciğinden daha ufak kalırız. En büyük problemlerimiz bizle birlikte hiçliğe karışır. Biz basitçe, Tanrıların oyuncaklarıyız, yine de Tanrılar oyunlarına bizi layık görmüyorlar bile. “İnsan asla bir cevap bulamadı ve bulamayacaktır da.” “Yaşam sahip olduklarımızın tümüdür ama yine de o hiçtir.”

Emil M. Cioran 



ABELARD ve HELOlSE / MEKTUPLAR



Filozof ve şair Pierre Abelard ile öğrencisi Heloise arasındaki dramatik aşk, Fransa tarihinin en iç burkucu sayfalarından birini oluşturur.


Abelard 1079 yılında Nantes yakınlarında doğdu. İlk gençliğinden başlayarak felsefeyle ilgilendi. O günlerde felsefenin dinden ayrı düşünülmesi olanaksızdı. Abelard’ın dehası kısa zamanda Paris’i fethetti. Öğrendiklerini yorumlayışı ve eleştirileri Notre Dame’daki din bilim sınıflarının her derste tıklım tıklım dolmasına yol açıyor, Paris üstat Pierre’i dinlemeye koşuyordu. O günlere göre çok tehlikeli bir şey yapıyordu Abelard: Hıristiyanlık ahlakını tartışıyordu.


Pierre Abelard Fransız tarihinin Rönesans’ın doğmasına ışık tutan  filozof ve şairlerinden biriydi. Akıcı felsefeyi savunan ilk insanlardan sayılırdı. Abelard öğrencilerine özel ders verirken; 1116 yılında Abelard dayısı tarafından derse gönderilen güzel Heloise ile tanışır.


Abelard 37, Heloise 15 yaşındaydı. Heloise yanında yaşadığı dayısı Flubert’in de onayı ile Abelard’ın öğrencisi oldu. Flubert için yeğeninin böylesine ünlü birinden ders alması büyük onurdu.


Birliktelikleri kısa sürede fikirsel alışverişten, fiziksel ilişkiye ve ömür boyu sürecek bir aşka dönüşüverdi. Dayı Flubert, filozof ile öğrencisi arasındaki ilişkiyi fark edince (Onları yatakta yakalayınca…) ayrılmak zorunda kaldılar. Kimilerine göre Heloise’i yetiştiren Flubert aslında dayısı değildir, kimilerine göreyse, dayısı olsa bile Heloise’de gözü vardır. Ayrılıklarından bir süre sonra Heloise’nin hamile olduğu anlaşılınca, Abelard onu dayısının evinden kaçırdı. Brötenyadaki ailesinin yanına götürdü. Héloise 1118’de burada bir erkek çocuk doğurdu ve adını Pierre Astrolabe koydular.


Abelard, Heloise’nin dayısının onları bağışlaması ve birlikteliklerinin meşru kılınması için Heloise ile evlenmeye karar verdi. Bunu da Flubert’e bildirdi. Héloise evliliğin Abélard’ın filozof kişiliği ile bağdaşmayacağını düşünmekteydi. Evlendiler ama Flubert’e göre, Heloise herkesin gözünde gayri meşru çocuk sahibi ahlaksız bir kadın olmuştu. Abelard  Heloise’yi bir manastıra göndererek dayısının gazabından korumaya çalıştı. Ama kendini korumayı beceremedi. Flubert bir söylentiye göre bizzat, bir söylentiye göre de dört akrabasının marifetiyle, bir gece Abelard’ın odasına yapılan baskın sonucu onu hadım etti.


Tüm şöhretini ve yaşamını yıkıma uğratan bu dramatik olay Abelard’ı derinden sarstı. O güne kadar yalnızca felsefesiyle uğraştığı dine kendini bütünüyle adamaya karar verdi ve aynı kararı vermesi için Heloise’i de zorladı. Heloise itiraz etmedi ve Argenteuil Manastırı rahibeleri arasına katıldı. Abelard ise Saint Denis rahiplerinden biri oldu.


Abelard aşağılanmış ve umarsızlığa düşmüştü. Küçük bir manastır kurdu ve adını ” Sığınak” koydu. Burada yoksulluk içinde yaşadı. Sonra Aziz Gildas manastırından gelen çağrıyı kabul etti. Bu sırada Heloise ve onunla birlikte birkaç rahibe de Argenteuil Manastırından kovulmuşlardı. Abelard onlara Sığınak’ a yerleşmelerini önerdi. Heloise kısa sürede Küçük manastırı saygıdeğer bir yer haline getirdi. İki sevgilinin mektuplaşmaları bu sırada oldu. Bir gün Heloise’nin eline bir mektup geçer. Heloise de “Elin… Elin değmiş bu mektuba…” diye başlayan bir mektup yazar ve mektuplaşmaları böylece başlar.


Abelard 1142 yılında 63 yaşında Papa’ya gidip kendini bağışlatmak için Roma yollarına düşmüşken, dinlenmek için sığındığı Cluny Manastırında son nefesini verdi. Heloise ise sevgilisinden 22 yıl sonra Sığınak’ta yine 63 yaşında 1164 yılında öldü.


İki sevgilinin cansız gövdeleri de, yaşamları boyunca olduğu gibi zor buluştu. Uzun maceralardan sonra, 1817 yılında bir polis komiseri nezaretinde birleştirildi. Şimdi Paris’in ünlü Pere Lachaise Mezarlığında yan yana yatıyorlar. Mezarları sık sık sevdalıların ziyaretine uğrar ve çiçekleri hiç eksilmez.


Fransız tarihinin en iç burkucu olaylarından biri olan bu dramatik aşk öyküsü, İngiliz yazar Ronald Duncan tarafından yalın, akıcı bir dille oyunlaştırılmış. İki sevgilinin yaşam öyküleri ve birbirlerine yazdığı aşk mektuplarından yola çıkarak Duncan tarafından yazılan bu şiir-oyun metni, sekiz yüz yıldır insanları duygulandıran bu dramatik olağandışı öykünün duygu yoğunluğunu en iyi yansıtan çalışmalardan biri. Zeynep Avcı tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.


Abelard ile Heloise’in birbirlerine Latince yazdıkları mektuplar aslında yedi tane. Abelard dört mektup, Heloise ise üç mektup göndermiş. Ronald Duncan eserinde bu mektupları bölerek on ikiye çıkarmış.


*


Mektuplardan


"Ben böyle seviyorum işte: Zarafetini, gaddarlığını, inceliğini, kabalığını, olduğun şairi, olmadığın erkeği seviyorum. Bir zamanlar çocuk olduğun ve bir gün ceset olacağın için seni seviyorum. Hem gövdeni, hem aklını seviyorum. Yalnızca boynunun düzgün çizgilerini değil, koltuk altının terini de seviyorum. Kanımı tutuşturan gücünü de, çocuk gibi elinden tutma hissi uyandıran güçsüzlüğünü de seviyorum… Tanrı böyle sevemiyorsa ben de sevgimi Tanrı yaparım!  – HELOİSE"


"Aşk mülkiyetçi olmamalı diyordum çünkü aşkın mülkiyetini kullanıyordum. İnsan aşkı hep mülkiyetçidir. Ne yazık ki apaçık görüyorum şimdi. Belki Tanrı’nınki de böyledir. “Tarih beni bir şair, bir filozof olarak değil, bir sevgili, senin sevgilin olarak hatırlayacak. Ve ben sevmeyi bilmiyorum” – ABELARD"



ABELARD


I. MEKTUP


Elin… Elin değmiş bu mektuba.

Teşekkür ederim; Bana yazmamışsın ama..

Elbette tanıdım yazını; Değişmemiş hiç.

Değişen bir şey olmadı zaten, acı bile aynı acı.

Bana gönderilmemiş ama, mektubu ben okudum

Utanmadım, kimseye de ihanet etmedim.

Suskun geçen bunca yıldan sonra, hesap verecek değildim.

Şimdi de vermeyeceğim.

Elin değmiş bu mektuba!

Aşık olduğum elin. O aşka susamışım.

Hakkım var o elin yazdığı mektubu açmaya.

Merakım cezasını buldu işte.

Nerden bilirdim her satırda adımı okuyacağımı?

Uzun bahtsızlığımızın kısa hikayesini yazdığını nasıl tahmin ederdim?

Düşünüyordum, hatta korkuyordum,

uzun süren suskunluğun ya benden çalınmış huzursa,

ya beni unutacak kadar güçlenmişsen…

Oysa ancak anılara teslim olmayacak kadardı benim gücüm.

On yıldır dökemediğim göz yaşlarımdır delilim.

Nasıl bilebilirdim,

senin de hala acı çektiğini, tıpkı benim gibi?

Erkeksin sen, akıllı, nitelikli.

Tüm Hıristiyanlık birleşse, dolduramaz yerini.

Kendimi avutuyordum o bir erkek diyordum.

Senden beklememeliydim, bendeki duygusallığı.

Biliyor musun, başım göğe ererdi sana bakarken.

Sanki bende olmayan her şey sende vardı.

Sanıyordum ki, tüm acıları geride bırakacak kadar güçlüsün.

Yanılmışım… Zayıflıktan değil acıların.

Öylesine güçlüsün ki, göz göze yaşıyorsun acılarla.

Sakınmıyorsun, gözlerini kaçırmıyorsun onlardan.

Istırabın duruyor önümde satır satır, hem de el yazınla.

– Ah, Abelard! Dokunuşlarını bana taşıyan

o kağıdı, o mürekkebi nasıl seviyorum…-

O kör yıllar boyunca sakladığım acı

çıkıyor yüreğimden,

karşıma dikiliyor; bakıyorum:

Aynı yaşlardayız onunla, boyumuz bosumuz aynı.

Tepeden tırnağa Ben'im bu acı.

Artık saklayamıyorsam onu kendimden,

nasıl saklarım, bir zamanlar bütün varlığımla

teslim olduğum senden?

– Bir zamanlar… Nasıl iç burkuyor bu sözler…-

Bir zamanlar, gövdesini gövdeme kattığım birine,

rol mü yapayım, ketum mu davranayım?

Gecenin doruklarında dört nala koşturmuştuk bedenlerimizi,

daha da doruklara çıkmıştık doğan güneşlerle.

Biliyorum böyle yazmasa gerek benim gibi bir rahibe.

Özür diliyorum, ama yazan rahibe değil.

Örtüldük tepeden tırnağa, ama kadınız biz.

Bu örtünün altındaki de Heloise, her dişiden daha fazla dişi.

Ve aşk… Ona bir Abelard öğretisi.

Yalnızca kendime acımıyorum;

Tüm varlığım acıdan kıvransa da, merhametim biraz da sana.

Hiç bir şey unutturamaz bana yazıların yüzünden çektiklerini.

Nasıl da zalim bu anılar…

Unutamıyorum dehanın nasıl ödüllendirildiğini?

Hasetle ve kötülükle!

Unutamıyorum çalışmalarının lanetlenişini, yakılarak alevler içinde…

Mısralarının kafasız kafalarca nasıl aşağılandığını,

nasıl da kafir denildiğini sana… unutabilir miyim?

Sonunda fırlatıp attılar seni dünyanın dışına.

Küçücük bir manastır kurdun kadınlara, adını “Sığınak” koydun.

Ne iğrenç lekeler sürdüler amacına…

Huzur ararken kendin de manastıra kapanınca,

nasıl attılar seni aralarından, kardeş deyip bağrına

Atarlar elbette!

Sıradan olduklarını hatırlıyorlardı seni gördüklerinde.

Mektubun bütün bunları bir daha yaşattı bana.

Okurken gözyaşları döktüm senin için.

Ah, keşke hiç yazmasaydın…

Nicedir içimde topladığım bir damlacık güç kayboldu işte.

Her yazdığını bizi tüketen ağır aksak ölümü yaşayarak okudum.

Sevdalılar gözleriyle tadarlar ıstırapları.

Ben de gözlerimle kavramıştım acını.

Dayım yok ettirdikten sonra erkekliğini, hani, çekip gittin ya…

Peşine taktım gözlerimi.

Beni burada bıraktığında da öyle.

Şimdi aynı gözlerle satır satır acını okuyorum.

O gözlerin yaş dökmesi garip mi?

Yanılma, merhamet değil istediğim.

Belki yazarsın bana diye yazıyorum yalnızca.

Zulmetme bana, reddetme beni.

Senden başka kimselerin veremeyeceği dermanı yolla:

Bir mektup… Bu kez senden bana.

Bırak, sana ait her şeye, sadakatle üzüleyim.

Bahtsızlıkta olsa, her şeyi bileyim.

İç çekişlerim karışırsa seninkilere,

Belki ikimizin de acısı hafifleyecektir, Ne dersin?

İçimden hiç gelmiyor ama, sen istersen,

mektubumu şöyle de bitirebilirim:

Sonsuza kadar, elveda…


HELOİSE







PARMENiSCUS’UN KAHKAHASI – Kierkegaard

PARMENiSCUS’UN KAHKAHASI 


Efsaneye göre Parmeniscus*, Trophonius’un mağarasında gülme yetisini kaybetmiş, ama Delos adasında tanrıça Letto’nun biçimsiz heykelini görünce yeniden kazanmış gülme yetisini, aynısı benim de başıma geldi. Gençken, Trophonius’un mağarasında gülmeyi unuttum; yaşlanınca gözlerimi açtım gerçeği gördüm ve o an gülmeye başladım ve o zamandan bu yana da gülüyorum.

Hayatın anlamının geçinmek olduğunu gördüm ve hedefi de yüksek bir mevki edinmekti; aşkın rüyası mirasyedi bir kadınla evlenmekti; dostluğun nimeti dar günde yardım almaktı; bilgelik çoğunluğun olmasını istediği şeydi; coşku nutuk atmaktaydı; cesaret on dolar kaybetme riskini göze almaktı; şefkat sofra başındayken, “Masaya buyurun,” demekti; dindarlık senede bir komünyona katılmaktı. Bunu gördüm ve kahkahalarla güldüm.


 


* Bir Pytagorasçı olan Parmeniscus’un efsanesi Athenaeus ile ilişkilidir.



Meseller – Soren Kierkegaard

Begas bizim diyarımızda kerkenezleşiyor

Begas kelimesindeki B'yi üç türlü okumak caizdir. Begas, Türkçe'de "lûri" dediğimiz kuştur. Avcı olmadığından kuşların adilerinden sayılır. "Nesr" yani kerkenez ise doğan ve şahin gibi zorlu kuşları bile avlayacak derecede kara kuş nevinden bir kuştur. Darbımesel, bazı aciz kimselerin hadlerini bilmeyerek caka satmalarını beyan hususunda kullanılır. Türkçemizdeki: "Ahmak" manasında kullandığımız 'Bagas' kelimesi 'Begas' kelimesinin bozuntusu olsa gerek.


Makamat - Harîrî

Kabalcı 

Çevirmen: Sabri Sevsevil

s.366

Ben yalnızca kılıcı göndermiştim...

Samsâme: Yüzü dönmez keskin kılıç demektir. Zülfikârdan sonra kılıçların en meşhurudur.

Ve Amr İbni Mâdi Kerb'in kılıcına âlem olmuştur ki, demiri kesermiş. Hazreti Ömer bu kılıcı görmeyi pek arzu etmiş ve Amir'den istemiş getirmişler. Temaşa ettikten sonra fevkalade bulmadığını söylemiş. Bunu haber alan Amir, Hazreti Ömer'e şu sözü söyletmiş: "Ben yalnızca kılıcı göndermiştim, onu kullanan bileği göndermemiştim.

Makamat - Harîrî
Kabalcı Yayıncılık
Çevirmen: Sabri Sevsevil
s.472


Ankaralılar yaz gelince ne yaparlar?

  https://filmmirasim.ktb.gov.tr/