The Broken Circle Breakdown - 2012
Felix van Groeningen
TERKİB-İ BEND VIII
Her şahsı harîm-i Hakk’a mahrem mi sanırsın?
Her tâc giyen çulsuzu Edhem mi sanırsın?
Her dokunulmazlığı olanı Allah'a yakın mı sanıyorsun?
Her taç giyen çulsuzu Edhem mi sanıyorsun?
(Edhem: Tacını tahtını bırakıp evliyadan olan Belh şehri şehzadesi)
Dehri arasan binde bir âdem bulamazsın,
Âdem görünen harları âdem mi sanırsın?
Dünyayı arasan binde bir insan bulamazsın,
İnsan görünümündeki eşekleri insan mı sanıyorsun?
Çok mukbili gördüm ki güler, içi kan ağlar,
Handân görünen herkesi hurrem mi sanırsın?
Çok mübârek insan gördüm ki güler, içi kan ağlar,
Güler görünen herkesi mutlu mu sanıyorsun?
Bil illeti, kıl sonra müdâvâta tasaddî,
Her merhemi her yâreye merhem mi sanırsın?
Önce hastalığın ne olduğunu bil, sonra tedaviye başla,
Her merhemi her yaraya merhem olur mu sanıyorsun?
Kibre ne sebeb? Yoksa vezîrim diye gerçek,
Sen kendini düstûr-ı mükerrem mi sanırsın?
Kibire ne gerek var? Yoksa vezirim diye gerçekten
Sen kendini nizamın sahibi mi sanıyorsun?
Ey müftehir-i devlet-i yek-rûze-i dünyâ,
Dünyâ sana mahsûs u müsellem mi sanırsın?
Ey dünyanın geçici nimet ve devletiyle iftihâr eden,
Dünyanın sana ayrılmış olduğunu ve teslim edildiğini mi sanıyorsun?
Hâlî ne zaman kaldı cihân ehl-i tama’dan,
Sen zâtını bu âleme elzem mi sanırsın?
Bu dünya ne zaman açgözlülerden yoksun kaldı,
Sen kendini bu dünyaya çok gerekl mi sanıyorsun?
En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun,
Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?
En ummadığın senin içyüzünü keşfeder,
Sen herkesi kör, halkı sersem mi sanıyorsun?
Bir gün gelecek sen de perîşân olacaksın,
Ey gonca bu cem’iyyeti her-dem mi sanırsın?
Bir gün gelecek sen de perişan olacaksın,
Ey gonca bu topluluk hep böyle [yanında] olacak mı sanıyorsun?
Nâ-merd olayım çarha eğer minnet edersem,
Cevrinle senin ben keder etsem mi sanırsın?
Korkak olayım eğer bu çarka (döngüye) minnet edersem,
Senin zulmünden kederlendiğimi mi sanıyorsun?
Allah’a tevekkül edenin yâveri Hak’dır,
Nâ-şâd gönül bir gün olur şâd olacakdır.
Allah'a güvenenin yardımcısı Allah'tır,
Hüzünlü olan gönül bir gün gelecek bahtiyâr (mutlu) olacaktır.
Ziya Paşa
( 1825 - 1880 )
Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi II, S. 19-20,
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları
CKare adlı Youtube kanalının "31 Mart'tan Sonra Türkiye / Mühim Şeyler - 80 " başlıklı videosu
Çin bilimkurgu yazımı son on yılda küresel beğenide giderek daha çok öne çıkmaya başladı. Bunda yazar Liu Cixin tarafından kaleme alınan Üç Cisim Problemi isimli kitabının (2006) önemli bir katkısı vardı. Tarihi ve kültürel hikaye anlatımının benzersiz karışımı sayesinde Liu’nun üçlemesinin büyüsüne pek çok okuyucu kapıldı. Netflix’in “Üç Cisim Problemi” dizisi ile bunu ekranlara taşımasıyla da bir çok kişinin aklına aynı soru geldi. Üç cisim problemi gerçek hayatta nedir?
Dizi, 1960’larda Çin’in Kültür Devrimi sırasında başlıyor, ardından izleyicileri farklı kıtalara ve zaman çizelgelerine götürüyor. Dizideki kahramanların hepsi, kararları insanlığın hem şimdi hem de uzak gelecekte gidişatını belirleyen bilim insanlarıdır.
Cevaba geçmeden önce dizi ile bu problemin ilgisini anlamaya çalışalım. Dizi, teknolojik açıdan üstün bir uzaylı uygarlığı, zaten ekolojik yıkım ve çatışmalarla boğuşan bir gezegen olan Dünya’yı işgal ederse, insanlık nasıl tepki vermeli? İnsanlık kurtarılmaya değer mi? Kendimizi kurtarmak mümkün mü? gibi soruların etrafında dönüyor.
Dizi, astrofizikçi Ye Wenjie’nin insanlıkla ilgili hayal kırıklığının hikayesiyle başlıyor. Süreç onu, Trisolaris isimli üç güneşi olan ve dolayısıyla üç cisim probleminin yarattığı sorunlarla boğuşan bir gezegende yaşayan Trisolaranlar olarak bilinen uzaylıları, müdahale etmeye davet etmeye yöneltiyor. Devamında da insan uygarlığını korumaya yönelik karmaşık yıldızlararası çabaları ekranlara yansıtıyor. Dizinin neredeyse her bölümü bir şekilde Çin’in Kültür Devrimi’ne de (1966-1976) gönderme de yapıyor. Bu da diziyi daha ilginç bir hale getiriyor.
Ayrıca n, 3 veya daha büyük olduğunda, cisimlerin yollarının genellikle korkunç derecede karmaşık hale geldiği görülmektedir. Üç cisim probleminin çözümlerinin olmayışı matematikçilerin insani yetersizliğinden daha çok, bu eksikliğin matematiğin yasalarının içine gömülü olmasından kaynaklanmaktadır.
Joseph-Louis Lagrange, üç cismi aynı düzlemde hareket edecek şekilde kısıtlarsak ve bunlardan birinin kütlesinin ihmal edilebilecek kadar küçük olduğunu varsayarsak, üç cisim problemine en azından bazı çözümleri olduğunu gösterdi. Çözümlerinde, üç cisim uyum içinde hareket etti. Ayrıca her zaman birbirine göre konumlarını korudu.
5 Lagrange noktası bulunmaktadır. İlk üç Lunar Lagrange noktası (L1, L2 ve L3) Dünya ile Ay’ı birleştiren çizgi üzerinde yer alır. L4 ve L5’in her biri bir eşkenar üçgenin üçüncü noktasını oluşturur. Bu nedenle Ay Dünya’yı çevrelerken daima 60° önünde ve arkasında durur.
İki cisimli bir sistem düşünürsek, o zaman üçüncü bir küçük cismin bulunabileceği noktalar şimdi onun onuruna Lagrange noktaları olarak bilinmektedir. Muhtemel Lagrange insan yapımı bir uzay aracının kendi adını taşıyan bu noktalara “park etmesini” hayal etmemişti. Ancak bu noktalar günümüzde tam olarak bu amaçla kullanılmaktadırlar. Ancak Lagrange noktaları üç cisim problemine tam olarak cevap vermez. Üç nesne aynı boyutta (aynı kütlede) ve birbirlerine kabaca eşit mesafedeyse üç cisim problemi tamamen çözümsüzdür.
Üç Cisim Problemini Çözme Girişimleri
Fiziğin güzel yanlarından biri deterministik olmasıdır. Yani bir sistemin tüm özelliklerini biliyorsanız ve fizik yasalarını biliyorsanız, o zaman geleceği mükemmel bir şekilde tahmin etmek mümkündür. Ancak doğanın hem deterministik hem de öngörülemez olabileceğini 1800’lü yıllarda öğrendik.
1889’da İsveç Kralı II. Oscar, soruya genel bir çözüm sağlayacak kişilere bir ödül vaat etmişti. Sonunda, Fransız matematikçi Henri Poincaré problemi çözmeden ödülü kazanacaktı. Ancak kendisi sorunu çözmek yerine, sorunun çözülememesinin nedenlerini açıklayacaktı. Vurguladığı en önemli nedenlerden biri de sistemin başlangıcındaki küçük farklılıkların sonunda büyük farklılıklara yol açacağıydı. Bu kaotik evren fikrinin başlangıcıydı.
Matematikçiler yüzyıllardır Dünya, Ay ve Güneş gibi kararlı bir başka yörünge olup olmadığını hesaplamaya çalışıyor. Görselde Üç cisim problemine 20 periyodik çözüm örneği görülüyor.
Birbirleri etrafındaki bir yörüngede bulunan üç cisim için, tekrar eden adımlar halinde hesaplamayı yapmak mümkündür. En başta, cisimlerden birinin hareketsiz olduğunu varsayıp diğer ikisinin kendi yörüngelerinde kısa bir mesafeyi nasıl kat ettiklerini hesaplarız.
Daha sonraysa bu yeni pozisyonlardan başlayarak diğer bir cisim hareketsiz tutulurken öteki ikisinin hareketini hesaplar ve bunu üçüncü cisim için de tekrar etmek yoluyla bir sonuç elde ederiz. Ancak yine de elde edeceğimiz sonuçlar mükemmel olmayacaktır. Çünkü bu üç cisim birlikte ve aynı anda hareket etmektedir. Gelişen teknolojinin sayesinde matematikçiler olası çeşitli yörüngeler hesaplayabilir. Ancak bunlar yukarda da gördüğünüz gibi çarpık ve karmaşık görünecektir.
Sonuç olarak
Üç cisim sistemleri evrende oldukça yaygındır. Sonucunda birden fazla gezegene sahip çok sayıda yıldız sistemi, hatta birbirinin etrafında dönen birden fazla yıldız vardır. Fizik ders kitaplarında yalnızca bir yıldız ve yörüngede dönen bir dünyadan oluşan mükemmel şekilde yalıtılmış bir sisteme sahip olabilirsiniz, ancak gerçek Evren bu tür basitlikten kaçınır.
Kaynaklar ve İleri Okumalar:
Mathematical mysteries: the three body problem; Yayınlanma Tarihi: 1 Eylül 1998; Kaynak site: Plus Math. Bağlantı: Mathematical mysteries: the three body problem/
We Just Got 12,000 New Solutions to The Infamous Three-Body Problem. Yayınlanma tarihi: 23 Temmuz 2023. Bağlantı: https://www.sciencealert.com/
The Three-Body Problem. Liu Cixin’s extraterrestrial novel is a heady blend of politics, ethics, physics and Chinese history. Yayınlanma tarihi: 8 Mart 2024. Kaynak site: Conversation. Bağlantı: The Three-Body Problem. Liu Cixin’s extraterrestrial novel is a heady blend of politics, ethics, physics and Chinese history
Kardinal Scipione Borghese, Papa Paul V'in yeğeniydi.
The Martyrdom of Saint Lawrence (Bernini) - Aziz Lawrence Şehitliği
"Dark is the Night (Тёмная ночь), Büyük Vatanseverlik Savaşı ile ilgili ünlü bir Sovyet şarkısıdır. İlk olarak 1943'te savaş filmi Two Soldiers'da Mark Bernes tarafından söylendi."
Sanatın Gücü: Gian Lorenzo Bernini
https://www.dailymotion.com/video/xvv96x
Bernini "Azize Teresa'nın Vecdi"
1598-1680 yılları arasında yaşamış İtalyan heykeltıraş Gian Lorenzo Bernini (Giovanni Lorenzo Bernini), ressam ve mimarlığıyla da bilinirken Roma barok mimarisinin önde gelen kişilerindedir. Dramatik anlatıları muhteşem bir ihtişamla heykelleştiren Bernini, büyük ölçekli heykel çalışmalarıyla bilinmektedir. Roma'nın birçok yerinde eserleri bulunan Bernini için "Avrupa heykel tarihinde yeni bir çağ" yakıştırması yapılırken, eserleri dini ve tarihi açıdan yeni bir anlayış olarak kabul edilmiştir.
Lorenzo Bernini'nin 1651 yılında yaptığı Azize Teresa'nın Vecdi olarak bilinip İngilizce'de The Ecstasy of Saint Teresa olan heykeli, şapele göre tasarlanmış olup barok heykellerin başında gelmektedir. Orijinal dili olan İtalyanca'da L'Estasi di Santa Teresa ya da Santa Teresa in estasi olan Azize Teresa'nın Vecdi, Hristiyan inancında önemli bir yere sahip olan Avilalı Teresa'yı anlatmaktadır. 1515-1582 yıllar arasında yaşamış Avilalı Teresa, küçük yaştan itibaren kiliseye kapanmak istemiş ve babasının kararıyla Karmelit rahibelerine katılmıştır. Kutsal ruhu arama inancıyla manastırda yaşayan Avilalı Teresa, ölümünden 40 yıl sonra Papa tarafından "Azize" ilan edilmiştir. Göğe yükseldiği ve meleklerle görüştüğü gibi hikayeleriyle bilinen Azize Teresa, sanatsal anlamda Bernini'nin konusu olmuş ve vecd halindeyken (ruhun dünyevi gerçeklikten çıkıp kendinden geçmesi, coşku hali) heykelleştirilmiştir.
Azize Teresa'nın Vecdi, Vatikan tarafından cinsel yönü fazla belirgin olduğu düşüncesiyle Roma'daki Santa Maria della Vittoria Kilisesi'ne gönderilmiş ve Cornaro Şapeli'ne konmuştur. Teresa tüm bedeninin kapalı olduğu giysisinde dini görevlerini yerine getiren azizeyi temsil ederken, başı da örtüler içinde tasarlanmıştır. Heykelin büyük tartışmalara sebep kısmı, çıplak ayaklarındaki parmaklarının orgazm yaşanırken yaşanan bükülme halidir. Aynı şekilde ağzı yarı açık kendinden geçme hali de görülürken fazla şehvetli bulunduğundan dolayı dışlanmıştır. Fakat his olarak manevi anlamda kendinden geçme halini vermiştir. Başında mızrakla duran melek, Azize'nin vecd halindeyken okunu kalbine doğru saplamakta ve ruh ile Tanrı arasındaki bağı böyle kurmaktadır. Maneviyatın vücut içindeki yerini yansıtan Teresa, tanrıyla melekler aracılığıyla iletişim kurmakta ve manevi bütünlüğü bu coşkuyla yaşamaktadır. Azize Teresa'nın kalbine saplanan ok, vücudunu kaplayan ateşin ve titremenin ana noktasıyken bu coşku manevi anlamda zevkin ve tatminin ifadesidir.
19th November 2014, Cansu Altaş tarafından yayınlandı
KAYNAK: https://birgunbiryerde.blogspot.com/2014/11/bernini-azize-teresann-vecdi.html
Şakir Bey ağır bir kalp krizi geçirdi ve sigarayı bırakmak zorunda kaldı. İftiharla söylüyorum ki, Şakir Bey sigarayı, benim yöntemimle bırakmıştır. Bu yöntem, sigarayı, yakmadan ama sigara içmenin bütün ritüellerini yerine getirip içiyormuş gibi yaparak bırakmaya dayanmaktadır. Şakir Bey bu yöntemi uyguladı ve başarılı oldu. İkinci eşi Sebla Hanım'dan ayrıldıktan sonra aldığı kiloları da vermeye başladı.
Belleğin Kuytularından - Hilmi Yavuz
Timaş Yayınları
s.204
Léa Hélène Seydoux-Fornier de Clausonne, Fransız manken ve oyuncu. Oyunculuk kariyerine Fransız sinemasında başladı ve Metres ve De la guerre gibi filmlerde rol aldı. Seydoux ilk olarak Trophée Chopard'ı kazandıktan ve La Belle Personne'daki performansıyla ilk César Ödülü adaylığını aldıktan sonra dikkat çekti.
Doğum: 1 Temmuz 1985 (38 yıl yaşında), Passy, Paris, Fransa
İş ortağı: André Meyer (2013–)
TV şovları: Die Geheimnisse von Lissabon, Mysteries of Lisbon
Ebeveynleri: Henri Seydoux, Valérie Schlumberger
Boy: 1,68 m
Kardeşleri: Camille Seydoux, Noémie Saglio, Ondine Saglio, Marine Bramly
Carey Hannah Mulligan, İngiliz oyuncu. 2005 yılında çekilen Aşk ve Gurur filmindeki Kitty Bennet rolüyle tanındıktan sonra, İngiliz televizyonlarında yer alan Doctor Who, Kasvetli Ev ve Manastırda Aşk gibi dizilerde rol almıştır. Aşk Dersi filmindeki Jenny rolü ile tanınmıştır.
Doğum: 28 Mayıs 1985 (38 yıl yaşında), Westminster, Londra, Birleşik Krallık
Adaylıklar: En İyi Kadın Oyuncu Oscar'ı, DİĞER
Eşi: Marcus Mumford (e. 2012)
Aldığı ödüller: BAFTA En İyi Kadın Oyuncu Ödülü, DİĞER
Boy: 1,7 m
Noomi Rapace, İsveçli oyuncu. Annesi Nina Norén, İsveçli bir oyuncu, babası Rogelio Durán ise İspanyol bir Flamenko şarkıcısıydı. Rapace 2007'deki ölümüne dek babasıyla çok çok az görüştü. Beş yaşındayken annesi ve üvey babasıyla birlikte İzlanda'ya taşındı.
Doğum: 28 Aralık 1979 Hudiksvall, İsveç
Eşi: Ola Rapace (e. 2001–2011)
Aldığı ödüller: Bodil Award for Best Actress in a Leading Role, DİĞER
Çocukları: Lev Rapace
Boy: 1,63 m
Sanatçı: Norman Rockwell
Sanatçı: Norman Rockwell
stil: Regionalism
Konular: Men Books
Tarih: 1946
Boyut: 90 x 91 cm
teknik: Oil On Canvas
Norman Percevel Rockwell, Amerikalı ressam ve desinatördür. Özellikle Amerikan gündelik hayatına dayalı sevimli, sıcak ve mizahi resimleri ile 40 yılı aşkın süre The Saturday Evening Post dergisinin kapaklarını hazırlayarak Amerikan popüler kültürüne damgasını vurdu. Vikipedi
Doğum: 3 Şubat 1894, New York, New York, ABD
Ölüm tarihi ve yeri: 8 Kasım 1978, Stockbridge, Massachusetts, ABD
Çocukları: Thomas Rockwell, Peter Barstow, Jarvis Waring
Eşi: Molly Punderson (e. 1961–1978), Mary Barstow (e. 1930–1959), Irene O'Connor (e. 1916–1930)
Boy: 1,83 m
Kaynak: https://gallica.bnf.fr/view3if/ga/ark:/12148/btv1b8427189w/f1
Kapitalizmin gelişmesi ve üretimde yeni teknolojilerin kullanılmasıyla birlikte Avrupa’da, özellikle İngiltere’de yaşanan makine kırıcılığı Osmanlı’da da ortaya çıktı. Makina kırıcılık, işçilerin grevlerden bile önce, işsiz kalma korkusu, ağır ve uzun süreli çalışma koşulları ve ücretlerin düşürülmesine verdikleri tepki ve direniş eylemidir.
Henüz belgelenmemiş olsa da Osmanlı’da da ilk olarak 1839 yılında bugünkü Bulgaristan’ın İslimiye (Sliven) şehrindeki Dobri Jaleskov’un fabrikasında kadın işçiler kendilerini işlerinden edeceğine inandıkları makinelere karşı isyan ettiler. 1851’de yine Bulgaristan Samarkov’da bir dokuma atölyesinde kadın işçiler ücretlerinin düşürülmesi ve muhtemel bir işsizliğe karşı mekanik tarağa bir saldırı düzenlediler, kendilerine mekanik tarağın bir daha kullanılmayacağı sözü verildikten sonra eylemlerinden vazgeçtiler.
Osmanlı ülkesinde “makina kırıcılığı” eylemlerinin en şiddetlisi önemli bir halı imalat merkezi olan Uşak’ta 13 Mart 1908 yılında yaşandı.
19. yy. ortalarından itibaren artık uluslararası pazarlara üretim yapıldığı, endüstride buhar gücüyle çalışan tezgahların kullanılmaya başlandığı, kimyasal boya sanayisinin gelişmeye başladığı “endüstriyel devrim” zamanında fabrikalarda çalışamayan Müslüman/Türk kadınlar, halı-kilim dokuma sektöründe evlerde yoğun biçimde halı tezgahları kurularak istihdam edildiler.
Avrupa ve ABD pazarından Oriental halılara hızla yükselen talep neticesinde 1870’lerden itibaren Batı Anadolu’da özellikle Uşak, Gördes ve Kula’da halı-kilim dokuma büyük bir ticari sektör haline geldi. Çalışma koşulları ağırlaştı. Yalnız Uşak’ta 1885’ten 1896’ya dokunan halı 75.000 metrekareden 250.000 metrekareye çıktı!
Uşak’ta da yerli tüccarlar tarafından kurulan Tiridzade, Yılancızade ve Bacakzade yün eğirme/iplik fabrikaları işsiz kalan ve gittikçe yoksullaşan kadınların öfkesini arttırdı. Bu fabrikaların kapatılması ve iplik ithalatının yasaklanması talepleri dikkate alınmadı.
13 Mart 1908’de, Uşak merkez ve çevre köylerden çoğunlukla kadın ve çocuklardan oluşan 1.500 kişi Uşak İplik pazarında toplanarak ellerindeki çıkrık ve kirmanları havaya kaldırıp işsiz kalmalarını protesto etmeye başladılar. Bu üç mekanik ve buharlı yün eğirme fabrikasına yönelen isyancı kadın işçiler makineleri tahrip edip yün ve iplikleri yağmalayarak fabrika binalarını ateşe verdiler.
Günlerce süren protestolarda kadınlar tutuklanan 14 arkadaşlarının serbest bırakılması için kaymakamlığa yürüdüler, isyanı bastıramayan Uşak Kaymakamı görevden alındı. Bazı fabrika sahiplerinin geriye kalan makine parçalarını yağmurdan koruyabilmek için çatılarını tamir etmelerine bile isyancı kadın işçiler engel oldu. Onarıma karşı protestoda bulundular ve binanın tekrar yıkılmasını talep ettiler. Uşak’ın bağlı olduğu Kütahya vilayetinin mutasarrıfı (vali) ve başkomiseri isyanı bastırmak üzere gönderildiler. Talepleri dinledikten sonra, fabrikanın çatısının yeniden yapılmasını durdurdular ve kalabalıkların öfkesini İstanbul’daki üstlerine izah etmeye çalıştılar: Bu kadınların büyük bir kısmı, yün eğirme fabrikaları ve The Oriental Carpet Manufacturers Limited Şirketi ile onun Uşak’taki şube temsilcileri yüzünden işsiz kalmışlardı. Uşak kadınları ve komşu köylerin geçimlerinin, fabrikalar toptan ve tamamen ortadan kaldırılırsa, tröstün iplik ithalatı yasaklanırsa güvence altına alınabileceğini söylediler. Vali ve başkomiser merkezi hükümetin bu talepleri karşılaması tavsiyesinde bulundular, aksi her yaklaşım isyanı devam ettirecek, zorla bastırılmasına ve daha başka sıkıntılara yol açacaktı.
Fabrikaların tekrar yapılması bir süre engellenmiş oldu. Bu fabrikalar iki üç yıl tekrar açılamadı. Aynı zamanda bu isyan 1908 yılı boyunca Osmanlı Devleti’ni felce uğratan büyük grev dalgasının tetikleyicisi oldu.
Uşaklı kadın işçilerin işsizlik ve ağır çalışma koşullarına isyan ederek fabrikaları yağmalaması, makineleri parçalaması, Osmanlı kadın emek tarihine “Tarak Yağması” olarak geçti.
Kaynaklar
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1366324
Ludizm, 19. yüzyıl İngiltere'sinde tekstil işçilerinin, iş gücünden tasarruf sağlayan makinelerin üretim hanelere yerleştirilmesiyle işsiz kalacaklar düşüncesiyle tepkilerini makineleri kırarak ortaya koydukları eylemin adıdır.
Ludizm liderleri, 1812
Eylem, adını bir tekstil işçisi olan Ned Ludd'dan alır.[1] Daha sonraları anlamında değişme yaşanarak bu ifade, teknoloji düşmanı ya da teknolojiden anlamayanları tanımlamak için kullanılmıştır. 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başlarında birbirini izleyen savaşların yaşanması, gıda ham maddesinde yaşanan kıtlık, halkta oluşan umutsuzluk ve 1799'da çıkarılan Birleşme Yasası’yla[2] birlikte işçilerin örgütlenmesinin önüne geçilmesi, işçileri yeraltı birtakım örgütler oluşturmaya itti. Kadın ve çocuk işçilerin katılımına açık olan ve üyelerinin yaklaşık %40’ını bu gurubun temsil ettiği Ludizm hareketi, İngiltere’de ortaya çıktı. İngiltere’de bu dönem işçi gruplarını temsil edecek örgütlenmelerinin eksikliği, kötü çalışma koşulları, sanayinin yeni yeni ortaya çıkması gibi nedenler Luddist hareketini, işçi nüfusunu azaltacak makineleri kırmaya itmiştir.[3][4]
Kaynakça
değiştir
^ "What is Luddism". www.igi-global.com. 9 Ocak 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 10 Ocak 2022.
^ "Combination Acts". www.britannica.com (İngilizce). 7 Eylül 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 10 Ocak 2022.
^ "The Future Encyclopedia of Luddism". The MIT Press Reader (İngilizce). 19 Ocak 2021. 19 Ocak 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 10 Ocak 2022.
^ Eric Hobsbawm (2019). Devrim Çağı 1789-1848. Dost Yayınevi. s. 48.
Dağlarca, daha sonra, Atatürk Bulvarı'nın Aksaray tarafında, köşede 'Kitap Kitabevi'ni açtı. 1960'lı yılların başıydı. Dağlarca, sosyalizme yakın duruyor, Doğan Avcıoğlu'nun Yön dergisinde bu doğrultuda şiirler yayımlıyordu. Ayrıca, her hafta dükkânın vitrinine, koskocaman bir karton üzerine yazdığı şiirleri koymaya başlamıştı;- gelen geçen okusun diye!
'Kitap Kitabevi' daha sonra Şehzadebaşı ile Laleli arasındaki Büyük Reşit Paşa Caddesi'ne, I.Ü. Kimya Fakültesi binasının karşısına taşındı. Dükkânda, Dağlarca'nın eski kitaplarından ve Aksaray'daki dükkândan kalanlardan başka bir şey yoktu. Dağlarca, her gün öğleden sonra dükkânı açıyor, çoğu kez, postadan gelen mektupları aldıktan sonra kepenkleri kapatıp gidiyordu. Aziz Nesin, 'Dünyanın En Büyük Posta Kutusu' sözünü, Dağlarca'nın dükkânı için kullanmıştır.
Bu dükkânda tanık olduğum bir olayı anlatmalıyım. 1970'lerde ben Fatih'te oturuyor, Cağaloğlu'nda, Meydan Larousse'daki işimden eve dönerken Dağlarca'nın dükkânının önünden geçiyor, 'üstad' oradaysa (bazan dükkânda oluyordu çünkü!) uğrayıp hatırını soruyordum. Orhan Kemal'in öldüğü gün, Cumhuriyet'e uğramıştım:
Rahmetli Oktay Kurtböke, Dağlarca'run, Orhan Burian'ın ve başka bazı dostlarının ölümünden sonra Ağıť yazdığıru, benim de Dağlarca'ya uğradığımı bildiği için, ondan Orhan Kemal için bir ağıt istediklerini iletmemi rica etti. Peki, dedim.
Dağlarca, dükkândaydı. Oktay'ın ricasını ilettim ve eğer yazmayı kabul ederse, şiiri ne zaman alabileceğimi sordum. Kalın gözlüklerinin üzerinden bana şöyle bir baktı ve "Otur!" dedi. O sırada daktiloya kâğıdı takmış, yazmaya başlamıştı bile
Üstad, akılalmaz bir hızla ve yarım saat içinde şiiri tamam- ladı ve benim şaşkınlıktan neye uğradığını şaşırmış halime gülerek, "Al sana Orhan Kemal ağıdı!" dedi. Şiiri, inanma- mazlıkla elime aldım ve bir solukta okudum. Gerçekten inanılmazdı ve muhteşem bir şiirdi.
Belleğin Kuytularından - Hilmi Yavuz
Timaş s.50,51
Nihat Sami Banarlı “Edebiyat Sohbetleri” adlı eserinden bu anekdotu anlattıktan sonra şu değerlendirmeyi yapar: “Fransız, ilk sorusunda Türklere karşı ne kadar Avrupalı ise son cümlelerinde de şiire karşı o kadar Avrupalıdır. Yani bugün Türkiye’de bir kısım münevverlere ne yapsanız, Türk milletinin eski ve büyük bir şiiri olduğunu kabul ettiremezsiniz. O, bir kere mâzî düşmanlığında insaf kabul etmez bir mutaassıptır. Hâlbuki tarihi Türk düşmanlığına rağmen bir Avrupalı, hakiki şiirle karşılaşınca, düşmanlığını unutur. Şiirin güzelliğini düşünür.”
Ettik o kadar ref‘-i te’ayyün ki Neşâtî
Âyîne-i pür-tâb-ı mücellâda nihanız
(Neşâtî)
[Neşâtî! Ten kafesinde hapsolmuş ruhumuzu öylesine vücudumuzdan kurtardık, maddi varlığımızdan sıyrılıp, o kadar ruhtan ibaret kaldık ki şimdi parlak cilalı aynalarda bile görünmez olduk.]
(ref’: yükseltme, lağvetme, te’ayyün: görünme, itibar kazanma, âyine: ayna, pür: çok,
-tâb: parlayan, âyîne-i pür tâb: çok parlak ayna, mücellâ: cilalı, nihân: gizli)
Yahya Kemal Beyatlı vapur yolculuğunda tanınmış bir Fransız yazarla sohbeti esnasında Fransız yazar, Türk şiirinin olmadığını iddia eder.
Yahya Kemal, Neşâtî’nin yukarıdaki makta beytini paylaştığımız “nihanız” redifli gazelini okur. Şiirin tasavvufi derinliğini de göz önünde bulundurarak uzun uzun izah eder.
“Melami şair, Allah görünmez, biz de görünmeyiz, demek istiyor.” şeklinde özetlediği son beytin izahından sonra Fransız yazar:
“Bu mısraları söyleyen milletin büyük şiiri olmak tabiidir. Medeniyet namına bir başka eseriniz olmasaydı yalnız bu beyit, ne derin millet olduğunuzu ve büyük medeniyet kurduğunuzu ifade etmeye kâfi gelirdi.” diyerek Yahya Kemal’i ikrar eder.
Nihat Sami Banarlı “Edebiyat Sohbetleri” adlı eserinden bu anekdotu anlattıktan sonra şu değerlendirmeyi yapar: “Fransız, ilk sorusunda Türklere karşı ne kadar Avrupalı ise son cümlelerinde de şiire karşı o kadar Avrupalıdır. Yani bugün Türkiye’de bir kısım münevverlere ne yapsanız, Türk milletinin eski ve büyük bir şiiri olduğunu kabul ettiremezsiniz. O, bir kere mâzî düşmanlığında insaf kabul etmez bir mutaassıptır. Hâlbuki tarihi Türk düşmanlığına rağmen bir Avrupalı, hakiki şiirle karşılaşınca, düşmanlığını unutur. Şiirin güzelliğini düşünür.”
Bu beytin anlamı “ref‘-i ta‘ayyün” terkibine atfedilen anlama göre değişiklik arz edebilir. Ref‘ kelimesinin “lağv etme, ortadan kaldırma” mânâları göz önüne alındığında beyit şu şekilde şerh edilebilir: Maddî varlığı, cismi ortadan kaldırmakla, benlik davasından vazgeçmekle insan sevdiğine, “mutlak mâşûk”a kavuşabilir, onda kaybolabilir.
“Ref‘-i ta‘ayyün” terkibi “varlığın, vücudun yükseklere çıkarılması” şeklinde anlamlandırılırsa mutlak varlıktan ayrılan, yeryüzüne inen ve her zaman “nostaljik” (asıl yurduna, koptuğu makama geri dönme arzusu) bir hâlet-i rûhiyeye sahip olan insanın belli bir sistem dahilinde irtifâ ederek mutlak varlığa, ana yurduna kavuşmasıdır. Bu da benlik dâvâsından, mâsivâdan (sevgiliden, Allah’tan başka her şey), maddî ve fânî olan her şeyden vazgeçmekle mümkün görülmektedir.
Gazelin tamamı şöyle:
Şevkız ki dem-i bülbül-i şeydâda nihanız
Hûnuz ki dil-i gonca-i hamrâda nihânız
Bu cism-i nizâr üzre döküp jale-i eşki
Çün rişte-i can gevher-i mânâda nihanız
Mahrem yine her hâlimize bâd-i sabâdır
Dâim şiken-i zülf-i dilârâda nihânız
Olsak n’ola bî nâm-u nişân-ı şöhre-i âlem
Biz dil gibi bir turfe muammâda nihânız
Hem gül gibi rengînî-i mânâ ile zâhir
Hem neş’e gibi hâlet-i sahbâda nihânız
Geh hâme gibi şevke tarâz-ı gam-ı aşkız
Geh nâle gibi hâme-i şekvâda nihânız
Ettik o kadar ref-i te’ayyün ki Neşati
Âyîne-i pür tâb-ı mücellâda nihanız
Günümüz Türkçesi:
Biz, çılgın bülbülün nefesinde gizli olan neşe ve arzu, kırmızı gülün kalbinde saklı olan kanız.
Bu zayıf vücudun üstüne çiy tanesi gibi gözyaşını döküp, mana incisinin sıkı sıkıya dizildiği can ipliği gibi görünmez olduk.
Adsız, esersiz dünyaca meşhur olsak ne var! Biz, gönül gibi acayip, anlaşılmaz bin bilmecede gizliyiz.
Her zaman sevgilinin zülfünün büklümünde gizli olduğumuz için her halimizi bilen, her sırrımıza vâkıf olan gene tanyelidir.
Biz, hem gül gibi mana renkliliği ile meydandayız, hem de neşe gibi şarabın halinde gizliyiz.
Bazen kalem gibi, aşk gamının şikâyetini donatır, söyleriz; bazen de inilti gibi, şikâyeti döken kalemde gizliyiz.
Neşâtî! Ten kafesinde hapsolmuş ruhumuzu öylesine vücudumuzdan kurtardık, maddi varlığımızdan sıyrılıp, o kadar ruhtan ibaret kaldık ki şimdi parlak cilalı aynalarda bile görünmez olduk.
Kaynakça:
Yahya Kemal Yaşarken, Nihad Sami Banarlı
Edebiyat Sohbetleri, Nihad Sami Banarlı
Mos’ people live on a lonely island
Lost in de middle of a foggy sea.
Mos’ people long fo’ another island,
One where dey know dey would lak to be.
Bali Ha’i
May call you
Any night, any day.
In your heart
You’ll hear it call you:
“Come away, come away.”
Bali Ha’i
Will whisper
On de wind of de sea:
“Here am I,
Your special island!
Come to me, come to me!”
Your own special hopes,
Your own special dreams,
Bloom on de hillside
And shine in de streams.
If you try,
You’ll find me
Where de sky meets de sea;
“Here am I,
Your special island!
Come to me, come to me!”
Bali Ha’i,
Bali Ha’i,
Bali Ha’i.
Someday you’ll see me,
Floatin’ in de sunshine,
My head stickin’ out
F’um a low-flyin’ cloud;
You’ll hear me call you,
Singin’ through de sunshine,
Sweet and clear as can be:
“Come to me,
Here am I,
Come to me!”
If you try,
You’ll find me
Where de sky meets de sea;
“Here am I,
Your special island!
Come to me, come to me!”
Bali Ha’i,
Bali Ha’i,
Bali Ha’i.
Mo'nun insanları ıssız bir adada yaşıyor
Sisli bir denizin ortasında kayboldum.
Mos'un insanları başka bir adayı özlüyor,
Olmaları gerektiğini bildikleri bir yer.
Bali Ha'i
seni arayabilir
Herhangi bir gece, herhangi bir gün.
Kalbinde
Sizi aradığını duyacaksınız:
"Gel, gel."
Bali Ha'i
Fısıldayacak
Deniz rüzgarında:
“İşte buradayım,
Özel adanız!
Bana gel, bana gel!”
Kendi özel umutların,
Kendi özel hayalleriniz,
Yamaçta çiçek aç
Ve akışlarda parlayın.
Eğer denersen,
Beni bulacaksın
Gökyüzünün denizle buluştuğu yer;
“İşte buradayım,
Özel adanız!
Bana gel, bana gel!”
Bali Ha'i,
Bali Ha'i,
Bali Ha'i.
Bir gün beni göreceksin
Güneş ışığında yüzüyorum,
Kafam dışarı çıkıyor
Ben alçaktan uçan bir bulutum;
Seni çağırdığımı duyacaksın
Güneş ışığında şarkı söylüyorum
Olabildiğince tatlı ve net:
"Bana gel,
İşte buradayım
Bana gel!"
Eğer denersen,
Beni bulacaksın
Gökyüzünün denizle buluştuğu yer;
“İşte buradayım,
Özel adanız!
Bana gel, bana gel!”
Bali Ha'i,
Bali Ha'i,
Bali Ha'i.
NABİ –BİR DEVLET İÇÜN ÇERHE TEMENNADAN USANDIK
GAZEL
1. Bir devlet içün çerhe temennâdan usandık
Bir vasl içün ağyâra müdârâdan usandık
2. Hicran çekerek zevk-i mülâkâtı unuttuk
Mahmûr olarak lezzet-i sahbâdan usandık
3. Düştük kati çoktan heves-i devlete ammâ
Ol dâiye-i dağdağa-fermâdan usandık
4. Dil gamla dahi dest ü girîbandan usanmaz
Bir yâr içün ağyar ile gavgâdan usandık
5. Nâbî ile ol âfetin ahvâlini naklet
Efsâne-i Mecnûn ile Leylâdan usandık
Vezni: Mef’ûlü Mefâîlü Mefâîlü Feûlün
Günümüz Türkçesi
1. Bir saadet, bir yüksek mevki için feleğe yalvarmaktan ve bir sevgili için, başkalarının rakiplerin yüzüne gülmekten ve onlara minnet etmekten usandık.
2. Ayrılık çeke çeke sevgili ile buluşup görüşmenin zevkini unuttuk; Sarhoşluk mahmurluğunun baş ağrılarını çeke çeke de şarabın tadından usandık.
3. Saadet ve itibar hevesine düşmemiz çok eskidendi; o huzursuzluk veren arzudan o dâvâdân da usandık.
4. Gönül, gamla didişip uğraşmaktan bile usanmaz ama bir sevgili için şununla bununla çekişmekten usandık.
5. Bize Nâbi’nin o âfetle olan macerasını anlat; Leylâ ile Mecnun masalından bıktık artık...
İzahlar:
Zevk-i mülakât: (f. is. t.) Kavuşup görüşme zevki.
Lezzet-i sahbâ: (f.is.t.) Şarabın tadı.
Kati, çok ve kati çoktan, pek çoktan, pek çok zamandan beri, çok eskiden deınektir.
Temennâ: Arzu, istek, hürmet ve âşinâlık göstermek
Vasl: Ulaşma, birleşme, sevdiğine kavuşma
Çehr: Felek, talih
Müdara: Yüze gülmek, dost gibi görünmek
Zevk-i mülâkat: kavuşmanın zevki
Lezzet-i sahbâ: Şarabın lezzeti
Dâiye-i dağdağa-farmâ: Gürültü koparan şiddetli arzu
Dest ü girîbân: çekişmek (mecâzî)
https://filmmirasim.ktb.gov.tr/