28 Mart 2024 Perşembe

Kıskançlık yüzünden kardeşinin kaburgasını kırıp sevgilisi Costanza'nın yüzünü doğratan Bernini.

 


Costanza Piccolomini Bonarelli


Kardinal Scipione Borghese'nin Yarım İliklenmiş Düğmesi - Bernini

 



Kardinal Scipione Borghese, Papa Paul V'in yeğeniydi.

"Arkadaşlar benim bu tarafım iyice pişti. Yanık et sevmiyorsanız öbür tarafımı çevirin!" Aziz Lawrence

 



The Martyrdom of Saint Lawrence (Bernini) - Aziz Lawrence Şehitliği

Türkiye'deki Antik Tiyatrolar

 


Тёмная ночь (Dark is the Night) Sovyet Halk Şarkısı [Türkçe Çeviri]

 



"Dark is the Night (Тёмная ночь), Büyük Vatanseverlik Savaşı ile ilgili ünlü bir Sovyet şarkısıdır. İlk olarak 1943'te savaş filmi Two Soldiers'da Mark Bernes tarafından söylendi."


27 Mart 2024 Çarşamba

Bernini "Azize Teresa'nın Vecdi"










Azize Teresa'nın Vecdi, Gian Lorenzo Bernini tarafından tasarlanan ve bitirilen Cornaro Chapel'inde bulunan mermer sanat eseri. Yüksek Roma Baroku türünün heykeldeki şaheserlerinden biri olduğu düşünülür. Eserde Avilalı Teresa betimlenmiştir. Mermerden oyulmasına rağmen yüz ifadeleri nettir.

Sanatçı: Gian Lorenzo Bernini
Sergilendiği yer: Santa Maria della Vittoria
Konu: Ávilalı Teresa
Dönem: Barok
Oluşturulma dönemi: 1647–1652
Malzeme: White marble




Sanatın Gücü: Gian Lorenzo Bernini

https://www.dailymotion.com/video/xvv96x


 Bernini "Azize Teresa'nın Vecdi"

1598-1680 yılları arasında yaşamış İtalyan heykeltıraş Gian Lorenzo Bernini (Giovanni Lorenzo Bernini), ressam ve mimarlığıyla da bilinirken Roma barok mimarisinin önde gelen kişilerindedir. Dramatik anlatıları muhteşem bir ihtişamla heykelleştiren Bernini, büyük ölçekli heykel çalışmalarıyla bilinmektedir. Roma'nın birçok yerinde eserleri bulunan Bernini için "Avrupa heykel tarihinde yeni bir çağ" yakıştırması yapılırken, eserleri dini ve tarihi açıdan yeni bir anlayış olarak kabul edilmiştir. 


Lorenzo Bernini'nin 1651 yılında yaptığı Azize Teresa'nın Vecdi olarak bilinip İngilizce'de The Ecstasy of Saint Teresa olan heykeli, şapele göre tasarlanmış olup barok heykellerin başında gelmektedir. Orijinal dili olan İtalyanca'da  L'Estasi di Santa Teresa ya da Santa Teresa in estasi olan Azize Teresa'nın Vecdi, Hristiyan inancında önemli bir yere sahip olan Avilalı Teresa'yı anlatmaktadır. 1515-1582 yıllar arasında yaşamış Avilalı Teresa, küçük yaştan itibaren kiliseye kapanmak istemiş ve babasının kararıyla Karmelit rahibelerine katılmıştır. Kutsal ruhu arama inancıyla manastırda yaşayan Avilalı Teresa, ölümünden 40 yıl sonra Papa tarafından "Azize" ilan edilmiştir. Göğe yükseldiği ve meleklerle görüştüğü gibi hikayeleriyle bilinen Azize Teresa, sanatsal anlamda Bernini'nin konusu olmuş ve vecd halindeyken (ruhun dünyevi gerçeklikten çıkıp kendinden geçmesi, coşku hali) heykelleştirilmiştir. 


Azize Teresa'nın Vecdi, Vatikan tarafından cinsel yönü fazla belirgin olduğu düşüncesiyle Roma'daki Santa Maria della Vittoria Kilisesi'ne gönderilmiş ve Cornaro Şapeli'ne konmuştur. Teresa tüm bedeninin kapalı olduğu giysisinde dini görevlerini yerine getiren azizeyi temsil ederken, başı da örtüler içinde tasarlanmıştır. Heykelin büyük tartışmalara sebep kısmı, çıplak ayaklarındaki parmaklarının orgazm yaşanırken yaşanan bükülme halidir. Aynı şekilde ağzı yarı açık kendinden geçme hali de görülürken fazla şehvetli bulunduğundan dolayı dışlanmıştır. Fakat his olarak manevi anlamda kendinden geçme halini vermiştir. Başında mızrakla duran melek, Azize'nin vecd halindeyken okunu kalbine doğru saplamakta ve ruh ile Tanrı arasındaki bağı böyle kurmaktadır. Maneviyatın vücut içindeki yerini yansıtan Teresa, tanrıyla melekler aracılığıyla iletişim kurmakta ve manevi bütünlüğü bu coşkuyla yaşamaktadır. Azize Teresa'nın kalbine saplanan ok, vücudunu kaplayan ateşin ve titremenin ana noktasıyken bu coşku manevi anlamda zevkin ve tatminin ifadesidir.

19th November 2014, Cansu Altaş tarafından yayınlandı




KAYNAK: https://birgunbiryerde.blogspot.com/2014/11/bernini-azize-teresann-vecdi.html

25 Mart 2024 Pazartesi

Hilmi Yavuz'un Sigara Bırakma Yöntemi




Şakir Bey ağır bir kalp krizi geçirdi ve sigarayı bırakmak zorunda kaldı. İftiharla söylüyorum ki, Şakir Bey sigarayı, benim yöntemimle bırakmıştır. Bu yöntem, sigarayı, yakmadan ama sigara içmenin bütün ritüellerini yerine getirip içiyormuş gibi yaparak bırakmaya dayanmaktadır. Şakir Bey bu yöntemi uyguladı ve başarılı oldu. İkinci eşi Sebla Hanım'dan ayrıldıktan sonra aldığı kiloları da vermeye başladı.


Belleğin Kuytularından - Hilmi Yavuz

Timaş Yayınları

s.204

24 Mart 2024 Pazar

Léa Hélène Seydoux-Fornier de Clausonne (Tr: Lia Sedu)








Léa Hélène Seydoux-Fornier de Clausonne, Fransız manken ve oyuncu. Oyunculuk kariyerine Fransız sinemasında başladı ve Metres ve De la guerre gibi filmlerde rol aldı. Seydoux ilk olarak Trophée Chopard'ı kazandıktan ve La Belle Personne'daki performansıyla ilk César Ödülü adaylığını aldıktan sonra dikkat çekti. 

Doğum: 1 Temmuz 1985 (38 yıl yaşında), Passy, Paris, Fransa

İş ortağı: André Meyer (2013–)

TV şovları: Die Geheimnisse von Lissabon, Mysteries of Lisbon

Ebeveynleri: Henri Seydoux, Valérie Schlumberger

Boy: 1,68 m

Kardeşleri: Camille Seydoux, Noémie Saglio, Ondine Saglio, Marine Bramly

Carey Hannah Mulligan







Carey Hannah Mulligan, İngiliz oyuncu. 2005 yılında çekilen Aşk ve Gurur filmindeki Kitty Bennet rolüyle tanındıktan sonra, İngiliz televizyonlarında yer alan Doctor Who, Kasvetli Ev ve Manastırda Aşk gibi dizilerde rol almıştır. Aşk Dersi filmindeki Jenny rolü ile tanınmıştır.

Doğum: 28 Mayıs 1985 (38 yıl yaşında), Westminster, Londra, Birleşik Krallık

Adaylıklar: En İyi Kadın Oyuncu Oscar'ı, DİĞER

Eşi: Marcus Mumford (e. 2012)

Aldığı ödüller: BAFTA En İyi Kadın Oyuncu Ödülü, DİĞER

Boy: 1,7 m

Lynda Steadman








Doğum: 1962 Belfast, Birleşik Krallık


Noomi Rapace







Noomi Rapace, İsveçli oyuncu. Annesi Nina Norén, İsveçli bir oyuncu, babası Rogelio Durán ise İspanyol bir Flamenko şarkıcısıydı. Rapace 2007'deki ölümüne dek babasıyla çok çok az görüştü. Beş yaşındayken annesi ve üvey babasıyla birlikte İzlanda'ya taşındı. 

Doğum: 28 Aralık 1979  Hudiksvall, İsveç

Eşi: Ola Rapace (e. 2001–2011)

Aldığı ödüller: Bodil Award for Best Actress in a Leading Role, DİĞER

Çocukları: Lev Rapace

Boy: 1,63 m

22 Mart 2024 Cuma

Men Books

 

Sanatçı: Norman Rockwell



Sanatçı: Norman Rockwell

stil: Regionalism

Konular: Men Books

Tarih: 1946

Boyut: 90 x 91 cm

teknik: Oil On Canvas



Norman Percevel Rockwell, Amerikalı ressam ve desinatördür. Özellikle Amerikan gündelik hayatına dayalı sevimli, sıcak ve mizahi resimleri ile 40 yılı aşkın süre The Saturday Evening Post dergisinin kapaklarını hazırlayarak Amerikan popüler kültürüne damgasını vurdu. Vikipedi

Doğum: 3 Şubat 1894, New York, New York, ABD

Ölüm tarihi ve yeri: 8 Kasım 1978, Stockbridge, Massachusetts, ABD

Çocukları: Thomas Rockwell, Peter Barstow, Jarvis Waring

Eşi: Molly Punderson (e. 1961–1978), Mary Barstow (e. 1930–1959), Irene O'Connor (e. 1916–1930)

Boy: 1,83 m



16 Mart 2024 Cumartesi

13 Mart 1908: Uşak’ta makina kırıcı kadın işçiler ve ‘Tarak Yağması’



Osmanlı İmparatorluğu’nun 1838 yılında Britanya ile imzaladığı Baltalimanı Antlaşması ve 1839 Tanzimat Reformları, Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomik yapısının kendi içine kapalı, geleneksel yapısından serbest ticarete geçişinin yasal zeminini oluşturdu. Sağlanan gümrük kolaylıkları ve ayrıcalıklar ile yabancı sermaye girişi ve makinalı üretim yoğunlaştı.

Kapitalizmin gelişmesi ve üretimde yeni teknolojilerin kullanılmasıyla birlikte Avrupa’da, özellikle İngiltere’de yaşanan makine kırıcılığı Osmanlı’da da ortaya çıktı. Makina kırıcılık, işçilerin grevlerden bile önce, işsiz kalma korkusu, ağır ve uzun süreli çalışma koşulları ve ücretlerin düşürülmesine verdikleri tepki ve direniş eylemidir.

Henüz belgelenmemiş olsa da Osmanlı’da da ilk olarak 1839 yılında bugünkü Bulgaristan’ın İslimiye (Sliven) şehrindeki Dobri Jaleskov’un fabrikasında kadın işçiler kendilerini işlerinden edeceğine inandıkları makinelere karşı isyan ettiler. 1851’de yine Bulgaristan Samarkov’da bir dokuma atölyesinde kadın işçiler ücretlerinin düşürülmesi ve muhtemel bir işsizliğe karşı mekanik tarağa bir saldırı düzenlediler, kendilerine mekanik tarağın bir daha kullanılmayacağı sözü verildikten sonra eylemlerinden vazgeçtiler.

Osmanlı ülkesinde “makina kırıcılığı” eylemlerinin en şiddetlisi önemli bir halı imalat merkezi olan Uşak’ta 13 Mart 1908 yılında yaşandı.

19. yy. ortalarından itibaren artık uluslararası pazarlara üretim yapıldığı, endüstride buhar gücüyle çalışan tezgahların kullanılmaya başlandığı, kimyasal boya sanayisinin gelişmeye başladığı “endüstriyel devrim” zamanında fabrikalarda çalışamayan Müslüman/Türk kadınlar, halı-kilim dokuma sektöründe evlerde yoğun biçimde halı tezgahları kurularak istihdam edildiler.

Avrupa ve ABD pazarından Oriental halılara hızla yükselen talep neticesinde 1870’lerden itibaren Batı Anadolu’da özellikle Uşak, Gördes ve Kula’da halı-kilim dokuma büyük bir ticari sektör haline geldi. Çalışma koşulları ağırlaştı. Yalnız Uşak’ta 1885’ten 1896’ya dokunan halı 75.000 metrekareden 250.000 metrekareye çıktı!

Evler dışında da Anadolu halılarını dünyaya pazarlayan yabancı firmaların birleşip kurdukları bir tekel oluşumu olan The Oriental Carpet Manufacturers Limited adlı şirket tarafından Uşak, Kula, Gördes ve Demirci gibi geleneksel halıcılık merkezlerine açılan 17 halı imalathanesinde günde 14 bin ilmek dokuyan Rum ve Ermeni kadınlar vardı. Bunun yanında halı ipliği üreten fabrikalar kurularak veya ip ithal edilerek el emeği devre dışı bırakılıyor, elle yün temizleme, yün eğirme ve boyama işi yapan köylü kadınların işi elinden alınmış oluyordu. Fabrikalarda üretilen ipliğin çoğunlukla kalitesiz, düşük nitelikli olması da ev tezgahlarında malzeme verilerek metrekare başına ücretle halı dokuyan kadınların aldıkları ücretin azalmasına yol açtı.

Uşak’ta da yerli tüccarlar tarafından kurulan Tiridzade, Yılancızade ve Bacakzade yün eğirme/iplik fabrikaları işsiz kalan ve gittikçe yoksullaşan kadınların öfkesini arttırdı. Bu fabrikaların kapatılması ve iplik ithalatının yasaklanması talepleri dikkate alınmadı.

13 Mart 1908’de, Uşak merkez ve çevre köylerden çoğunlukla kadın ve çocuklardan oluşan 1.500 kişi Uşak İplik pazarında toplanarak ellerindeki çıkrık ve kirmanları havaya kaldırıp işsiz kalmalarını protesto etmeye başladılar. Bu üç mekanik ve buharlı yün eğirme fabrikasına yönelen isyancı kadın işçiler makineleri tahrip edip yün ve iplikleri yağmalayarak fabrika binalarını ateşe verdiler.

Günlerce süren protestolarda kadınlar tutuklanan 14 arkadaşlarının serbest bırakılması için kaymakamlığa yürüdüler, isyanı bastıramayan Uşak Kaymakamı görevden alındı. Bazı fabrika sahiplerinin geriye kalan makine parçalarını yağmurdan koruyabilmek için çatılarını tamir etmelerine bile isyancı kadın işçiler engel oldu. Onarıma karşı protestoda bulundular ve binanın tekrar yıkılmasını talep ettiler. Uşak’ın bağlı olduğu Kütahya vilayetinin mutasarrıfı (vali) ve başkomiseri isyanı bastırmak üzere gönderildiler. Talepleri dinledikten sonra, fabrikanın çatısının yeniden yapılmasını durdurdular ve kalabalıkların öfkesini İstanbul’daki üstlerine izah etmeye çalıştılar: Bu kadınların büyük bir kısmı, yün eğirme fabrikaları ve The Oriental Carpet Manufacturers Limited Şirketi ile onun Uşak’taki şube temsilcileri yüzünden işsiz kalmışlardı. Uşak kadınları ve komşu köylerin geçimlerinin, fabrikalar toptan ve tamamen ortadan kaldırılırsa, tröstün iplik ithalatı yasaklanırsa güvence altına alınabileceğini söylediler. Vali ve başkomiser merkezi hükümetin bu talepleri karşılaması tavsiyesinde bulundular, aksi her yaklaşım isyanı devam ettirecek, zorla bastırılmasına ve daha başka sıkıntılara yol açacaktı.

Fabrikaların tekrar yapılması bir süre engellenmiş oldu. Bu fabrikalar iki üç yıl tekrar açılamadı. Aynı zamanda bu isyan 1908 yılı boyunca Osmanlı Devleti’ni felce uğratan büyük grev dalgasının tetikleyicisi oldu.

Uşaklı kadın işçilerin işsizlik ve ağır çalışma koşullarına isyan ederek fabrikaları yağmalaması, makineleri parçalaması, Osmanlı kadın emek tarihine “Tarak Yağması” olarak geçti.

Kaynaklar

https://bg-bg.facebook.com/notes/uşak-yerel-tarih/ilkler-şehri-uşak-anadolunun-il-kadin-isyani-tarak-yağmasi/636684256511056/

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1366324





















Ludizm, 19. yüzyıl İngiltere'sinde tekstil işçilerinin, iş gücünden tasarruf sağlayan makinelerin üretim hanelere yerleştirilmesiyle işsiz kalacaklar düşüncesiyle tepkilerini makineleri kırarak ortaya koydukları eylemin adıdır.


Ludizm liderleri, 1812

Eylem, adını bir tekstil işçisi olan Ned Ludd'dan alır.[1] Daha sonraları anlamında değişme yaşanarak bu ifade, teknoloji düşmanı ya da teknolojiden anlamayanları tanımlamak için kullanılmıştır. 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başlarında birbirini izleyen savaşların yaşanması, gıda ham maddesinde yaşanan kıtlık, halkta oluşan umutsuzluk ve 1799'da çıkarılan Birleşme Yasası’yla[2] birlikte işçilerin örgütlenmesinin önüne geçilmesi, işçileri yeraltı birtakım örgütler oluşturmaya itti. Kadın ve çocuk işçilerin katılımına açık olan ve üyelerinin yaklaşık %40’ını bu gurubun temsil ettiği Ludizm hareketi, İngiltere’de ortaya çıktı. İngiltere’de bu dönem işçi gruplarını temsil edecek örgütlenmelerinin eksikliği, kötü çalışma koşulları, sanayinin yeni yeni ortaya çıkması gibi nedenler Luddist hareketini, işçi nüfusunu azaltacak makineleri kırmaya itmiştir.[3][4]


Kaynakça

değiştir

^ "What is Luddism". www.igi-global.com. 9 Ocak 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 10 Ocak 2022.

^ "Combination Acts". www.britannica.com (İngilizce). 7 Eylül 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 10 Ocak 2022.

^ "The Future Encyclopedia of Luddism". The MIT Press Reader (İngilizce). 19 Ocak 2021. 19 Ocak 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 10 Ocak 2022.

^ Eric Hobsbawm (2019). Devrim Çağı 1789-1848. Dost Yayınevi. s. 48.

14 Mart 2024 Perşembe

Al sana Orhan Kemal ağıdı.


Dağlarca, daha sonra, Atatürk Bulvarı'nın Aksaray tarafında, köşede 'Kitap Kitabevi'ni açtı. 1960'lı yılların başıydı. Dağlarca, sosyalizme yakın duruyor, Doğan Avcıoğlu'nun Yön dergisinde bu doğrultuda şiirler yayımlıyordu. Ayrıca, her hafta dükkânın vitrinine, koskocaman bir karton üzerine yazdığı şiirleri koymaya başlamıştı;- gelen geçen okusun diye!

'Kitap Kitabevi' daha sonra Şehzadebaşı ile Laleli arasındaki Büyük Reşit Paşa Caddesi'ne, I.Ü. Kimya Fakültesi binasının karşısına taşındı. Dükkânda, Dağlarca'nın eski kitaplarından ve Aksaray'daki dükkândan kalanlardan başka bir şey yoktu. Dağlarca, her gün öğleden sonra dükkânı açıyor, çoğu kez, postadan gelen mektupları aldıktan sonra kepenkleri kapatıp gidiyordu. Aziz Nesin, 'Dünyanın En Büyük Posta Kutusu' sözünü, Dağlarca'nın dükkânı için kullanmıştır.

Bu dükkânda tanık olduğum bir olayı anlatmalıyım. 1970'lerde ben Fatih'te oturuyor, Cağaloğlu'nda, Meydan Larousse'daki işimden eve dönerken Dağlarca'nın dükkânının önünden geçiyor, 'üstad' oradaysa (bazan dükkânda oluyordu çünkü!) uğrayıp hatırını soruyordum. Orhan Kemal'in öldüğü gün, Cumhuriyet'e uğramıştım:

Rahmetli Oktay Kurtböke, Dağlarca'run, Orhan Burian'ın ve başka bazı dostlarının ölümünden sonra Ağıť yazdığıru, benim de Dağlarca'ya uğradığımı bildiği için, ondan Orhan Kemal için bir ağıt istediklerini iletmemi rica etti. Peki, dedim.

Dağlarca, dükkândaydı. Oktay'ın ricasını ilettim ve eğer yazmayı kabul ederse, şiiri ne zaman alabileceğimi sordum. Kalın gözlüklerinin üzerinden bana şöyle bir baktı ve "Otur!" dedi. O sırada daktiloya kâğıdı takmış, yazmaya başlamıştı bile

Üstad, akılalmaz bir hızla ve yarım saat içinde şiiri tamam- ladı ve benim şaşkınlıktan neye uğradığını şaşırmış halime gülerek, "Al sana Orhan Kemal ağıdı!" dedi. Şiiri, inanma- mazlıkla elime aldım ve bir solukta okudum. Gerçekten inanılmazdı ve muhteşem bir şiirdi.


Belleğin Kuytularından - Hilmi Yavuz

Timaş s.50,51








Orhan Kemal'e Ağıt

Seslendi bez dokuyan basma dokuyana
Duydunuz mu arkadaşlar
Kim çıktı dışarı
Orhan Kemal

Ortasına nadazın konmuştu
Gök dökülürcesine kuşlar
Birisi birdenbire kırmızı uzak
Durdu

Yüreğir'in uçsuz bucaksız köyleri
Köylerde gözalabildiğine pamuklar
Birisi birdenbire ta içi yaprak
Durdu

Yalağa varmıştı ikindileyin
Ovaağız koyunla
Birisi birdenbire taşayak
Durdu

Parmakları ak kesilmişti çatlamıştı kandı
Çuvalı on kuruşa koza ayıran çocuklar
Birisi birdenbire gecelerde sıcak
Durdu

Boynun uzatmıştı yollara azgın
Satılmışın arabasındaki atlar
Birisi birdenbire teker boyu şahlanarak
Durdu

Seslendi ulu çınarın kökü uluca kayağın köküne
Duydunuz mu kardaşlar
Kim girdi içeri
Orhan Kemal


Fazıl Hüsnü Dağlarca
Uzun İkindi

13 Mart 2024 Çarşamba

Behçet Necatigil, Metin Eloğlu ve Hilmi Yavuz - TDK Kurultayı 1974




 


Belleğin Kuytularından, Hilmi Yavuz 
Timaş Yayınları
s.30-34




İnsaniyet İnsaniyet EDEBİYATBir Deste Berceste – Ref’-i Te’ayyün


Nihat Sami Banarlı “Edebiyat Sohbetleri” adlı eserinden bu anekdotu anlattıktan sonra şu değerlendirmeyi yapar: “Fransız, ilk sorusunda Türklere karşı ne kadar Avrupalı ise son cümlelerinde de şiire karşı o kadar Avrupalıdır. Yani bugün Türkiye’de bir kısım münevverlere ne yapsanız, Türk milletinin eski ve büyük bir şiiri olduğunu kabul ettiremezsiniz. O, bir kere mâzî düşmanlığında insaf kabul etmez bir mutaassıptır. Hâlbuki tarihi Türk düşmanlığına rağmen bir Avrupalı, hakiki şiirle karşılaşınca, düşmanlığını unutur. Şiirin güzelliğini düşünür.”


Ettik o kadar ref‘-i te’ayyün ki Neşâtî

Âyîne-i pür-tâb-ı mücellâda nihanız

(Neşâtî)


[Neşâtî! Ten kafesinde hapsolmuş ruhumuzu öylesine vücudumuzdan kurtardık, maddi varlığımızdan sıyrılıp, o kadar ruhtan ibaret kaldık ki şimdi parlak cilalı aynalarda bile görünmez olduk.]


(ref’: yükseltme, lağvetme,  te’ayyün: görünme, itibar kazanma, âyine: ayna, pür: çok,

-tâb: parlayan, âyîne-i pür tâb: çok parlak ayna, mücellâ: cilalı, nihân: gizli)


Yahya Kemal Beyatlı vapur yolculuğunda tanınmış bir Fransız yazarla sohbeti esnasında Fransız yazar, Türk şiirinin olmadığını iddia eder.


Yahya Kemal, Neşâtî’nin yukarıdaki makta beytini paylaştığımız “nihanız” redifli gazelini okur. Şiirin tasavvufi derinliğini de göz önünde bulundurarak uzun uzun izah eder.


“Melami şair, Allah görünmez, biz de görünmeyiz, demek istiyor.” şeklinde özetlediği son beytin izahından sonra Fransız yazar:


“Bu mısraları söyleyen milletin büyük şiiri olmak tabiidir. Medeniyet namına bir başka eseriniz olmasaydı yalnız bu beyit, ne derin millet olduğunuzu ve büyük medeniyet kurduğunuzu ifade etmeye kâfi gelirdi.” diyerek Yahya Kemal’i ikrar eder.


Nihat Sami Banarlı “Edebiyat Sohbetleri” adlı eserinden bu anekdotu anlattıktan sonra şu değerlendirmeyi yapar: “Fransız, ilk sorusunda Türklere karşı ne kadar Avrupalı ise son cümlelerinde de şiire karşı o kadar Avrupalıdır. Yani bugün Türkiye’de bir kısım münevverlere ne yapsanız, Türk milletinin eski ve büyük bir şiiri olduğunu kabul ettiremezsiniz. O, bir kere mâzî düşmanlığında insaf kabul etmez bir mutaassıptır. Hâlbuki tarihi Türk düşmanlığına rağmen bir Avrupalı, hakiki şiirle karşılaşınca, düşmanlığını unutur. Şiirin güzelliğini düşünür.”


Bu beytin anlamı “ref‘-i ta‘ayyün” terkibine atfedilen anlama göre değişiklik arz edebilir. Ref‘ kelimesinin “lağv etme, ortadan kaldırma” mânâları göz önüne alındığında beyit şu şekilde şerh edilebilir: Maddî varlığı, cismi ortadan kaldırmakla, benlik davasından vazgeçmekle insan sevdiğine, “mutlak mâşûk”a kavuşabilir, onda kaybolabilir.


“Ref‘-i ta‘ayyün” terkibi “varlığın, vücudun yükseklere çıkarılması” şeklinde anlamlandırılırsa mutlak varlıktan ayrılan, yeryüzüne inen ve her zaman “nostaljik” (asıl yurduna, koptuğu makama geri dönme arzusu) bir hâlet-i rûhiyeye sahip olan insanın belli bir sistem dahilinde irtifâ ederek mutlak varlığa, ana yurduna kavuşmasıdır. Bu da benlik dâvâsından, mâsivâdan (sevgiliden, Allah’tan başka her şey), maddî ve fânî olan her şeyden vazgeçmekle mümkün görülmektedir.


Gazelin tamamı şöyle:


Şevkız ki dem-i bülbül-i şeydâda nihanız


Hûnuz ki dil-i gonca-i hamrâda nihânız


 


Bu cism-i nizâr üzre döküp jale-i eşki


Çün rişte-i can gevher-i mânâda nihanız


 


Mahrem yine her hâlimize bâd-i sabâdır


Dâim şiken-i zülf-i dilârâda nihânız


 


Olsak n’ola bî nâm-u nişân-ı şöhre-i âlem


Biz dil gibi bir turfe muammâda nihânız


 


Hem gül gibi rengînî-i mânâ ile zâhir


Hem neş’e gibi hâlet-i sahbâda nihânız


 


Geh hâme gibi şevke tarâz-ı gam-ı aşkız


Geh nâle gibi hâme-i şekvâda nihânız


 


Ettik o kadar ref-i te’ayyün ki Neşati


Âyîne-i pür tâb-ı mücellâda nihanız


Günümüz Türkçesi:


Biz, çılgın bülbülün nefesinde gizli olan neşe ve arzu, kırmızı gülün kalbinde saklı olan kanız.


Bu zayıf vücudun üstüne çiy tanesi gibi gözyaşını döküp, mana incisinin sıkı sıkıya dizildiği can ipliği gibi görünmez olduk.


Adsız, esersiz dünyaca meşhur olsak ne var! Biz, gönül gibi acayip, anlaşılmaz bin bilmecede gizliyiz.


Her zaman sevgilinin zülfünün büklümünde gizli olduğumuz için her halimizi bilen, her sırrımıza vâkıf olan gene tanyelidir.


Biz, hem gül gibi mana renkliliği ile meydandayız, hem de neşe gibi şarabın halinde gizliyiz.

Bazen kalem gibi, aşk gamının şikâyetini donatır, söyleriz; bazen de inilti gibi, şikâyeti döken kalemde gizliyiz.

Neşâtî! Ten kafesinde hapsolmuş ruhumuzu öylesine vücudumuzdan kurtardık, maddi varlığımızdan sıyrılıp, o kadar ruhtan ibaret kaldık ki şimdi parlak cilalı aynalarda bile görünmez olduk.


Kaynakça:


Yahya Kemal Yaşarken, Nihad Sami Banarlı

Edebiyat Sohbetleri, Nihad Sami Banarlı

12 Mart 2024 Salı

"Bali Ha'i" - SOUTH PACIFIC (1958)




Mos’ people live on a lonely island

Lost in de middle of a foggy sea.

Mos’ people long fo’ another island,

One where dey know dey would lak to be.


Bali Ha’i

May call you

Any night, any day.

In your heart

You’ll hear it call you:

“Come away, come away.”


Bali Ha’i

Will whisper

On de wind of de sea:

“Here am I,

Your special island!

Come to me, come to me!”


Your own special hopes,

Your own special dreams,

Bloom on de hillside

And shine in de streams.


If you try,

You’ll find me

Where de sky meets de sea;

“Here am I,

Your special island!

Come to me, come to me!”


Bali Ha’i,

Bali Ha’i,

Bali Ha’i.


Someday you’ll see me,

Floatin’ in de sunshine,

My head stickin’ out

F’um a low-flyin’ cloud;

You’ll hear me call you,

Singin’ through de sunshine,

Sweet and clear as can be:


“Come to me,

Here am I,

Come to me!”


If you try,

You’ll find me

Where de sky meets de sea;

“Here am I,

Your special island!

Come to me, come to me!”


Bali Ha’i,

Bali Ha’i,

Bali Ha’i.


Mo'nun insanları ıssız bir adada yaşıyor

Sisli bir denizin ortasında kayboldum.

Mos'un insanları başka bir adayı özlüyor,

Olmaları gerektiğini bildikleri bir yer.


Bali Ha'i

seni arayabilir

Herhangi bir gece, herhangi bir gün.

Kalbinde

Sizi aradığını duyacaksınız:

"Gel, gel."


Bali Ha'i

Fısıldayacak

Deniz rüzgarında:

“İşte buradayım,

Özel adanız!

Bana gel, bana gel!”


Kendi özel umutların,

Kendi özel hayalleriniz,

Yamaçta çiçek aç

Ve akışlarda parlayın.


Eğer denersen,

Beni bulacaksın

Gökyüzünün denizle buluştuğu yer;

“İşte buradayım,

Özel adanız!

Bana gel, bana gel!”


Bali Ha'i,

Bali Ha'i,

Bali Ha'i.


Bir gün beni göreceksin

Güneş ışığında yüzüyorum,

Kafam dışarı çıkıyor

Ben alçaktan uçan bir bulutum;

Seni çağırdığımı duyacaksın

Güneş ışığında şarkı söylüyorum

Olabildiğince tatlı ve net:


"Bana gel,

İşte buradayım

Bana gel!"


Eğer denersen,

Beni bulacaksın

Gökyüzünün denizle buluştuğu yer;

“İşte buradayım,

Özel adanız!

Bana gel, bana gel!”


Bali Ha'i,

Bali Ha'i,

Bali Ha'i.

10 Mart 2024 Pazar

NABİ –BİR DEVLET İÇÜN ÇERHE TEMENNADAN USANDIK

NABİ –BİR DEVLET İÇÜN ÇERHE TEMENNADAN USANDIK


GAZEL

1. Bir devlet içün çerhe temennâdan usandık

    Bir vasl içün ağyâra müdârâdan usandık


2. Hicran çekerek zevk-i mülâkâtı unuttuk

    Mahmûr olarak lezzet-i sahbâdan usandık


3. Düştük kati çoktan heves-i devlete ammâ

    Ol dâiye-i dağdağa-fermâdan usandık


4. Dil gamla dahi dest ü girîbandan usanmaz

    Bir yâr içün ağyar ile gavgâdan usandık


5. Nâbî ile ol âfetin ahvâlini naklet

    Efsâne-i Mecnûn ile Leylâdan usandık


Vezni: Mef’ûlü Mefâîlü Mefâîlü Feûlün



Günümüz Türkçesi

1. Bir saadet, bir yüksek mevki için feleğe yalvarmaktan ve bir sevgili için, başkalarının rakiplerin yüzüne gülmekten ve onlara minnet etmekten usandık.

2. Ayrılık çeke çeke sevgili ile buluşup görüşmenin zevkini unuttuk; Sarhoşluk mahmurluğunun baş ağrılarını çeke çeke de şarabın tadından usandık.

3. Saadet ve itibar hevesine düşmemiz çok eskidendi; o huzursuzluk veren arzudan o dâvâdân da usandık.

4. Gönül, gamla didişip uğraşmaktan bile usanmaz ama bir sevgili için şununla bununla çekişmekten usandık.

5. Bize Nâbi’nin o âfetle olan macerasını anlat; Leylâ ile Mecnun masalından bıktık artık...


İzahlar:

Zevk-i mülakât: (f. is. t.) Kavuşup görüşme zevki.

Lezzet-i sahbâ: (f.is.t.) Şarabın tadı.

Kati, çok ve kati çoktan, pek çoktan, pek çok zamandan beri, çok eskiden deınektir.

Temennâ: Arzu, istek, hürmet ve âşinâlık göstermek

Vasl: Ulaşma, birleşme, sevdiğine kavuşma

Çehr: Felek, talih

Müdara: Yüze gülmek, dost gibi görünmek

Zevk-i mülâkat: kavuşmanın zevki

Lezzet-i sahbâ: Şarabın lezzeti

Dâiye-i dağdağa-farmâ: Gürültü koparan şiddetli arzu

Dest ü girîbân: çekişmek (mecâzî)

6 Mart 2024 Çarşamba

Boş Adamlar - Thomas Stearns Eliot

 

B





Thomas Stearns Eliot
(1925)

Boş Adamlar

I

Bizler boş adamlarız
Bizler kaskaslanmış adamlarız
Eğiliyoruz birlikte
Miğferlerimiz samanla doldurulmuş. Heyhat!
Kuru seslerimiz,
Beraber fısıldadığımız zaman
Sessiz ve anlamsızdır
Nasıl rüzgâr kuru otlarda gezinirse
Ya da kırık camlarda sıçan ayakları
Kuru mahzenlerimizde

Biçimler şekilsiz, gölgesiz renkler
Felç edici güç, hareketsiz jestler
Kim ki dolaysız gözlerle
Ölümün diğer krallığına geçer
Bizi hatırlasın --hiç değilse-- bir nebze
Istıraplı ruhlar, fakat sadece
Kof adamlar gibi
Doldurulmuş adamlar gibi

II

Düşlerde karşılaşmaya cüret edemediğim bakışlar
Ölümün rüya krallığında
Gözden kaybolmazlar:
Orada gözler,
Günışığıdır kırık bir sütun üzerinde
Ağaçlar sallanır
Ve sesler
Rüzgâr bir şarkı söylediğinde
Solan bir yıldızdan
Daha görkemli ve daha uzaktır

Ölümün rüya krallığına
Daha fazla yaklaştırmayın beni
Müsade edin giyineyim
Şöyle telâşesiz elbiseleri
Sıçan paltosu, karga-derisi, haçlı şendereler
Bir meydanda
Rüzgârın davrandığı gibi muamele ederler
Daha fazla yaklaşma!

Alaca karanlık krallığında
Bu son buluşma değil

III

Bu bir ölü ülkesidir
Bu bir kaktüs ülkesidir
Burada taş imgeler yükseltilir,
Göz kırpan donuk bir yıldızın altında
Ölü adamın elinden
Medet umarlar

Ölümün diğer krallığında
Hassaslıktan titrediğimiz bir saatte
Yalnız uyanmak
Dudakların formalite dualarla
Kırık taşı öpmesine mi benzer?

IV

Gözler burada değil
Burada hiç göz yok
Solan yıldızların vadisinde
Bu boş vadide
Kayıp krallığımızın bu kırık çenesinde

Buluşma yerlerininin sonuncusunda
Ellerimizle okşuyoruz
Ve konuşmaktan kaçıyoruz
Bu kabarmış nehrin kumsalında

Gözler ortaya çıkmadıkça körüz
Çok-yapraklı gülü
Ölümün alaca karanlık krallığının
Ebedi yıldızı gibi
Yalnızca umudu var
Boş adamların

V

Burada Hint incirinin etrafında dolaşıyoruz
Hint inciri, Hint inciri
Burada Hint incirinin etrafında dolaşıyoruz
Sabah saat beşte.

Fikir ve gerçek arasında
Hareket ve eylem arasında
Düşer gölge

Krallık yalnızca senindir*

Tasavvur ile yaratma arasında
His ve cevap arasında
Düşer gölge

Hayat çok uzun

Arasında kasınç ve arzunun
Kudret ve varlık
Öz ve soyun arasında
Düşer gölge
Krallık yalnızca senindir

Senin olan
Yaşamdır
Senin olanlar ki

Dünya böyle sonlanır
Dünya böyle sonlanır
Dünya böyle sonlanır
Bir patlamayla değil ama bir iniltiyle

Çeviri: Mustafa Burak Sezer
16.02.2007 / İslamabad

Yedi Iklim, Sayı: 205-206-207 Nisan-Mayıs-Haziran 2007


*Eliot, İncilde geçen bu ayeti (For Thine is the Kingdom), olduğu gibi aynı anlamıyla şiirinde kullanmıştır.







The Hollow Men
Eliot, Thomas Stearns (1888-1965)



MISTAH KURTZ -- HE DEAD.
A penny for the Old Guy

I

We are the hollow men
We are the stuffed men
Leaning together
Headpiece filled with straw. Alas!
Our dried voices, when
We whisper together
Are quiet and meaningless
As wind in dry grass
Or rats' feet over broken glass
In our dry cellar

Shape without form, shade without colour,
Paralysed force, gesture without motion;

Those who have crossed
With direct eyes, to death's other Kingdom
Remember us--if at all--not as lost
Violent souls, but only
As the hollow men
The stuffed men.

II

Eyes I dare not meet in dreams
In death's dream kingdom
These do not appear:
There, the eyes are
Sunlight on a broken column
There, is a tree swinging
And voices are
In the wind's singing
More distant and more solemn
Than a fading star.

Let me be no nearer
In death's dream kingdom
Let me also wear
Such deliberate disguises
Rat's coat, crowskin, crossed staves
In a field
Behaving as the wind behaves
No nearer--

Not that final meeting
In the twilight kingdom

III

This is the dead land
This is cactus land
Here the stone images
Are raised, here they receive
The supplication of a dead man's hand
Under the twinkle of a fading star.

Is it like this
In death's other kingdom
Waking alone
At the hour when we are
Trembling with tenderness
Lips that would kiss
Form prayers to broken stone.

IV

The eyes are not here
There are no eyes here
In this valley of dying stars
In this hollow valley
This broken jaw of our lost kingdoms

In this last of meeting places
We grope together
and avoid speech
Gathered on this beach of the tumid river

Sightless, unless
The eyes reappear
As the perpetual star
Multifoliate rose
Of death's twilight kingdom
The hope only
Of empty men.

V

Here we go round the prickly pear
Prickly pear prickly pear
Here we go round the prickly pear
At five o'clock in the morning.

Between the idea
And the reality
Between the motion
And the act
Falls the shadow
For Thine is the Kingdom

Between the conception
And the creation
Between the emotion
And the response
Falls the Shadow
Life is very long

Between the desire
And the spasm
Between the potency
and the existence
Between the essence
And the descent
Falls the Shadow
For Thine is the Kingdom

For thine is
Life is
For Thine is the

This is the way the world ends
This is the way the world ends
This is the way the world ends
Not with a bang but a whimper

Ankaralılar yaz gelince ne yaparlar?

  https://filmmirasim.ktb.gov.tr/